HER ÜLKENİN MİLLİ TUZAKLAMA TEŞKİLATI'NDA HER ODAYA O ÜLKENİN TAĞUTUNUN RESMİ YERİNE ASILMASI GEREKEN AYET-İ KERÎMELER

 

Kendilerine bir korkutup uyaran gerçekten gelirse, herhangi bir toplumdan mutlaka daha doğru yolda olacaklarına dâir bütün güçleriyle Allah'a yemîn ettiler. Fakat kendilerine bir korkutucu gelince, bu onlarda nefretten başka birşeyi arttırmadı.

Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötü tuzak kurarak.. Hâlbuki kötü tuzak, ancak sâhibine dolanır. O hâlde, öncekilere tatbîk edilen kanundan başkasını mı bekliyorlar?! Allah'ın kanununda (sünnetullahta) asla bir değişme bulamazsın! Ve Allah'ın kanununda asla bir sapma bulamazsın (kazdıkları kuyuya kendileri düşer, körükledikleri fakat kontrol edemedikleri fitne kendi başlarına bela olur)!

(Fâtır, 35/42-43)


SİYASAL İSLAM HÜRRİYET, SİYASAL HALKÇILIK (DEMOKRASİ) İSE SÜRÜLEŞMEDİR




Siyasal İslam’a karşı olduklarını söyleyenler, siyasal milliyetçiliğe karşı olduklarını niçin söylemiyorlar?

Siyasal dinsizliğe (laikliğe) niçin karşı çıkmıyorlar?

Siyasal Batıcılığa (Avrupa Birliği hedefine) niye karşı değiller?

Siyasal halkçılığı (demokrasiyi) niçin sakat bulmuyorlar?

İslam, baştan sona iyiliktir.. Böyleyken, siyasal nitelikte olması onu zararlı hale getiriyorsa, başka şeyler niçin siyasal olunca kötü hale gelmiyorlar?

Siyasal neden bütün haspalara yakışıyor da, bir tek İslam söz konusu olunca yakışık almıyor?

Mesela siyasal Türkçülüğe neden karşı çıkılmıyor?

Siyasal Kürtçülük kötüyse -Ki sapına kadar kötü-, siyasal Türkçülük de kötü olmalı değil midir?!

*

Türkiye gibi yoğun Kürt nüfusun bulunduğu bir yerde bir Kürt’ün Kürtçe eğitim-öğretim istemesi, hatta Kürtçe’nin de resmî dillerden biri olmasını istemesi tabiîdir.. Mesela çağdaş ve uygar İsviçre’nin iki tane de değil, dört tane resmî dili var.

Kürt’ün kendi kimliğini, gelenek ve göreneklerini korumak istemesi kadar doğal birşey olamaz.

Ancak, ayrı devlet olmak istemesi doğru değildir.

Fakat, Kürt’e normalde sahip olması gereken hakları vermediğiniz, kimliğini ve dilini yok saydığınız, ona “Türk oğlu” olduğunu söyleme dayatmasında bulunduğunuz zaman, onu “ayrı bir devlet” olma yönünde ahmakça tahrik etmiş olursunuz.

Çünkü, kimliğini, dilini ve kültürünü korumanın yolunun devletleşmekten geçtiğini düşünecektir.

Bir de tutup “milliyetçilik” yaparsan yaraya tuz basmış olursun.. Bu durumda Kürt, “Benim başım kel mi, Türk için milliyetçilik iyiyse, Kürt için de iyi demektir, o halde ben de Kürt milliyetçisi olayım” der.

Ve olur.

Dünyada Türkiye’deki Türk milliyetçiliği kadar aptalca, içi boş, neyi savunduğundan habersiz, kendi ayağına kurşun sıkan, bindiği dalı kesen dangalakça bir ideolojimsi var mıdır?!

Ve de Türkiye’de gerçekten bir “devlet aklı” var mı?!

*

Evet, Türkiye’de Kürtler’in vatandaş olarak bütün “insanî” hakları istemeleri doğaldır.

Fakat “Siyasal Kürtçülük” yanlıştır.

Çünkü “siyasal”lık sadece İslam’a yakışır.

Mevcut durumda Türkçülük, Kürtçülük, laiklik (siyasal dinsizlik) vs., İslam’ın hakkı olan “siyasal”ı gasbetmekte, sonra da, tegallüb, tasallut ve yağmacılıklarını örtmek için “Siyasal İslam” düşmanlığı yapmaktadırlar.

Bir müslüman ne milliyet-çi (siyasal Türkçü, Kürtçü vs.), ne demokrat (siyasal halkçı) ne de laik (siyasal dinsiz) olabilir.

Sadece “Siyasal İslamcı” olabilir..

Kürdistancılık, Arabistancılık, Türkiyecilik vs. (ırkının adını yüceltme, ulusal çıkar putuna secde etme davası) müslümanın benimseyebileceği ideolojik duruşlar değildir.

Müslümanın davası ancak îlâ-yı kelimetillah (Allah’ın sözünü yüceltme) olabilir.

*

Sapıklığın da (LGBT, feminizm vs. dalaverelerinde olduğu gibi) siyasalı var, fakat Siyasal İslam düşmanlığı yapanların siyasal sapıklığa (sapıklığın siyasallaşmasına) laf söylediklerini göremiyoruz.

Beşerin ürettiği (ve “Allah’ın indirdiği” ile çelişen) hukuk sistemlerini Şeriat’e üstün tutan herkes, (İslam nokta-i nazarından) siyasal sapıktır.

Dolayısıyla, laik demokrasi yanlıları da (çağdaşlık açısından normal, “norm”a uygun olmakla birlikte, İslam açısından) siyasî sapıktırlar, çünkü “millet çoğunluğunun iradesi”ni Allahu Teala’nın iradesine, milletin taleplerini Allahu Teala’nın emir ve yasaklarına üstün tutmaktadırlar.

Bu da sapıklık (sapıtma) değilse, sapıklık nasıl birşeydir?. İslam açısından sapık olmak için başka neyi savunmak gerekiyor?

Dinin devlete hakim durumda bulunması (yani adına devlet denilen siyasetçi ve bürokratlar yığınının Allahu Teala’ya itaat etmesi) gerekirken, dinin devletin emrinde ve kontrolü altında olması, yani adına devlet denilen siyasetçi ve bürokratlar yığınının Allahu Teala’nın emir ve yasakları hakkında “Bu tamam, şuna gerek yok, şu reddedilmeli” diye hüküm vermeleri de sapıklık değilse, sapıklık nedir?

Sapıtmanın, haddini bilmezliğin bundan daha âlâsı olabilir mi?

*

Merhum İsmail Çetin Hoca şunu diyor:

“Beşerî sistemle İlahî sistem arasındaki farklardan biri de budur. Beşer, çıkardığı kanunu nefsi hakkında değil gayri [başkaları] hakkında icra eder. Peygamberler ise melek vasıtasıyla veya ilhamla Allah Teâlâ’dan telakki ettikleri vahyin hükmünü hem kendi nefsleri hakkında hem de başkası hakkında icra ederler…

“Beşerin çıkardığı kanun, sevdiği bir kimsenin aleyhine geldi mi, ondan cezayı kaldırmak için yeni bir kanunu çıkarır. Böylece Allah Teâlâ’nın veya kulunun hakkına tecavüz eden zalim dostunu kurtarır ve korur. Demek beşerden kanun çıkaran kimse kendisi çıkarttığı kanuna inanmamış oluyor….”

(İsmail Çetin, Şuur, 2. b., Isparta: Dil-ârâ Yayınları, 1992, s. 88.)

* 

Şeriat adalet ve hikmet, Şeriat‘le çelişen bütün beşerî düzenleme, ilke, kanun ve kurallar ise keyfîlik, zorbalık, tahakküm, baskı ve zulümdür. 

Akıl, yani akl-ı selîm, vahiyle birliktedir. 

Şeriat’le çelişen hükümler ise akla değil, heva, heves, zulüm, tekebbür, tefessüh, sefahat, tuğyan, enaniyet ve bencilliğe dayanır.

Bunların hepsinin temelinde menfaat/çıkar putu yatar.

Nitekim günümüzde uluslararası ilişkilerin temel kavramı “ulusal çıkar“dır.

Günümüz devletlerinin temel ideolojisi ise, söylensin ya da söylenmesin devletçilik ve milliyetçiliktir.

Yani bireysel değil, kitlesel/toplumsal bencillik ve enaniyet. Kendi kendine tapınma.. 

Kitlesel çıkarcılık.

Bireysel çıkarcılıkları topluyorsun, ortaya ulusal çıkar çıkınca bunu kutsal kabul ediyorsun. (Bazı kurumlarda alınan rüşvetlerin bir havuzda toplanıp sonra personel arasında bölüştürülmesi, şayet birisi çaktırmadan fazla alırsa “ahlâksız rüşvetçi, hırsız” kabul edilmesi gibi.)

Bireysel zulümleri topladığında ortaya çıkan ulusal zulüm, kötü olmaktan çıkıp iyi hale gelir mi?!

Bireysel ahlâksızlıklar üstüste yığılıp ulusal ahlâksızlık olarak tek torbaya doldurulduklarında fazilet haline mi gelir?!

*

Üç kişi bir araya geliyor “Biz devletiz” diyorsunuz.. Ardından da “Biz devletçiyiz (Biz Türkiyeciyiz, biz Kürdistancıyız)” (yani “Biz, bizciyiz”) dediğinizde güya bir “fikir sistemi” ortaya koymuş, “yüksek bir ideal” sahibi olmuş oluyorsunuz.

Oysa savunduğunuz şey bayağı ve düşük bir çıkarcılık..

Milliyetçiliğin durumu da aynı.. Üç kişi bir araya gelmiş, kendinizi millet diye adlandırmışsınız.. Yani, “Biz, milletiz” diyorsunuz.. Ardından da “Biz, millet-çiyiz, milliyet-çiyiz” diye güya ideoloji üretiyor, felsefe yapıyorsunuz.

Halbuki yaptığınız şey, “Biz, bizciyiz” diyerek kendi varlığınızı put haline getirmekten ibaret.

*

Bunlar bir de millet iradesinden (milli iradeden) söz ediyor, “halkın kendi kendisini yönetmesi” diyerek heva ve heveslerini “demokrasi” adı altında allayıp pulluyorlar.

Millet iradesinden söz ediyorsan son tahlilde bireysel iradeyi yok sayıyorsun, önemsiz görüyorsun demektir.

Bunun Türkçesi “sürüleşme”dir. Sürü olmadır.

Bu durumda millet iradesine teslim olman, sürüde iradesiz bir “hayvan” (canlı) olmayı kabul etmen demektir.

Bireysel iradeni bu şekilde bir yana bırakıp başka bir iradeye teslim olacaksan, bu ancak ilahî irade olmalıdır.

Bir yöneticiye itaat de, ancak onun ilahî iradeye tabi olması durumunda makul ve meşru hale gelir.

İlahî iradeye, ilahî hükümlere (emir ve yasaklara), Şeriat’e tabi olman, seni “insan” yapar.

Şeriat’e aykırı olarak “milli irade”ye tabi olman ise seni (sürüdeki iradesiz ve şuursuz/bilinçsiz) “hayvan” (canlı) haline getirir.

Hatta, ayet-i kerimede geçtiği gibi “hayvandan da aşağı” (bel hum adall) hale gelirsin.

*

Sosyal demokrasi, muhafazakâr demokrasi, laik demokrasi vs. fark etmiyor, demokrasiyi (siyasal halkçılığı) benimsemek küfürdür.

Çünkü şirktir, insanları rab/tanrı haline getirmektir.

Bunu ben söylemiyorum.. Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hoca, Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde Tevbe Suresi’nin 31’inci ayetini açıklarken söylüyor.

Hristiyanlar’ın rab haline getirdikleri papazların yerini laik demokrasi (siyasal halkçılık, siyasal milletçilik) ile birlikte parlamentoların (millet meclislerinin) aldığını belirtiyor.

Aynı şekilde Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de, laikliğin (ister demokratik olsun ister diktatoryal) küfür olduğu fetvasını veriyor, bundan şüphe edenin de kâfir olacağını dile getiriyor.. (Ki laiklik, demokrasinin "olmazsa olmaz" bir rüknü kabul ediliyor.. Mesela Türkiye'de demokratik seçimlerle gelen bir hükümetin laikliğe aykırı bulunan düzenlemeler yapmak istemesi, "demokratik yolla gelip demokrasiyi ortadan kaldırma" olarak yorumlanabiliyor.. Yani demokrasiden anlaşılan, son tahlilde, milletin tercihlerine kulak verilmesi değil, milletin tercihlerinin "siyasal dinsizlik" parantezine hapsedilmesi.)

Yine, Allame Zahidü’l-Kevserî de laikliğin, yani Şeriat’le kayıtlı ve şartlı olmayan bir yönetimi benimsemenin küfür olduğunu yazmış durumda.

Merhûm Ali Haydar Efendi de, “Demokrasinin D’sini ağıza almak bile küfürdür!” demiş bulunuyor.. Ağzına almaktan kastı, benimseme. (Bkz. http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ziyaiyye-bekcisi/tenakuzlar-cukuru-mu-fikir-fahiseligi-mi.html)

*

“Derin”lerin yaptıkları rol paylaşımı çerçevesinde kendi aralarında horoz dövüşü yapan zamane “ehlî sünnetçiler”i ile modernist ilahiyat hokkabazlarına gelince..

Ehlî sünnetçilere örnek, Selanikli diktatör Mustafa Atatürk’ün aleyhinde konuşmanın haram, Erdoğan’a (cumhurbaşkanı olması hasebiyle) itaatin de farz olduğunu söyleyen Cübbeli Zahmet.

(İslam’dan da, içinde yaşadığı düzenden de, kendisinden de habersiz bir şaşkın; çünkü, cumhurbaşkanına itaatin farz olduğunu söyleyerek din ile devlet işlerini birbirine karıştırmış, laikliği yok saymış durumda.)

Güncellemeci modernistlere örnek ise, Erdoğan için “ulu’l-emr” demiş olan (pırasasör kontenjanından ilahiyat prof.u) Şaban Ali Düzgün. (Erdoğan'ın İslam’a göre ulu’l-emr olabilmesi için “Atatürk ilke ve inkılapları”na bağlılık yemini etmek şöyle dursun, TBMM kürsüsünde “Allahu Teala’nın ilke ve inkılaplarına aykırı her görüş ayağımın altındadır” diyebilmesi gerekiyor Şaban!. Lütfen uyan!)

(Görüldüğü gibi, Şaban’ın Cübbeli’yle ortak noktası, bunun da laikliği yok sayması.. Ondan farkı ise matruş ve şapkalı olması.. Bunun sarık ve cübbeyi rezil kepaze etmeme, rezaleti şapkanın ve sinekkaydı traşın gelir hanesine yazdırma gibi bir meziyeti var.)

Nedense, Cübbeli ve Şaban gibilerin bu tür “laikliğe aykırı” laflarına kimse itiraz etmiyor.

Derinler, “dinin devlete hizmet edecek şekilde güncellenmesi” durumunda laikliği hemen rafa kaldırıyor ya da sümen altı ediyor ve tezgâhın altına saklıyorlar.

Fakat devletin dine hizmeti söz konusu olunca bunları bir gam, keder, gussa ve tasa alıyor.


LAİK DEMOKRASİ, ESARET VE KÖLELİK REJİMİDİR (BEN DEMİYORUM, MERHUM BÜYÜK ALİM ELMALILI DİYOR)

  Laiklik (siyasal dinsizlik), Türkçe’siyle “dinler arasında tarafsız olmak”, aklı bir tarafa bırakıp doğru ile yanlış arasında tarafsız ol...