KENDİNİ GÜNCELLE, İSLAM’I DEĞİL!

 



Allame Eşref Ali Tehanevî, el-İntibâhâtü'l-Müfîde ani'l-İştibâhâti'l-Cedîde adıyla yayınlanmış olan konferansında sadece bildiğimiz türden modernist tarihselcilerin iddialarını değil, (Mecelle’de de yer alan) “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” şeklindeki düşünceyi de konu edinmektedir.

Mecelle'de bu ifadeyle neyin kastedildiği şârihler tarafından açıklanmış bulunuyor. Önceki yazılardan birinde bu konuya değinmiştik. Buradan güncellemecilere istedikleri türden bir "ekmek" maalmemnuniye çıkmıyor.

Merhum Tehanevî'nin konuyla ilgili sözleri şöyle:

(Bazıları) İnsanlar arası muâmelelerle alâkalı olan şerî hükümlerin her bir zamanda değiştirilebileceğini zannetmektedirler….

Bunlar, [şöyle düşünmektedirler:] “Maslahat ve zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi İslâm’ın itibâr ettiği bir şeydir. İşte bundan dolayı şerîatlardan birçoğunda nesh [hükümlerin kaldırılıp değiştirilmesi] meydana gelmiştir. Meselâ Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin şerîatıyla, Îsâ aleyhisselâm efendimizin şerîatında Allah’ın kanun olarak koyduğu birçok hükümler nesh olmuş, yani birçok hükümler kaldırılmıştır. Bu, ancak zamanın değişmesiyle, (yani) maslahatların değişmesi sebebiyledir. Bununla beraber Îsâ aleyhisselâm efendimizle, Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz arasındaki ara 600 seneyi aşmamaktadır. Şu anda ise Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin üzerinde bu müddetin iki katı, hatta daha fazlası geçmiştir. Öyleyse bu kadar uzun bir zamandan sonra maslahatlar nasıl değişemez?!” 

Böyle diyerek, ebedî olan şer’î hükümlere itirâz etmektedirler.

Merhum Tehanevî onların iddialarını bu şekilde mükemmelen özetledikten sonra şöyle cevap vermektedir:

Cevâb: Kanunları yapan [şayet] kâmil, son derece bir hikmet sâhibi zât ise ve [gelecek ve sonradan ortaya çıkacak şeyler dâhil olmak üzere] gaybı bilen biriyse, kıyâmete kadar devam edecek olan zamanların maslahatlarının tamamını içine alacak umûmî kanunları yapmak, onun için mümkündür.

İşte bu noktada tarihselciler ve benzerleri Allahu Teala’ya cehalet isnat etmektedirler.

Onlara göre Allahu Teala geleceği bilmez. Abdülaziz Bayındır (Hayındır daha çok yakışıyor) gibilerin böye dedikleri biliniyor.

Geleceği bilmeyince, geleceğin şartlarına göre hüküm indirmiş de olamaz.

Böylece, Allahu Teala’yı tanıyıp bilememiş oldukları ortaya çıkmaktadır. Marifetullahtan nasipsiz bu kişilerin Allahu Teala hakkındaki bu itikatları küfürdür.

Kur’an’ı hiç mi hiç anlamamış oldukları da buradan anlaşılmaktadır.

*

Akıllarını kullanamadıkları için, bunlara Kur’an’dan delil getirildiği zaman içlerinden bazıları şöyle demektedirler: Allah geleceği yazdıysa bilir, yazmadıysa bilmez.

Kehf Suresi’ni galiba hiç okumamışlar, ya da Kur'an'ı, ondan hiçbir şey anlamadan, zihinlerini hiç yormadan, düşünme zahmetine hiç katlanmadan okumayı çok iyi başarıyorlar. 

Kehf Suresi'nde, Allah katından kendisine ilim (ilm-i ledün) verilmiş olan bir zatın, bir erkek çocuğu durup dururken öldürdüğü, ve buna itiraz eden Hz. Musa a.s.'a, gerekçe olarak, büyüyünce azgın kâfirlerden olacağını, bunun da mümin anne ve babası için iyi olmayacağını söylediği aktarılmaktadır.

İmdi bu olayda Allahu Teala geleceği (çocuğun azgın bir kâfir olacağını, ve ebeveynini saptıracağını) yazmış olsaydı, bu durum gerçekleşirdi. Gerçekleşmediğine göre, yazmamış.. Fakat yazmadığı halde biliyor, ve Musa a.s.’ın yoldaşlık ettiği zata bunu bildiriyor.

Bir başka örnek: Allahu Teala, Hz. Nuh a.s.’a artık kavminden (o güne kadar iman edenler dışında) hiç kimsenin iman etmeyeceğini bildirmişti. İmdi, Allahu Teala bunu yazdıysa, onların kâfir olarak kalacak olmaları kendisinin böyle yazmasından kaynaklanıyorduysa, ve kâfir kalacaklarını salt kendisi böyle yazdığı için biliyorduysa, bu takdirde o kişileri zorla kâfir yapmış demektir. Bu da Allahu Teala'nın haşa zalim olması anlamına gelir. Çünkü onlar, ahirette ellerinde olmayan birşeyden dolayı cezalandırılmış oluyorlar. 

Halbuki Allahu Teala, geleceği, yazdığı için değil, ister yazsın ister yazmasın her halükârda bilir. Geleceği bilmesine bu şekilde kayıt ve şart getirilemez. 

Ve Allahu Teala zalim de değildir. Zalim olan insanlardır, kendi nefislerine zulmederler.

Tarihselcilerin mantık sefaleti bu örneklerden anlaşılabilir.

Şahsen tarihselci taifeden kafası çalışan ve mantıklı düşünebilen birine şimdiye kadar rastlamadım.

Ancak, her çağda insanların çoğunluğu batıla meyletmekte olageldikleri için bunlar kolayca müşteri bulabiliyorlar. 

Tencereler yuvarlanır kendilerine uyan kapakları bulurlar.

*

Konuya dönersek, şer’i hükümlerin zaman içinde değişeceğini düşünenler, aslında Allahu Teala’ya cehalet isnat etmekte, O'nu kemal sıfatlarıyla muttasıf kabul etmemektedirler.

İlk düğme yanlış iliklenince, Allah'a iman sorunlu olunca, gerisi de öyle gidiyor.

Merhum Tehanevî yukarıya aldığımız sözlerini şöyle sürdürmektedir:

Eğer bir kimseye bu husûs karışık ve içinden çıkılmaz hâle gelir ve “Bizim Şerîat’la amel ettiğimiz zaman şiddetli bir darlığa düştüğümüz müşâhede edilen şeylerdendir. Bu da şu hükümlerin bu zamana münâsip düşmediklerini göstermektedir” derse, biz buna şöyle deriz:

Bu hükümlerin zor olduğu ancak insanların tamamı onlarla amel etmeye teşebbüs edip de sonra da zorluğa düştükleri zaman sâbit olabilir.

Bunu da hiçbir kimse isbât edemez. Hâlbuki [mevcut] zorluk için gerçek[ten var] olan bir sebeb şudur: Şerîat’ın hükümleriyle amel edenlerin, amel etmeyenlere oranı cidden çok azdır. Bu azlık [yüzünden] her ne zaman ahkâm-ı şer’îyeyle bir [bir devlet, toplum veya bireyler tarafından] amel edilirse yeryüzünün sakinlerinin çoğunluğu ona ters düşmekte ve karşı çıkmaktadırlar. Yâhut da onunla amel etmemektedirler. Tabiatıyla [Şeriat’i uygulamak isteyenler için böylece] zorluk ve daralma vâki olmaktadır. İşte bu yüzden zorluğun sebebi bu hükümlerin kendi içlerinde problemli olmaları değil, ancak, içinde yaşadığımız şu ortamdır [kâfir ve münafıkların itirazı, baskısı ve zorbalığıdır].

Nitekim bir doktor hastaya on ilaç anlatır, [bazen] onlardan hiçbirisi yakınında [yaşadığı beldede] bulunmaz. Öyleyse zorluk, bu vasıftan [ilacın kendisinden kaynaklanan zorluktan] dolayı değil, o köyün tüccarlarının kusuru [ilacı temin etme konusundaki ihmali] sebebiyledir.

Bazen de olur ki, şer’î bir hükümde herhangi bir zorluk bulunmaz, ancak kişi, âcil şahsî maslahatına [çoğu zaman heva ve hevesine, nefsanî arzularına] bir zarar geleceği [endişesi]nden dolayı bu işi müşkil zanneder. Şunda hiçbir şübhe yoktur ki, umûmun maslahatlarının şahsî/kişisel maslahatlara tercîh edilmesi daha lâyık olandır.

Hangi kanun vardır ki, umûmun maslahatlarını gözetmekten dolayı, bu gibi şahsî zararlar [dezavantajlar] kendisinde bulunmasın.

Mesela askerlik olayı pekçok genç için sıkıntılıdır. Fakat bunda toplumun maslahatı bulunduğu için vatandaşlardan bu, zorluğuna rağmen, talep edilir.

Kimse, "Bu kadar insanı askerlikle uğraştırmaya ne lüzum var, hani ne zaman savaş çıktı?! Üretim yaşındaki gençleri, dinamik nüfusu tüketici yapıyorsunuz, topluma yük oluyorlar" da demez.

*

Hükümleri güncelleme, değiştirme ve yenileme meraklısı tipler, o hükümleri değil, kendilerini değiştirmeli, yenilemelidirler.

Kendilerini güncellemelidirler. 

Çok akıllılarsa, bu akıllarını Allahu Teala’nın haşa hatalarını düzeltmek için değil de, fen bilimleri, sanayi ve teknoloji alanında gâvurları geçmek için kullanmaları tavsiye olunur.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...