https://archive.org/details/zampara-diktator
ZAMPARA DİKTATÖR
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
YERİNE: DÂHİLİK VE ZAMPARALIK 4
MEVZUBAHİS
OLAN ZAMPARA (MEDENÎ İNSAN) ATATÜRK’SE VATAN VE MİLLET TEFERRUAT 7
ZAMPARA
DİKTATÖR “ORTAK DEĞER” MİDİR? 18
MEVZUBAHİS
ATATÜRK MİTİ VE EFSANESİYSE GERİSİ TEFERRUAT 32
ORTAYLI, ATATÜRK
VE MANTIK 40
İSRAİL’İN İŞAYA KEHANETLERİ
KARŞISINDA TÜRKİYE’NİN ELİNİ AYAĞINI BAĞLAYAN ATATÜRKÇÜLÜK PRANGASI 42
AZİZ NESİN’İN ZÜBÜK’ÜNÜN BİLE YAPMADIĞINI YAPARAK MİLLETİN SIRTINA
HEYKELLERİNİ YÜKLEYEN ADAM: “HEYKELLERİMİ TÜRK HEYKELTRAŞLARA DEĞİL ECNEBİ
HEYKELTRAŞLARA EMANET EDİN!” 47
UŞAĞI CEMAL
GRANDA, MUSTAFA ATATÜRK’TEN AKTARIYOR: “PADİŞAH VAHİDEDDİN BENİ İNGİLİZLER’İ
VATANDAN KOVMAM İÇİN GÖREVLENDİRDİ” 79
HA ATATÜRK’ÜN İZİNDESİN, HA
HAÇLILARIN, ENGİZİSYON’UN… 94
SULTAN ABDÜLHAMİD
İLE KATİL DİKTATÖR ATATÜRK FARKI (YA DA
DİNCİLİK İLE KEMALİZM FARKI) 105
CUMHURİYET TÜRKİYESİ'NİN
RESMÎ DİNİ: ATATÜRKÇÜLÜK PUTPERESTLİĞİ 126
LAİK (SİYASAL DİNSİZ)
DEVLETİN RESMÎ TARİKATI ATATÜRKİYYE’NİN HEYKELLİ-FOTOĞRAFLI RABITA AYİNİ 136
MEVZUBAHİS OLAN VATANCILIK
GÖSTERİŞÇİLİĞİYSE VATAN TEFERRUAT 154
“KAYMAK HAFIZ”I
BAHANE EDEREK KUR’AN’A DÜŞMAN OLMAK, KAYMAĞA OLMAMAK 163
AKIL MI, ATATÜRKÇÜLÜK MÜ? (MEVZUBAHİS ATATÜRKÇÜLÜKSE AKIL DA
TEFERRUAT) 173
ANDINIZ
KEPAZELİĞİ 183
PROVOKASYON,
PARANOYA VE VEHİM 199
BİN 400 YIL
ÖNCESİNİN ÇÖL ARABI GİBİ PUTPERESTLEŞİP HEYKELLERE TAZİMDE BULUNMAK VE HEYKELİ
YAPILAN ÖLÜLERE İBADET ETMEK 212
YUNAN GALİP
GELSEYDİ… 226
KEMALİSTLERİN İŞİ GÜCÜ MASAL ANLATMAK, SONRA DA ANLATTIKLARI MASALLARA
BAŞKALARININ DA İNANMASINI BEKLEMEK 232
ZAMPARA DİKTATÖR ATATÜRK'ÜN
TÜRKİYE İNSANINA EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ 235
*
ÖNSÖZ YERİNE: DÂHİLİK VE ZAMPARALIK
Takvimler
2018 yılının Aralık ayını gösterirken kitapçı vitrinleri A. M. Celal Şergör’ün Atatürk konulu kitabıyla süslenmiş
bulunuyordu: Dâhi Diktatör.
Selanikli Mustafa
Atatürk’ün diktatörlüğü kesindi, fakat dâhiliği tartışmalıydı.
Bununla
birlikte, tartışma konusu yapılamayacak kesinlikteki tek özelliği diktatörlüğü
değildi.
Dâhiliği
tartışma götürse bile, zamparalığı her türlü tartışmanın üstündeydi.
Çünkü zamparalık,
çağdaşlık ve medeniyet (uygarlık)
anlamına geliyordu.. Ve Selanikli zampara, “En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” demiş
bulunuyordu.
Tarikatçılık
alanındaki bu büyük keşfine, Kâzım Karabekir Paşa’ya söylemiş olduğu “Dini ve namusu olanlar
kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız”
şeklindeki “vecize”siyle açıklık getirmişti.
Dolayısıyla
zamparalık, Türkiye’nin kalkınmasının ve milletin zenginleşmesinin önündeki engellerden
birini kaldırmaya yönelik devrimci ve ilerici bir adım olarak
değerlendirilebilirdi.
Bu
açıdan zamparalığın, Celal Şengör tipi tefekkür ve bilimsellik çerçevesinde
Atatürk’ün liderliğinin dahiyane bir tezahürü olduğu düşünülebilirdi..
Selanikli zampara, topluma yaşayışıyla örnek oluyordu.
O
nedenle, elinizdeki metnin, yetersiz ve mütevazı da olsa, Şengör’ün kitabıyla
gerçekleştirmeye çalıştığı “dâhi”lik sondajı ve arama tarama çaabasına yapılmış
bir katkı olarak kabul edilmeyi hak ettiğini düşünmekteyiz.
8 Ekim
2025, Üsküdar
MEVZUBAHİS OLAN ZAMPARA (MEDENÎ İNSAN) ATATÜRK’SE VATAN VE MİLLET TEFERRUAT
Zamparalık
deyip geçmeyelim, Batı tipi “medenî
insan” olmanın alamet-i farikalarından biri.. Belki de birincisi..
Her ne kadar
İstiklal Marşı’mıza göre “Medeniyet
dediğin tek dişi kalmış canavar” ise de, Selanikli Mustafa Atatürk aynı
görüşte değil.
“En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” demiş
bulunuyor..
Selanikli
zamparanın, İstiklal Marşı’mız açısından canavarlığa tekabül eden bu
tarikatçılık merakı nerden kaynaklanıyor, nasıl böyle medeniyetçi (ya da
canavarcı) olmuş derseniz, cevabı biraz derin.
Medeniyetçiliğinin
ardında yatan etken, “ecnebilerle olan
temasları”, yani dış güçlerle
olan irtibat ve bağlantıları.
Yabancılarla
olan temasları sonucunda medeniyet (veya canavarlık) tarikatının sadık bir
müridi haline gelmiş.
Bunu nerden
biliyoruz?
Has adamı
Falih Rıfkı Atay’a yaptığı açıklamalardan:
“Bir gün,
Umumi Harpte [Birinci Dünya Savaşı’nda] İstanbul otellerinden birinin [Pera
Palas] müdürü iken tanıdığım M…. [Martin]
Şişli’deki evime geldi, Birçok şeyden
bahsettikten sonra, bana dedi ki:
“-
Burada ecnebilerle temastayım. Size ne kadar ehemmiyet
verdiklerini de biliyorum. … [Bu nokta noktalar İngiltere] Sefaretinde
(Büyükelçiliğinde) Mösyö F… [Frew] sizinle görüşmek istediğini birkaç defa tekrar etti. İster misiniz sizi bizim evde buluşturayım.”
Fethi Bey’ e
doğru döndüm, kabul et, der gibi baktı:
“-
Konuşalım, dedim, fakat eğer o istiyorsa…”
Davet günü
Madam M….’nin salonundayız. Biraz sonra “- Mösyö F…. F” dediler, içeriye giren
zat oturduğum kanepenin soluna yerleşti. Fransızca görüşüyorduk:
“- Ben
çoktan beri Türkiye’de yaşayan bir ecnebiyim, diye söze başladı, Türklerin,
daha doğrusu, İttihat ve Terakki’nin idaresini bizzat gördüm. Ne fecidir
efendim, bilirsiniz. Umumî Harp’te şahit olduklarımı tekrar etmekten utanırım.
Belki de hepsini anlatsam, medeniyet âlemi Türkiye’yi mahveder.”
“- Fakat,
dedim, siz benimle görüşmek istemişsiniz, bu hanım ve kocası delalet ettiler,
sizinle konuşmam faydalı olacağını söylediler, bana bunları söylemek için mi bu
mülakatı aradınız?”
“- İttihat
ve Terakki’nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz.”
“- Ben İttihat
ve Terakki’nin mümessili değilim!”
Nutkuna
devam etti. Canım sıkılmadı değil, fakat bunu mümkün olduğu kadar saklamaya
çalıştım:
“- Evet,
İttihat ve Terakki’nin mümessili değilim, fakat müsaadenizle söylemeliyim ki
İttihat ve Terakki vatanperver bir cemiyet idi. Başlangıcından çok zaman
sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet hiçbir vakit sizin
bu tezyiflerinize (aşağılamalarınıza) hak verecek bir mahiyet almamıştır. Çok
kusurları ve yanlışları olabilir. Ama vatanperverliği münakaşaların
üstündedir.”
Bu zatın, bu
mülakatı [ne] için istediğini hâlâ anlamadım.
Fakat bir küçük hatırama ilave edeyim: Ankara’da bulunduğum sıralarda bir gün
Antalya’ya geldiğini ve Madam M….’in salonunda
kendisinden “Gene görüşelim!” vaadi ile ayrılmış olduğumu hatırlattığını yazdılar.
Ne cevap verdiğimi tahmin edersiniz.
Ecnebilerle
bu temaslar, beni tanıdıklarımdan birçoğunun düşüncelerinden
uzaklaştırmaya yardım etti. Benim kanaatim o idi ki, ve daima o
oldu ki dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan
olmak vasıflarını ve kudretini kendilerinde görmelidirler. Bu
uğurda her türlü fedakârlığa razı olmalıdırlar.
Yoksa hiçbir medeni millet, onları kendi sırasında ve safında görmek
istemez.
(Falih Rıfkı
Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, İstanbul:
Cumhuriyet Gazetesi, 1999, s. 131-3.)
Görüştüğü
şahıs, İngiltere Büyükelçiliği’nin rahibi görüntüsü altında kendisini
kamufle eden Robert Frew..
Asıl işi
casusluk..
İngiliz gizli servisinin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi..
Selanikli,
Falih Rıfkı’nın 1926 yılında yayınlanan bu notlarında, Frew ile bir kez görüştüğünü söylüyor, fakat bir
yıl sonra irat edeceği meşhur Nutuk’unda “bir iki defa” diyerek kendisini yalanlayacaktır.
Onunla
yaptığı görüşmelerden, yaveri Cevat
Abbas ile TBMM hükümetlerinin ilk başbakanı Rauf Orbay da hatıratlarında bahsediyorlar.
Ancak,
Selanikli zampara Nutuk’unda salağa yatarak Frew’un ajanlığını gözlerden
saklamaya çalışıyor, ondan, saftirik ve zararsız bir macera heveslisi gibi söz
ediyor.
Anlaşılır
bir durum.
*
İşin aslı ise, Selanikli’nin sağ kolu, başbakanı, Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi
Komutanı Orgeneral İsmet İnönü’nün, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü
vesilesiyle verdiği demecinde gizli:
"İstiklâl mücadelesinin başarısı da
esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu
kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
İngilizler’in
Anadolu’da başarılı bir istiklal mücadelesi vererek Osmanlı Devleti’nin yaşam
alanını gasp edecek ve onun ölümüne yol açacak bir devlet kurması için
seçtikleri kişi, Selanikli zamparaydı.
Frew ile yapılan
görüşmelerde taşeron zamparaya ihale şartları bildirildi.
Selanikli
siyasal dolandırıcının ajan Frew ile görüşmesi hakkında
kullandığı şu ifadeler, "istiklal mücadelesi"ne verilecek destek
karşılığında Selanikli'den Türk milletini "insan" haline getirmesinin
ve "medeniyet tarikatı"na intisap ettirmesinin istenildiğini
gösteriyor:
"Ecnebilerle
bu temaslar, beni tanıdıklarımdan birçoğunun düşüncelerinden
uzaklaştırmaya yardım etti.
"Benim
kanaatim o idi ki, ve daima o oldu ki dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak vasıflarını ve kudretini kendilerinde
görmelidirler. Bu uğurda her türlü fedakârlığa
razı olmalıdırlar. Yoksa hiçbir medeni millet, onları
kendi sırasında ve safında görmek istemez."
Ecnebilerle olan bu temaslarında
onların etki alanına girmiş, onların uydusu haline gelmiş, zihniyetlerini
benimsemiş.
Öyle söylüyor.
Fakat mesele bu kadar basit
değil.. Ajan Frew ile yapılan bir pazarlık var.. İngiliz sana
destek olmak için bir "karar" alıyorsa, karşılığında mutlaka
senden alacağı birşey vardır.
O da, milletçe (en azından zihniyet
düzeyinde) İngiliz emperyalizminin kölesi olmayı kabul etmenizdir.
Anlaşılıyor ki, İngiliz
emperyalizminin temsilcisi Frew, Selanikli zamparaya kibar bir dille şu
mesajları vermiş:
Bir: Biz medenîyiz,
uygarız.
İki: Siz müslüman Türkler, bırakın
medenî olmayı, insan bile değilsiniz.
Üç: Bu halinizle sizi insan
sırasında ve safında görmemiz mümkün değildir.. Resmen hayvansınız.
Dört: Dolayısıyla, "karar"ımız
çerçevesinde kuracağın yeni devletin, Türk milletini "insan" yapmak ve medenîleştirmek için her
tür fedakârlığa razı olması gerekiyor. En başta da İslam'la ilgisini
kesmeli, laik (siyasal dinsiz) olmalıdır.
*
Evet, Türkiye'de hayata
geçirilen İngiliz ilke ve inkılapları, Selanikli zamparanın
İngilizler'le yaptığı örtülü anlaşmanın ürünüydü.
Selanikli’nin
ajan Frew ile söz konusu görüşmeleri
Kasım 1918 ortalarından Ocak 1919 ortalarına kadar olan iki aylık sürede yapmış
olduğu, sonraki gelişmelerden anlaşılıyor.
İşe yarar
herkesi tutuklayıp Malta’ya sürgün
eden İngilizler’in vize verip
Samsun’a çıkarttıkları Selanikli’nin, Erzurum Kongresi’nin bittiği ve
kendisinin Heyet-i Temsiliye başkanlığını kaparak konumunu sağlama aldığı gece
(kimseye söylenmemesi, milletten
gizlenmesi kaydıyla) hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e
“medenîleşme müjdesi” verdiğini biliyoruz.
“Zafer”den
sonra cumhuriyet ilan edilecek ve kendisi cumhurbaşkanı
olacaktır. (Millete ise makam mevkide, koltukta gözünün olmadığını, Osmanlı
Devleti’ni ve halifeyi kurtarmaya çalıştığını söylüyordu.)
Cumhurbaşkanı
olarak yapacağı icraat ise, “medenîleşme”den
ibarettir: Tesettür (İslamî örtünme)
kalkacaktır, şapka giyilecektir, Kur’an alfabesi atılacak Latin
harfleri alınacaktır..
Selanikli
zampara İngiliz ilke ve inkılaplarının diğer maddelerini de sayacakken Mazhar
Müfit sözlerinin devamını dinlemeye gerek görmemiş.. Selanikli’yi fazla hayalci
bulmuş.
Biraz
sabırlı olsaydı, belki de, Selanikli’nin ileride Kâzım Karabekir Paşa’ya
açıklayacağı sihirli değnekvari “zenginleşme” formülünü herkesten önce duyma
şerefine nail olacaklardı:
“Dini ve namusu olanlar
kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız”
Selanikli hayalci
değildi, oldukça gerçekçiydi, ve de başarısından emindi.
Çünkü, Osmanlı
hükümetinin ve Padişah Vahideddin’in ensesinde boza pişiren işgalci İngilizler
ona, İnönü'nün açıkladığı gibi, (Osmanlı’ya karşı vereceği) “istiklal
mücadele”sinde başarı garantisi vermiş durumdaydılar.
Karşılığında
ise “insanlıktan nasipsiz barbar” Türk milletini “insan” haline getirip
“medenîleştirme”sini istemiş bulunuyorlardı.
Mesela, tesettür
olmamalıydı, millete (sopayla yola getirilen eşek muamelesi yapılıp) zorla şapka giydirilmeliydi..
*
Selanikli’nin
Frew ile yaptığı anlaşma, gizli
servis (istihbarat teşkilatı) tipi “örtülü”
bir anlaşmaydı. Gizliydi.. Adı üstünde, “gizli”
servis..
Bunun
resmiyet kazanması Lozan ile oldu.
Ancak, Lozan’da da yine bazı “gizli”
taahhütlerde bulunuldu.. Resmî fakat gizli.. Türk milletine herşey
açıklanmamalıydı.
Böyle bir
gizli taahhüdün varlığını iki cumhurbaşkanı, Celal Bayar ile Turgut Özal,
ifşa etmiş durumda.
Böylece, İsmet İnönü’nün ilk ve en önemli
parçasını yerleştirdiği “puzzle” tamamlanmış oluyordu.
Özal’ın
sözleri, ölümünden sonra medyada yer buldu. Celal Bayar’ın sözlerini ise, beş
dönem milletvekilliği yapmış olan hukukçu Süleyman
Arif Emre, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadesinde
açıklamıştı.
Emre ayrıca,
Hukuk Fakültesi’nde kendisinden ders almış olduğu hocası Prof. Nusret Metya’dan
da bu gerçeği öğrenmiş bulunuyordu.. Metya, Lozan’da hukuk müşaviri olarak
görev yapmış bir uzmandı.
*
Zamparalık
deyip geçmeyelim, Batı tipi “medenî
insan” olmanın alamet-i farikalarından biri.. Belki de birincisi..