PUTLAR VE “ÖRTÜLÜ” AKIL

 




Türkiye’de bir ara birkaç Atatürk heykeline saldırılmış, Prof. Hayrettin Karaman hemen kaleme sarılmıştı.

Yeni Şafak’ın 14 Eylül 2017 tarihli sayısında yayınlanan yazısına “Putuna söversen Allah’ına söverbaşlığını uygun görmüştü.

Onun sözlerinin de, bizim meramımızın da doğru ve tam anlaşılması için önce yazısını okuyalım:

Peygamberimiz (s.a.) Mekke’yi fethettikden sonra Kâbe’yi dolduran putları temizletti, bir sahâbîyi göndererek Taif’teki meşhur putu kırdırdı… Bunlar doğru, ama Hicretten önce de Kâbe putlarla dolu iken o ve ashabı orada ibadetlerini yaptılar ve putlara da dokunmadılar. Bu tarihte putlara dokunmanın faydasından çok zararı vardı, fetihten sonra ise onları orada bırakmanın o tarihte, o şartlarda ve o toplum için zararı vardı. Fayda-zarar hesabı yapmadan başka dinlerin kutsallarına dokunmak, onlara küfür ve hakaret etmek İslam’ın talebi değildir. İslam’ı tebliğ etmenin ve diğer dinlerin yanlış ve eksik taraflarını anlatmanın uygun yolları vardır ve ve yollar her zaman, her yerde aynı değildir.

Yanlış yapmanın acı bedellerinden birini de şu haberde görüyoruz:

“2001 yılında önce Afganistan’da Buda heykellerinin yıkılması bahanesi ve arkasından 11 Eylül olayları esnasında Burma Askerî Yönetiminin ülkede yaşayan Müslümanların El Kaide ile bağlantılı oldukları imalarıyla gerginlikler tırmandırılmıştır. 800’den fazla insan katledilmiş, 2000’den fazla insan yaralanmıştır. Akyab’da 6 Müslüman mahallesi tamamen yıkılmıştır. Budist rahipler öncülüğünde 1000’den fazla kişi Müslümanların dükkânlarına, evlerine ve camilerine saldırarak adeta bir yok etme faaliyetine girişmiştir.”

Bugünlerde içimiz acıyarak takip ettiğimiz Arakan Müslümanlarının katliamı için de başka bahaneler ve sebepler yanında Buda heykelinin kırılması ve ona yönelik hakaretler var.

Katliamın öncüsü ise eski Budist rahip ve 969 hareketinin lideri Ashin Wirathu. Sosyal medyada birçok takipçisi olan bu sözde rahip, Budistleri Müslümanlara karşı kışkırtıyor.  Müslümanlara karşı nefretini de, “Bir yılan nerede olursa olsun zehirlidir. Sadece bir tane var diye yılanı küçümseyemezsiniz. Nerede olursa olsun tehlikelidir. İşte Müslümanlar da böyledir” sözleriyle dile getirmişti.

Bu katliam ve Müslümanlara yapılan diğer zulümler karşısında Budist rahiplerin ikiye ayrıldığını görüyoruz: Bir kısmı Budizm’de şiddet yoktur, yapılan zulüm ve katliam dinimize aykırıdır” derken diğer kısmı Müslümanları yılana benzeterek başlarını ezmeyi savunuyor ve bu zulme fiilen de katılıyorlar.

Elbette Arakan zulmünün asıl sebebi şurada ve burada Buda heykellerinin kırılması ve hakaret edilmesi değildir, ama bu gibi eylemlerin yapılan zulmü kamuoyuna benimsetmek veya tepkiyi yumuşatmak için kullanıldığı da bir başka gerçektir.

Bir Müslüman Hristiyanların haçını çiğnerse Hristiyanlar da onun kitabını ayaklar altına alıp çiğnerler; Kur’ân’a göre Müslümanlar kitaplarını korumak için  mesela Hristiyanların haçına hakaret etmeyecekler.

Bugün Batı’da İslam ve Müslümanlar aleyhine yürütülen kampanyalar, İslam tehdidi, İslamofobi efsaneleri bazı Müslüman fert ve grupların yanlış, çirkin, yersiz davranışları ile terör eylemlerinden güç alıyor.

Müslümanlar olarak tepkilerimizi kontrol etmek durumundayız. Din adına konuşanlarımızın, savaş halinde olmadığımız başka din mensuplarına karşı şiddet ve nefret dilini kullanmaları, halkı buna teşvik ve tahrik etmeleri fayda değil, zarar getirir, getiriyor.

Şiddet yanlısı Budistlerin Arakanlı Müslümanlara yaptıkları zulmün hiçbir mazereti ve meşru sebebi olamaz, ancak düşmanın eline fırsat vermek de hikmetli bir davranış değildir. Müslümanın işi putları kafalarda ve gönüllerde kırmak olmalıdır.

*

Evet, kâfirlerin putlarına sövmemek lazım..

Aynı şekilde, kişinin bir başkasının annesine vs. sövmesi de, kendi annesine vs. sövmesi anlamına gelir. Çünkü, aynı cinsten karşılık verilir.

Bununla birlikte, Hayrettin Karaman’ın meseleyi bir ölçüde çarpıttığı görülmektedir.

Birincisi, Hicret‘ten önce putlara dokunulmamış olması, onlara asla dokunmamak gerektiğini göstermez. Çünkü Hz. İbrahim a. s., benzer şartlarda bunu yapmıştı.

Öte yandan, Hayrettin efendinin yazısının zamanlaması, bu hatırlatmayla, Atatürk heykellerine vs. yapılan saldırılara işarette bulunduğunu gösteriyordu.

Ancak, bu yazısıyla, tam da provokatörleri devreye koyan “çukur” odakların arzusu istikametinde kalem oynatmakta olduğunu anlaması gerekiyordu.

*

Yıllar önce, bir üniversitede yüksek lisans öğrencilerine “bilimsel araştırma yöntemleri” dersini veriyordum.

Bir gün sınıfa, Jacques Barzun ile Henry F. Graff tarafından kaleme alınmış olan Modern Araştırmacı adlı kitabı (çev. Fatoş Dilber, Ankara: TÜBİTAK, 1999) getirdim.

Kitabın birinci bölümü şöyle başlıyordu:

İngiliz Arkeolog Layard, Ortadoğu konusunda yazmış olduğu bir zamanların tanınmış kitabında, bir Türk görevlinin bir İngilizin sorusuna verdiği yanıtı içeren mektubunu yayımlamıştı. Mektup şöyleydi.

“Meşhur dostum, Ciğerparem!
Benden istediğin hem zor hem yararsız. Bütün zamanımı burada geçirdiğim halde, ne evleri saydım ne de yaşayanların sayısını araştırdım. Kimin katır yüküyle ne kaçırdığıyla, kimin neyi gizli saklı idare ettiğiyle hiç ilgilenmedim. Hepsinden öte, şehrin tarihine gelince, İslam’ın kılıcı buralara gelmeden önce gavurun ne haltlar yediğini, ne işler karıştırdığını ancak Allah bilir. Bunları araştırmanın bize bir yararı olmaz. Ruhum, canım! Sizi ilgilendirmeyen işlere karışmayınız.

Sefa geldiniz hoş geldiniz; Selametle gidiniz.” 

Bu devlet memurunun hiç yıllık rapor hazırlamadığı ortada. Nazik bir dille vermekten kaçındığı üç şeye dikkat edin: Nüfus istatistikleri, iş raporları ve tarih. Günümüzde hangi alanda olursa olsun bu üç tip bilgi bulunmadığı takdirde yaşam durur. Dünyanın her yerinde, her an, bir konuda rapor yazmak için araştırma yapan birileri, çalışma yapabilmek için bu raporları okuyan, inceleyen başka birileri vardır. Raporlar, tahminin yerine bilgiyi geçirme çabalarımızın araçlarıdır. “Rapor” işlerin yürütülmesinde temel unsurdur.

*

Öğrencilere şu soruyu yöneltmiştim: “Sizce, bu devlet memuru, neden böyle bir mektup yazmış olabilir?

Öğrenciler, devlet memurunun tembelliği, cahilliği, iş bilmezliği vs. gibi birçok ihtimali dile getirmişlerdi.

Onlara şu minvalde şeyler söylemiştim:

Kitabın yazarlarının bu mektuptan hareketle, “Bu devlet memurunun hiç yıllık rapor hazırlamadığı” sonucuna varması, bilimsel araştırma mantığına aykırı bir acelecilik.. Böyle bir mektuptan hareketle bu sonuca varılamaz.

Ayrıca, muhtemelen yazarlar kendi alanları dışındaki konularla hiç ilgilenmedikleri için, işin içyüzünü anlamamış durumdalar. Kasten anlamamış görünmüyorlarsa tabiî..

Burada devlet memuru, ajan olduğunu düşündüğü İngiliz’le inceden inceye kafa buluyor, dalgasını geçiyor. Bu, ya çok uyanık bir memurdur, ya da söz konusu talebi üst makamlara iletmiştir ve onlardan, o İngiliz’i güzellikle başından savması emri gelmiştir.

*

Putların ya da heykellerin kırılmasını da, söz konusu kitabın yazarları gibi, acelecilikle hemen birilerinin fanatizmine, basiretsizliğine ya da cehaletine bağlamamak gerekir.

Türkiye’de ara sıra nükseden Atatürk heykellerine saldırı furyası, tesadüfen birbirini izleyen, aynı döneme denk gelen olaylar serisi değildir.

Belirli bir senaryoya göre piyonların ortaya sürüldüğü bir rezaletler komedyasıdır..

Maksat, iki üç tane Atatürk heykelinin zarar görmesine mukabil, iki milyon Atatürk heykeline putperestçe bir tazimin tahkim edilmesidir…

Ve yine maksat, Hayrettin efendi gibi dünyadan habersiz fakat âleme nizamat veren tipleri, kendilerinin ruhu bile duymadan kullanmak, böylesi yazılar kaleme almalarını sağlamaktır..

Evet, asıl maksat, Atatürk’ün asla sorgulanamaz bir “tanrı” gibi muamele görmesini sağlayacak bir ortamın oluşturulmasıdır..

Buna hizmet edecek bir “korku ve terör” şemsiyesinin Atatürk heykelinin üzerine örtülmesidir..

İnsanların, Atatürk’ün adı geçince, düşünemez hale getirilmeleri, korkudan adeta beyin felci geçirip “fikri köle, vicdanı köle” duruma düşürülmeleridir..

*

Gelelim Taliban‘ın Bamiyan Vadisi’ndeki meşhur Buda heykelini yıkmasına..

Hem bireysel düzeyde insan ilişkilerinde, hem de uluslararası ilişkilerde “mütekabiliyet/karşılıklılık” diye birşey vardır.

Hukukta da aynı şekilde suç ile ceza arasında orantı aranır.

Evlilikte bile, denklik (küfüv) gereklidir.

Eğer bir Buda heykeli yıkılmışsa, karşılığında bir caminin yıkılmış olması, cevabın verilmesi anlamına gelir.

Taliban, Budistleri Bamiyan Vadisi’ne toplayıp onları (bir zamanlar Sırplar’ın Boşnaklar’a yaptığı şekilde) koyun gibi boğazlamış mıydı?!

Gidip Budist mahallelerini mi yaktılar?

Budistlerin evlerine mi saldırdılar?

Taliban Buda heykelini yıkmadan önce de Müslümanlar benzer saldırılarla karşılaşmıyor muydu?!

Bütün suçu döndürüp dolaştırıp tekrar Müslümanlar’ın üzerine yıkmak için insanın gaflet katsayısının kaç olması gerekir?

Şimdi Arakan’da bunlar oluyor, oldu diye, diğer ülkelerde Müslümanlar, Budistlere saldırıyor mu?!

Balkanlar’da yıkılan camiler, Müslümanlar Hristiyanlar’ın haçını kırdıkları için mi yıkılmıştı?!

Arakan’da Müslümanlar, Buda heykellerine mi saldırmışlardı?!

*

Ebu Eyyub el-Ensarî, İstanbul kuşatması sırasında vefat ederken, surlara en yakın bir yere defnedilmesini vasiyet etmiş, böylece Eyüp‘te toprağa verilmişti.

Ordu geri dönerken Bizanslılar, “Siz gidince biz bu mezarı yerle bir ederiz” diyerek alay ettiler.

Bunun üzerine, ordu komutanı Yezid (Hz. Muaviye’nin oğlu), onların anlayacağı şekilde cevap verdi.

Şayet bunu yaparlarsa, Emevî hakimiyeti altındaki bütün hristiyan mezarlıklarını yerle bir edeceğine yemin etti.

Bugün İslam dünyasının sorunu, Hayrettin Karaman gibilerin (Ki, ne yazık ki, son tahlilde Fethullah Gülen’in “yerli ve milli”, uluslararası sulara açılamamış versiyonu kabul edilmeye elverişli) onlara akıl(sızlık) veriyor olması..

Bu kafayla Müslümanlar ezilmekten, sömürülmekten, öldürülmekten, sürülmekten, hakarete ve tecavüze uğramaktan kurtulamazlar.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...