SULTAN VE YAVER, SADAKAT VE MERBUTİYET








KÂZIM KARABEKİR'İN DAMADI PROF. ÖZERGİN ANLATIYOR – 14


Kâzım Karabekir'in damadı Prof. Dr. Faruk Özergin’in Teklif dergisinin Ağustos 1988 tarihli altıncı sayısında yayınlanan röportajında söyledikleri üzerinde durmaya devam ediyoruz.

Şunu diyordu:

Ben bir de tarihçilerden, Mütareke [Mondros Ateşkesi] zamanı, o bir seneye yakın kısa bir süre içinde, İstanbul'da, ilerde söz sahibi olacak kimselerin faaliyetlerini tam olarak meydana çıkartmalarını arzu ederim. Tam belgeleriyle.. Bunda görülür ki M. Kemal Paşa [Mütareke zamanı İstanbul'da] "Beni kim tutarsa, onun taraftarıyım" şeklinde çalışmıştır. 

Bir taraftan Saray'da zaten yaverdi, Saray'da yükselme gayretleri içindeydi, bir taraftan Hükümet'i devirip [yeni bir hükümet kurmak için] Meclis'e [Meclis-i Mebusan'a] girip çıkmıştır. Hatta onun için Anadolu'ya gönderdiler, Hükümet'i devirme gayretleri içindeydi. …

*

Evet, hükümeti devirme gayretleri içindeydi.

Çevirdiği dolapları, entrika ve dümenleri biz anlatmayalım, (derin veya yüzeysel) devlet partisi MHP’nin “Atatürk miliyetçisi” genel başkan yardımcısı E. Semih Yalçın’dan dinleyelim.

Semih’in yardımcı doçentlik zamanında kaleme almış olduğu bir makalesi şu başlığı taşıyor: “Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Faaliyetleri (30 Ekim 1918-16 Mayıs 1919)”. (Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi,  Cilt: 17, Sayı: 18, 1995.)

Terk kelimesiyle aynı kökten gelen mütareke, karşılıklı olarak silahları terk anlamına geliyor. Yani ateşkes.

Burada söz konusu olan mütareke, Mondros Mütarekesi..

*

Meseleyi daha iyi anlamak için yakın plan çekimi bırakıp meseleye biraz geniş açıdan bakmak gerekiyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın son senesinde, 1918 yılında, 3 Temmuz günü Sultan Reşad vefat eder.

Aynı gün veliaht Vahideddin tahta geçer.

Buna, (zina yaptığı dul sevgilisi Madame Corinne’e bir mektubunda belirttiği üzere) “büyük ihtiraslar” sahibi Selanikli Mustafa Kemal çok sevinir, çünkü ona Berlin seyahati sırasında refakat etmiş ve güvenini kazanmıştır.

Vahideddin’in tahta geçişiyle birlikte Selanikli’nin yıldızı parlamaya, büyük ihtirasları yerinde duramayıp hoplayıp zıplamaya başlamıştır.

*

Vahideddin’in tahta geçişinden iki buçuk ay sonra, Eylül’ün ikinci yarısında Osmanlı ordusu Filistin’de İngilizler karşısında büyük bir yenilgi alır.

Osmanlı’nın teslim bayrağı çekip Mondros Mütarekesi’ne imza atmasına yol açan bu yenilginin baş müsebbibi, bu yazı dizisinin önceki bölümlerinden birinde anlattığımız gibi, Yedinci Ordu komutanı Selanikli Mustafa’dır.

Ordusuna savaşma değil sıvışma emri vermiş, kendisi de ordusunu bırakıp tabanları yağlayarak tüymüştür.

Onun bu ricatı “domino etkisi”yle Osmanlı’nın gerideki diğer birliklerinin de hazırlıksız yakalanıp paniklemesine yol açmıştır.

*

Suriye yenilgisi İttihat ve Terakki Hükümeti’nin de sonunu getirmişti.

Sadrazam Talat Paşa 13 Ekim günü Sultan Vahideddin’e istifasını sunmuştu.

Vahideddin tahta oturalı henüz üç ay 10 gün olmuş bulunuyordu.

Cephedeki savaştan çok İstanbul siyasetini takip eden, düşmanın önünden palaspandıras kaçmış bulunan Selanikli, başedilemez koltuk sevdası ile hemen devreye girer, üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokar.

Semih Yalçın’ın ifadesiyle “hemen harekete geçmiş ve başyaver Naci (Eldeniz) Bey'e SultanVahideddin'e arzedilmek üzere şifreli bir telgraf çekmişti” (s. 177).

Nerden gönderiyor?

Suriye'den.

Bu Selanikli “Büyük İhtiraslar” için aynı zamanda ikide bir birileri tarafından “Ordunun siyasete karışmasına karşıydı” denilir. 

Kendisinin karışma imkânının olmadığı zamanlarda öyleydi, fakat Vahideddin tahta geçince durum değişti. 

(Bence bu Selanikli’nin soyadı “Büyükihtiraslar” olmalıydı. Gerçekte Türkler’in atası olmadığı için aldığı Atatürk soyadı gülünç bir palavra olmaktan öteye gitmiyor. Ayrıca Türkoğlu değil de Ata Türk soyadını alması, bütün bir millete dolaylı olarak “Hepiniz benim çocuğumsunuz, hepinizin anasını ebesini gördüm” demesi gibi birşey..)

Şimdi düşünün, Hakkari’deki bir general Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulmak üzere bir e-posta gönderse, hükümetin teşkili konusunda ona akıl verse, “Falan ve filanı bakan yapın, beni de unutmayın” dese, bunu nasıl karşılamak gerekir?

*

Sonra, bu ne samimiyet?

Vahideddin’e Mustafa Kemal’den başka böyle bir telgraf çeken, çekebilen yok..

Yani aralarında böyle "al takke ver külah" büyük bir samimiyet var..

Zaten Anadolu’ya görevli olarak gönderilmesinin ardındaki etken de bu samimiyetti..

Sonradan inkâr edilen samimiyet..

Şimdi bizler, ilkokulun birinci sınıfından itibaren, putlaştırılmış, ilahlaştırılmış, tanrılaştırılmış bir Mustafa Kemal masalı, ipe sapa gelmez, (ve de “fikir ve inanç hürriyeti” açısından kabul edilemez nitelikte bir koruma kanunu ile beslenip desteklenen) putperestçe palavralarla büyüyoruz.

Büyüdük.

(Andımız’da yer alan şu ifadeye bakın: “Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk…” Bu şekilde ancak Allahu Teala’ya seslenilir, çünkü böyle bir hitabı duyabilecek olan sadece O’dur.. Senin Anadolu'nun ücra bir köşesinde seslendiğin Selanikli ölü ise Anıtkabir’de kendisinden bile habersiz yatıyor, nerde kaldı ki seni duysun! Gidip cesedinin başında bile seslensen bir faydası yok.. Fakat sen, laiklik adına, yerleri ve gökleri yaratan Allahu Teala'ya okulda yalvarmayı terk ediyorsun, yüce ismini anmıyorsun, fakat Selanikli yalan dolan padişahına, herkesi her yerde duyan bir tanrıymış gibi böyle gıyabında putperestçe laflar söyleyerek bir nevi ibadet ve kullukta bulunmaktan utanmıyorsun.. Ve de, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e salavat okunmasını dert edinen modernist-tarihselci ilahiyatçı soytarılardan, bu insanlık onur ve haysiyetine aykırı putperestçe Andımız ayini için birşey duyabilmiş değiliz. Memuriyet hayatımda sözde milliyetçi ve muhafazakâr fakat Allahu Teala’nın zikrinden rahatsız olan münafıklarla da karşılaştım, fakat bu aşağılık zihniyetlilerin Andımız’dan rahatsızlık duymuş olduklarını hiç zannetmiyorum. Tam aksine, devlet dairesinde ilk işleri tepelerine bir Selanikli resmi asmak oluyordu.)

Evet, Cumhuriyet Türkiyesi'nde biz bu putperestçe Selanikli yüceltmeciliğini yaşadık, yaşıyoruz.

1918 yılında ise Mustafa Kemal, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sında yazdığına göre, İttihatçılar tarafından bile “ahlâksız, haris, sarhoş ve fırsatçı” olarak biliniyordu. Hatta Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü bile onun için “menfaat düşkünü, muhteris” diyorlardı. Yine Falih Rıfkı’nın söylediğine göre, İttihatçılar bu adamı “sefih” biri olarak tanımlıyorlardı.

Yani saygı duyulan, sayılan ve sevilen biri değildi. Onu tanıyanların çoğuna göre zeki fakat ahlâksız bir adamdı.

Fakat, veliahtlığı sırasında Vahideddin'e yatırım yapmış, onu kafaya almıştı.

O yüzden, şifreli telgraf çekip ona akıl verebilmiştir.

Hem dış politikasını, hem de iç politikasını belirlemeye kalkışmıştır.

*

MHP’li Semih, makalesine, söz konusu telgrafın metnini de almış..

Okuyalım (s. 178):

Ser Yaveri Hazreti Şehriyari Naci Bey Efendiye

Talat Paşa kabinesinin (bakanlar kurulunun) mefluç (felç olmuş) bir halde, Tevfik Paşa Hazretlerinin muayyen (belirli) bir kabine teşkilinde müşkülata maruz bulunmakta (zorluklara uğramakta) olduğunu haber alıyorum. Ordular muharebe (savaşma) kudretinden mahrum ve zaten kuva-yı mevcude (var olan kuvvetler) müdafaadan aciz bir hale getirilmiştir. Düşman her gün daha müsait ve ezici şurut (şartlar) ihraz etmektedir (kazanmaktadır). Müttefiken (Almanya ile ittifak/birliktelik) olmadığı takdirde münferiden (tek başımıza) ve behemehal (neye mal olursa olsun) sulhu (barışı) takarrür ettirmek (gerçekleştirmek) lazımdır ve bunun için fevt olunacak (kaybedilecek) bir an dahi kalmamıştır. Aksi takdirde memleketin kamilen (tamamen) elden çıkması ve devletimizin gayrı kabili telafi (telafisi imkansız) mehalike (tehlikelere, helake) maruz kalması baidü'l-ihtimal (uzak ihtimal) değildir. Muhterem padişahımıza olan sadakat ve merbutiyetim (bağlılığım) ve vatanımın temini selameti (selametinin sağlanması) itibariyle arzederim ki Tevfik Paşa Hazretleri filhakika (gerçekten) müşkülata tesadüf etmişlerse sadaretin (sadrazamlığın, başbakanlığın) derhal İzzet Paşa Hazretlerine tevcihi (verilmesi) ve müşarunileyhin (adı geçenin) de esası Fethi, Tahsin, Rauf, Canbulat, Azmi, Şeyhülislam Hayri ve acizlerinden (benden) mürekkep (oluşan) bir kabine teşkil etmesi oluşturması zaruridir (zorunludur). Zevat-ı mezkurenin (anılan şahısların) vücuda getireceği kabine vaziyete hakim olabileceği zann u itikadındayım. Tevfik Paşa Hazretleri size isimlerini söylediğim zevata (kişilere) müracaat ettiği takdirde mazhar-ı teshilat (kolaylıklara mazhar) olabilir zamıederim. Münasip ise bu zevatın Şevketmeap (Padişah) Efendimize arzını rica ederim.

Teşrinievvel 918

Fahri Yaveri Hazreti Şehriyari (Padişah hazretlerinin fahrî yaveri) Mustafa Kemal

*

Görüldüğü gibi, imzayı “yaver” olarak atmış.

Padişah’ın yaveri.. Has adamlarından..

Sadece bu telgraf metni bile hem Vahideddin-Selanikli ilişkisinin hem de Selanikli Mustafa’nın karakter ve kişiliğinin anlaşılması bakımından yeterlidir.

Bir şu telgrafta yazdıklarına bakın, bir de sonradan Falih Rıfkı gibi adamlarına anlattıklarına ve Nutuk’unda söylediklerine..

Sonradan söylediklerine bakılırsa Vahideddin’e karşı hiçbir zaman bir sadakatinin ve merbutiyetinin (bağlılığının) bulunmamış olması gerekir.

Aslında, sonradan söyledikleri doğru.. Hiçbir zaman gerçek bir sadakati ve merbutiyeti olmadı.

Bu telgrafında yaptığı ise yalakalık, sahtekârlık, dalkavukluk, koltuk kapmak için etek öpücülük, postal yalayıcılık, takiyye, gözboyama, hile..

Sorun şurada ki, Vahideddin onun bu sahte dalkavukluklarına inandı. Onun gerçekten sadık ve bağlı, sözünün eri biri olduğunu sandı..

Saf ve som bir fırıldak olduğunu anlayamadı.

*

Bu telgrafın karakteriyle ilgili olarak ortaya koyduğu ikinci bir gerçek, olağanüstü boyutlardaki hırsı, ihtirası, muhterisliği, aç gözlülüğü, doymazlığı..

Acizlerinin (kendisinin) hükümette mutlaka yer alması gerekiyormuş, bu, zaruriymiş, zorunluymuş..

Adamın derdi koltuk..

Araya başka isimler de sıkıştırıyor ki, salt kendi menfaatini düşündüğü anlaşılmasın.

Ayrıca sonradan o isimlere, “Padişah Efendimiz nezdinde sizin için şefaatçi oldum, sizi bakanlık için tavsiye ettim” diyerek onları minnet altında bırakma imkânına kavuşuyor.

Diyelim ki hükümette yer aldılar, “Benim sayemde bakan oldunuz” diyebilecek..

*

Telgraf metninin ortaya koyduğu bir başka gerçek: Vatan savunmasında gözü yok.. Aklı fikri teslimiyette..

Gözünün olmadığı cephedeki tutumundan belliydi zaten..

Bir komutanın askerlerine vereceği tek emir “Haydi yallah, hep beraber kaçıyoruz!” demek olacaksa, askerlik eğitimine ne lüzum var ki!

Selanikli Mustafa’nın Filistin’de bütün yaptığı buydu..

Verdiği ricat emriyle, sadece başında bulunduğu Yedinci Ordu’nun mahvına değil, bu kaçışa hazırlıksız yakalanarak moralleri çöken gerideki kuvvetlerin de dağılmasına neden oldu.

Padişah’a yaptığı tavsiyeye bakın: Behemehal, yani her hal ü kârda, her ne pahasına olursa olsun barış yapılmalıymış.

Yani “kayıtsız şartsız teslim olalım”.

Nutuk atmaya gelince de “Ya istiklal ya ölüm!”

Vahideddin’e tavsiyesi ise bu: “Ya teslimiyet, ya teslimiyet!”

Behemehal.

Bu hilekâr ve yalancı adam sonradan tutup Vahideddin’i bir de teslimiyetçilikle suçlamaz mı!..

*

Semih Yalçın’ın şu ifadeleri önemli (s. 178-9):

Hüseyin Rauf Orbay'ın hatıraları vasıtasıyla padişahın, Mustafa Kemal'in Suriye'den gönderdiği telgraf metnini yeni kabineyi kurmakla görevlendirdiği Ahmet İzzet Paşa'ya vermiş olduğunu öğrenmekteyiz. Sultan Mehmed Vahideddin böyle yapmakla hiç şüphesiz, Mustafa Kemal'in teklifine ne derece önem verdiğini göstermiştir. Öyle anlaşılıyor ki, Sultan Vahideddin bu davranışı ile yani söz konusu telgraf metnini yeni görevlendirilen sadrazama. vermekle ya Mustafa Kemal'in teklifinin nazar-ı dikkate alınmasını ya da Ahmet İzzet Paşa'nın bu hususta görüşünü almak istemişti. Hangi şık doğru olursa olsun, Sultan Vahideddin'in Mustafa Kemal Paşa hakkında kanaatı olumludur. Hatta "Teşkilat-ı Mahsusa ve M.M. Grubu" başkanı olduğunu söyleyen Hüsamettin Ertürk'e göre, Sultan Vahideddin Mustafa Kemal Paşa'nın Harbiye Nazırlığına getirilmesini (Milli Savunma Bakanı yapılmasını) çok istemiş, fakat Ahmet İzzet Paşa'nın şiddetli muhalefeti karşısında onun bu arzusu gerçekleşmemişti. Ş.S. Aydemir, bu muhalefetin sebebini, Ahmet İzzet Paşa'nın Mersinli Cemal Paşa'ya gönderdiği bir telgrafla izah etmektedir. A. İzzet Paşa telgrafta Mustafa Kemal Paşa'yı çok şey isteyen ihtiraslı bir kişi olarak tanımlamaktadır.

Semih Yalçın’ın bu ifadeleri üzerinde durmakta yarar var.

Öncelikle şunu söyleyelim: Selanikli’nin çok şey isteyen ihtiraslı bir kişi olduğunu söyleyen sadece Ahmet İzzet Paşa değil..

Bunu herkes söylüyor.

Hatta, Selanikli’nin kendisi..

Nitekim, Falih Rıfkı’nın Çankaya’da aktardığı gibi, zina yaptığı kadınardan dul Madame Corinne’e Sofya’dan yazdığı mektupta “Büyük ihtiraslarım var” demiştir.

Ayrıca, Padişah'a gönderdiği söz konusu telgraf da, “acizleri”nin çok şey isteyen muhteris birisi olduğunun belgesi..

Ondan bakanlık koltuğu istiyor.

*

Fakat, Semih Yalçın’ın sözlerinin ortaya koyduğu daha önemli bir gerçek var..

O da şu: Gerçekte, telgrafta yazılanın aksine, Selanikli’nin Padişah’a bir sadakati ve merbutiyeti yoktu..

Fakat Vahideddin’in Selanikli’ye vardı..

Nitekim, Selanikli’nin telgrafını okuyunca “Bu da kendisini fasulye gibi nimetten zannediyor, tutmuş bize akıl veriyor” demiyor, onun, arzusu doğrultusunda bakan olması için Sadrazam’a ısrarda bulunuyor.

*

Evet, sadece şu bilgiler bile, sonradan yaşanan olayların analizi için yeterli ipuçlarını veriyor.

Birincisi, Selanikli Mustafa Kemal, “Köprüden geçene kadar ayıya dayı deme” politikası ile son ana kadar Sultan Vahideddin’i yıkayıp yağlamıştır.

Hatta, Erzurum’da kongre sırasında geceleyin hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e Osmanlı Devleti’ni tarihe gömeceğini, Vahideddin’in saltanatını başına yıkacağını söylediği sırada bile Padişah’a yağ tulumu kıvamında telgraflar göndermiştir. (Bunlar için Kurtuluş Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi kitabımıza bakılabilir.)

Anadolu’ya geçtikten sonra bile telgraflarında dalkavukluğun Nirvana’sına erişmiş cümleler kuran bu takiyyeci, gizli gündemci, yalancı adamın, İstanbul’dayken Vahideddin’in karşısında neler söylemiş olabileceği tahmin edilebilir.

İşin doğrusu, Türk tarihinde bunun kadar yalancı, bunun kadar dolandırıcı, bunun kadar sahtekâr başka biri yok.  

Eşsiz.. 

Yekta.. 

Biricik..

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...