ATATÜRK VE İNGİLİZ MANDASI (YA DA: BU MİLET ATATÜRK'Ü NE KADAR ANLIYOR?)

 



İngiltere Kralı Edward (ayak ayak üstüne atıp koltuğa manda gibi kurulmuş olan) ve Mustafa Kemal Atatürk


Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan’ın bugünkü (22 Ekim 2023 tarihli) yazısının başlığı şöyle: “Mustafa Kemal’i de Vahdettin’i de anlıyorum”.

Sonradan (Türkoğlu dururken) Atatürk soyadını alan, Türkler’in atası olma gibi (en hakiki mürşit ilim açısından hurafeye karşılık gelen) gerçek dışı bir iddiayı soyadı olarak benimseyen (Ali Rıza ile Zübeyde oğlu) Mustafa Kemal’i anlamak önemli.. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamadan bugünkü Türkiye’yi anlayamayız.

Atatürk’ü anlamak günümüz Türkiye’sini anlamak açısından önemli olduğu gibi, itikadî açıdan da önemli..

Çünkü birileri, “Yok Zafer Bayramı’ydı, yok Çocuk Bayramı’ydı” gibi bahanelerle onun adının (sanki Atatürk bir peygambermiş gibi) bir ibadet olan cuma hutbelerinde anılmasını isteyecek kadar gemi azıya almış, işi itikadî ve fıkhî bir mesele haline getirmiş durumdalar.

Atatürk’ü ibadetin bir parçası haline getirebilirlerse Atatürkçü putperestlik yontusunun son cilasını da vurmuş olacaklar.

Sanki dünyadaki en büyük türbe olan Anıtkabir, paraların ve pulların üstündeki Atatürk resmi, kamu binalarının önündeki Atatürk heykelleri, meydanlardaki Atatürk yontuları, devlet daireleri ve okullardaki Atatürk fotoğrafları, milli bayramlardaki Atatürk güzellemeleri Mustafa Kemal’e yetmiyor.

*

Kılıçarslan’ın bir cümlesi şöyle:

İstiklal Harbi’ne giden süreçte Vahdettin’in başta Mustafa Kemal’i ve bazı diğer rütbelileri “Anadolu’da bir direniş örgütlemek” için sevk ettiği apaçık bir gerçektir benim açımdan.

Bunun apaçık bir gerçek olduğu, kendisini ata Türk kabul etmemizi isteyen Mustafa Kemal’in kendi itirafı ile de sabit..

Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’da ondan naklettiği (Vahdettin’le görüşmesine ilişkin) sözler ortada.. Adam, Samsun’a hareketinden bir gün önce Saray’da Vahdettin’le özel (başbaşa, yalnız) görüşüyor.

İnsan “Ne bu samimiyet?” diye sormaz mı?

Gel gör ki, kendisini olduğundan fazla göstermeyi çok iyi beceren, (bir yazımızda dile getirdiğimiz gibi) istihfaf ile tahfif arasındaki farkı anlayacak kadar bile Osmanlıca’ya hakim olmayan echel tarihçi İlber Ortaylı ukalası bile bunu kabul etmiyor. (Mesleği gereği bilmesi gerekirken Osmanlıca’yı bile doğru dürüst öğrenememiş bir tarihçinin yabancı dilleri ne kadar öğrenmiş olabileceği ayrı bahis. Benim gibi yarım yamalak biliyordur.)

Böylece, cahillik, geri zekâlılık ve sahtekârlığı şahsında aynı anda cem etme becerisini göstermiş durumda.. Böyle bir sıradışı yeteneğe herkeste rastlanmaz.

[Yeri gelmişken bir başka geri zekâlı tarihçiye daha saygılarımızı sunalım: Yusuf Halaçoğlu adlı salakoğlu.. Sosyal medyada bir paylaşım yapmış, işte efendim biyoloji okursan şununla, tıp okursan bununla, tarih okursan falanca şeyle, paleontoloji okursan filanca şeyle karşılaşırmışsın, “Ama hiçbir şey okumazsan sana ne söylenirse ona inanırsın”mış. DNA’sı itibariyle yüzde 98 şempanze olmayı yeterli görmeyip zekâ bakımından yüzde 100 maymun olmayı başaran bu gerzek, okumak ile dinlemek arasındaki fark(sızlığ)ı bile anlayamamış. Bir adamın ağzıyla söyledikleri yazıya geçtiğinde doğruluk derecesinde artış mı oluyor angut?! Bu sahte maymun birtakım bilimsel disiplinlerin adlarını saymış, atladıklarını da ben söyleyeyim: Şayet Mantık okumuş olsaydı kendisinin geri zekâlı olduğunu kesin biçimde anlardı; çünkü Mantık kurallarını anlayacak bir beynin kendisinde bulunmadığını olanca acılığıyla farkederdi.. Şayet epistemoloji ve bilim felsefesi okumuş olsaydı, o zaman da böylesi gevezelikler yapmakla sadece cehaletini sergilemiş olduğunu anlayabilirdi.. Hayır, anlayamazdı, çünkü bu angutta epistemoloji ve bilim felsefesini anlayabilecek zekânın zerresi yok.]

*

Kılıçarslan’ın yazısına dönelim..

Mustafa Kemal’in “Amerikan yahut İngiliz mandası isteyenler”in aksine, direniş yolunu seçtiğini söylüyor.

Ancak, mesele bu kadar basit değil..

Birincisi, Mustafa Kemal’in daha savaş devam ederken Sultan Vahideddin’e telgraf çekip İngilizler’le anlaşılmasını, yani teslim bayrağı çekilmesini istediği biliniyor. Belgeli..

Direnişçi (sahte değil, gerçek direnişçi) adam böyle mi yapar?

İkincisi, Mondros Mütarekesi yapılınca hemen İstanbul’a geldiği ve gazetelere İngilizler lehine, İngiliz dostluk ve muhipliğinin şahikası anlamına gelen beyanatlar verdiği de sabit..

Üçüncüsü, yine Nutuk’undaki kendi ifadeleri ve arkadaşlarının itirafları ile sabit olan bir gerçek var: İstanbul’da İngiliz Gizli Servisi’nin İstanbul şefi Rahip Frew (Fro) ile mahrem (evet, mahrem, başbaşa) defalarca dostane görüşmeler yaptığı biliniyor.

Acaba İngiliz'in baş ajanıyla böyle gizli saklı ne konuşuyordu, hiç merak etmeyelim mi?

Dördüncüsü, Mustafa Kemal İstanbul’da (annesinin evinde kalması mümkünken) gidip işgalci İngiliz subaylarının kaldığı Pera Palas’ta bir süre ikamet etmiş, işgalcilerle burada yarenlik etmiş, Türk misafirperverliği sergilemiş bulunuyor.

Beşincisi, İngiliz Daily Mail gazetesi yazarı Ward Price, hatıratında, Mustafa Kemal ile İngiliz subayları arasında aracılık yaptığını, Mustafa Kemal’in bu subaylara “İngilizler için Anadolu’da valilik yapma” teklifinde bulunduğunu yazmış durumda.

*

İşte tam bu noktada, dönemin şahitlerinden Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin iddiası devreye giriyor.

Ona göre, Vahideddin, (İngilizler’in Anadolu’ya geçmesi için vize vereceği kesin görünen) güvendiği yaveri Mustafa Kemal ile İngilizler’e oyun oynamak istedi, fakat İngilizler Mustafa Kemal ile ona oyun oynadılar.

Doğal olarak Atatürkçüler bunu kabul etmiyorlar.

Onlara göre Mustafa Kemal Atatürk İngilizler’le kanlı bıçaklı idi.. Fakat kindar bir adam olmadığı için İstiklal Harbi’nden sonra onlarla iyi ilişki kurdu, Kral Edward’ı İstanbul’da ağırladı.

Şeyhülislam’a göre ise, İngilizler Mustafa Kemal’e, “Yunan’ı bir süre Ege’de bekleteceğiz, sen bu arada Anadolu'da bir meclis topla, yeni bir medeni/uygar devletin temelini at, sonrası bahtına, gayretine ve becerine kalmış” dediler.

Derdi gerçeği bulma olan sorgulayıcı bir bakış açısı şunu gözardı edemez: Şeyhülislam’ın iddiası doğruysa, Mustafa Kemal’in manda taraftarı olması anlamsız olurdu. Çünkü bir manda durumunda yeni bir devlet kurulmaz, Osmanlı Devleti İngiliz ya da Amerikan mandası haline gelmiş olurdu.

Ve Mustafa Kemal’e buradan ekmek çıkmazdı.. 

Çıkmazdı çünkü Erzurum Kongresi oturumlarında dualar eşliğinde Osmanlı Devleti'ni ve halifeyi (padişahı) kurtarma yeminleri ederken gece Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit'e açıkladığı gerçek amaçlarını (Osmanlı Devleti'ni tarihe gömüp cumhuriyet ilan etme, millete şapka giydirme, İngilizler'le aynı alfabeyi kullanma, Fransız'ın Maraş'ta yapamadığı şeyi yaparak tesettürü/örtüyü kaldırma projesini) gerçekleştiremezdi.

Ve de "vatan kurtaran kahraman" olarak anıt türbesi, heykelleri ve resimleriyle putlaştırılmaz, en iyi ihtimalle İngiliz manda yönetiminin başarısı için çaba sarfetmiş işbirlikçi bir İngiliz muhibbi olarak tarihin tozlu sayfalarında ismi kaybolur, silik bir figür olarak unutulur giderdi. 

(Bu konuları “Kurtuluş Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi” adlı kitabımızda farklı boyutlarıyla ayrıntılı bir şekilde yazdık: https://archive.org/details/kurtulus-savasinin-sansursuz-tarihi)


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...