ATATÜRK’ÜN “BU KARAKTER Mİ?” DEDİRTEN KARAKTERİ

 







Murat Bardakçı o satırları neden sansürledi?”

Odatv.com‘da yayınlanan bir haber-yorumun başlığı böyleydi.

Evet, Bardakçı, sonradan Atatürk soyadını alan Selanikli Mustafa Kemal’in Padişah Vahideddin hakkındaki bazı ifadelerini sansürlemiş. (Bkz. https://odatv.com/murat-bardakci-o-satirlari-neden-sansurledi-19051835.html)

Sansürlenen satırlar, Vahideddin’in kişiliği hakkındaki bir “iddia” durumunda.

Mustafa Kemal’in kişiliği hakkında ise “iddia” değil, (kendi beyanı olması hasebiyle) kanıttır, belgedir.

Mustafa Kemal’in laflarını cümle cümle “irdeleyelim”, ve de karakter filmini çekelim.

*

Mustafa Atatürk, Sultan Vahideddin’le yaptığı son görüşmeyi anlatırken şöyle diyor:

“‘Paşa paşa, … asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin! Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimî mi konuşuyor? O Vahdettin ki ecnebi hükûmetlerin yüzüncü derece âletleriyle temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı?”

Bunları söyleyen adam, ikamet edeceği ev elinin altında hazırken oraya gitmeyip işgalci İngiliz subaylarının kaldığı Pera Palas’ta kalan, sabah akşam “ecnebi hükûmetlerin yüzüncü derece âletleriyle temas” arayan adam..

Mesela İngiliz gazeteci Ward Price, Mustafa Kemal’in kendisinden, “İngiliz komuta kademesi ile görüştürülmesini istediğini”, 1950'li yılların ikinci yarısında yayınlanan hatıratında yazmış durumda.

Bunun da ötesinde Mustafa Kemal’in meşhur Nutuk'unda, İngiliz gizli servisinin Türkiye’deki en önemli ajanı olan Rahip Robert Frew (Ki İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin başkanıydı) hakkında son derece sitayişkâr ve övücü ifadeler kullandığı görülüyor.

Artı, onunla defalarca görüştüğünü bizzat yakın arkadaşı (TBMM'nin ilk başbakanı) Rauf Orbay ile yaveri Cevat Abbas hatıratlarında yazmış bulunuyorlar. 

Bence, Mustafa Kemal’in Vahideddin'le ilgili ifadeleri psikoloji bilimindeki projection (yansıtma) kavramı çerçevesinde ele alınmalıdır. 

Malum, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir”, Mustafa Kemal değildir.

*

Selanikli Mustafa Atatürk sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim: ‘Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmiyeceğime emniyet buyurunuz.’”

Vahideddin “devleti kurtarmak”tan bahsediyor, bunun düşündüğü şeye bak..

Devleti kurtarmaktan söz eden (kimlerden kurtarılacağı malum) adam hakkında “Aldatıldığını mı anlamıştı?” sorusunu yöneltmek için insanda çok farklı ve müthiş bir zekâ bulunması gerekiyor.

Sonra, bu tahminin nesini tehlikeli buluyorsun?

Kim için, ne için tehlikeli?

Memleket için mi?

Yoksa senin istikbalin için mi?

*

Devam ediyor Selanikli Mustafa Atatürk:

“Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında, bütün his ve fikirlerini, temayüllerini tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekliyebilirdim?”

Adamı çok iyi anlamışmış.

Yüksek ve asil bir hareket beklemiyorsun, peki sendeki hangi dürüstlük ve şahsiyet, hangi yüksek ve asil karakter böyle bir adama “Elimden gelen hizmette kusur etmiyeceğime emniyet buyurunuz” demeni sağlıyor?

Kendisinden yüksek ve asil bir hareket beklenmeyen, yani alçakça ve soysuzca hareket edeceği malum olan birine “Elimden gelen hizmette kusur etmiyeceğime emniyet buyurunuz” diyen bir adamın karakteri hakkında ne düşünmek gerekir?

Buna “en hakiki mürşit bilim”in psikoloji dalı cevap versin. Ben birşey demeyeyim.

*

Her neyse.. Mustafa Kemal’in sözlerinin devamına bakalım:

Memleketi kurtarmak lâzımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri uslandırırsam, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.”

Seni gidi palavracı!

Evet, Vahideddin’in “devleti kurtarmak”tan anladığı buyduysa, zaten memleket bu anlamda kurtulmuştu, senden neyin hizmetini istesindi ki?

Sonra, sen adamın gerçek düşüncesinin bu olduğunu anladığına göre, nasıl şöyle bir cevap verebildin:

“‘Merak buyurmayın efendimiz,’ dedim, ‘nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmıyacağım.’”

Atatürk’ü koruma kanunu diye bir “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmanın garantisi anlamına gelen “çağdaş ve özgürlükçü” yasa bulunmasa söylenecek çok şey var da… Biz söylemeyelim, “hayatta en hakiki mürşit ilim” cevap versin.

Bu adamın karakter notu kaç olabilir?

*

İmdi, gelelim ot kafalı Odatv‘cilere..

Falih Rıfkı Atay, Çankaya‘sında başka şeyler de yazıyor:

“Geçenlerde bana, Birinci Dünya Harbinden tanıdığım bir ahbap geldi. O vakitler, İttihat ve Terakki sürgünlerindendi. [Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle başlayan] Mütareke [ateşkes] devrinin Saray ve Hürriyet ve İtilaf [Partisi hükümeti] tarafını yakından ve içinden görmüş olanlardandır. Bana anlattığına göre Vahideddin, Mustafa Kemal’in gerçekten memlekette faydalı şeyler yapabileceğine inanarak onu Ordu Müfettişliğine yollamıştır. Padişah [henüz] veliaht iken, Almanya’ya Mustafa Kemal ile birlikte gitmişti. Bu seyahat sırasında Mustafa Kemal Almanya’nın durumu ve gelecek hadiseler üzerine ne söylemişse, sonradan olduğu gibi çıkmıştı. Vahideddin’in kendisine güvenmesinin sebebi bu idi. [Sevmediği İttihatçı liderler] Enver ve arkadaşlarının aleyhinde olduğunu da biliyordu.”

(Atay, Çankaya III, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi yayını, Kasım 1999, s. 143-4.)

İşin esası bundan ibaret..

Mustafa Atatürk, kendi ifadelerinin de gösterdiği gibi, Vahideddin’in güven, itimat ve desteğini kazanmak için (Yağcılık, yalancılık, samimiyetsizlik, dalkavukluk ve takiyyecilik demeyelim diyorum ama, mecburuz, diyorum, herşey ortada) “kurmay zekâsı”nın bütün imkânlarını sonuna kadar kullanmış.

Adamın tam itimadını kazanmış.

*

Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarının ikinci cildinde geçtiği gibi, Mustafa Atatürk’ün Vahideddin karşısında böyle “içten pazarlıklı, özü sözü farklı, olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olmaktan uzak” bir politika izlediğini bilen Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Padişah’ı onu Anadolu’ya göndermekten vazgeçirmek için bir gece sabaha kadar dil dökmüş bulunuyordu.

Vahideddin ise, Mustafa Kemal hakkında “Âteşîn bir zekâ, âteşîn bir zekâ” demekten başka bir karşılık vermemişti.

Mustafa Kemal, Vahideddin’in kendisi hakkında böyle konuşmasını sağlamak için neler söylemişti, bunları ne yazık ki Falih Rıfkı’ya anlatmamış.

Anlatamazdı.

Kim bilir ne yağlar çekti, ne masallar anlattı ki Padişah onun hakkında böyle konuşuyordu.

Evet, Vahideddin, Şeyhülislam’a şöyle birşey demişti: “Hocaefendi, anlıyorum, siz benim saltanatım için endişeleniyorsunuz.”

Şeyhülislam’ın cevabı ise şu minvaldeydi: “Hayır, sizinki olmazsa başka bir saltanat olur, ben din için endişeleniyorum.”

[Erzurum'da Padişah'a gönderdiği askerlikten istifa telgrafının altındaki imza şöyleydi: "Kulları Mustafa Kemal". On satırlık telgrafta tam beş defa (Farsça çâker ve bende gibi) "kul" anlamına gelen kelime geçiyor. Erzurum'dan gönderdiği telgrafta bu ifadeleri kullanan adamın Padişah'ın huzurunda nasıl konuşacağı tahmin olunabilir.

"Âteşîn bir zekâ, âteşîn bir zekâ” meselesine gelince.. Muhtemelen Padişah'a şöyle şeyler söylemişti: 

"Haşmetmeab, kalleş İngilizler'den vize alabilmem için onları aldatmam gerekiyor. Eğer onları ilm-i siyaset çerçevesinde hareket edip idare etmezsem benden de şüphelenirler ve arkadaşlarım gibi beni de tutuklayıp Malta'ya sürerler. Nerde kaldı ki Anadolu'ya geçişim için vize versinler. Ancak İttihatçılardan beni çekemeyen, zat-ı şahanenizle olan yakınlığımı kıskanan kişiler ve onlardan etkilenen kimseler var. Ayrıca İngiliz ajanlarının benim gibi sadık bendeleriniz aleyhinde iftira ve tezviratta bulunarak aramızdaki saf insanları aldatmaları ve zat-ı alinizi yalnızlaştırmak istemeleri muhtemeldir. Eğer onların bu meşum ve iğrenç entrikaları yüce gönünüzde kulunuza karşı iğbirar oluşturacaksa düşündüğünüz 'vatanı kurtarma' vazifesinden bendenizi daha baştan muaf tutmanızı tercih ederim."

Tilki gibi kurnaz olan dalkavuk Selanikli'nin bu tür laflarla Vahideddin'i adeta hipnotize ettiği ve Şeyhülislam gibi zatlar kendisinin aleyhinde konuştuğunda "Bizim yaver haklıymış, âteşîn bir zekâ, âteşîn bir zekâ diye düşünmesini sağladığı anlaşılıyor.]

*

Evet, Vahideddin, “devletin kurtulması” için kişisel saltanat kaygısını bir tarafa bırakmıştı.

Sonra da, Sadrazam İzzet Paşa‘nın Feryadım adlı hatıratında ifade ettiği gibi, “aldatılmışlığın utancı” içinde, Mustafa Kemal’in âteşîn “kurmay zekâsı” hakkında susmayı tercih etmişti.

Bununla birlikte, Mustafa Atatürk’e, Falih Rıfkı’ya bu şekilde konuşup karakter ve şahsiyetini tanımamıza yardımcı olduğu için minnettar ve müteşekkiriz.

Tabiî bu, Odatv‘ciler gibi Kemalistlerin zekâ seviyesini ölçmeye yarayan bir “test” işlevi gördüğü için de ayrıca bir minnet borcu daha yüklüyor üzerimize.

Ancak, Mustafa Kemal’in de, Odatv‘cilerin de “hafıza”sının pek fazla övgüyü hak etmediğini de belirtmek gerekiyor.

*

Belki de Odatv‘ciler fazla zekîler ve hafızaları da zannettiğimizden daha sağlam.. Çünkü Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’a yazdığı mektubu, Falih Rıfkı’ya söylediklerinin altına eklemiş olsalardı, “Hangi Atatürk doğru söylüyor, ya da hangi Atatürk’ün kafası karışık?” sorusuna cevap aramak zorunda kalabilirlerdi.

Bu da, kafalarının yorulmasına yol açardı. Kafayı böyle altından kalkılması zor konularla yormamak gerekir.

Şöyle takdim ediyor söz konusu mektubu Odatv:

“İşte Mustafa Kemal’in, annesi Zübeyde Hanım’a 1919’un Ağustos ayında yazdığı mektup”… (https://www.odatv.com/siyaset/19mayis1919-ataturk-samsuna-ayak-basti-ve-bu-satirlari-yazdi-116104)

Mektup, gerçekten ilginç bir mektup..

Önemli bir tarihî belge..

Selanikli Mustafa Atatürk, o mektubunda anasına “Malumunuzdur ki, daha İstanbul’da iken ecnebi [yabancı] kuvvetlerin devleti, milleti fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa cümlesini hapis ve tevkif ve bir kısmını Malta’ya nefy ve tazip etmekte [sürgün ve azap etmekte] pek ileri gidiyorlardı” diyerek, İngilizler’in kendisini millete hizmet edebilecek adamdan saymadıklarını ortaya koymuş durumda.

Yoksa tutuklayıp Malta’ya sürerlerdi.  

Mektubunda “Bana nasılsa ilişememişlerdi” diyor.

O “nasıl” konusunda neden bir tahmin yürütmüyor? Onun o “nasıl” konusunda cehalet silahına sarılması bizim de bir fikrimizin olmamasını gerektirmiyor.

Günümüzde yapılan yayınlarda İngiliz yetkililerin kendisi hakkında o günlerde söylemiş olduğu sözler yer alıyor.. İngilizler, Selanikli Mustafa Atatürk'ün kendi milletine değilse bile İngiliz milletine hizmet edebileceğini anlamış durumdalardı. 

*

Selanikli mektuptaki sözlerini Fakat 3. Ordu müfettişi olarak Samsun’a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler” diyerek sürdürüyor. 

Neden Samsun’a gitmeden vize verirken şüphelenmemişlerdi sorusunun cevabı yok. O bahse hiç girmiyor. 

Ardından “[İngilizler] Hükümete benim sebebi izamımı [gönderilme nedenimi] sordular” diyor. 

Vize verirken niye sormamışlar peki?

Bir sonraki cümle şöyle: “Nihayet İstanbul’a celbimi (çağırılmamı) talep ve bunda ısrar ettiler.” 

Evet, İngilizler hükümetten ısrarla bunu istiyorlarmış. Niye ki acep?

Selanikli bunun ardından bir sürü lüzumsuz laf sıralıyor ve ardından bir gerçeği itiraf ediyor: “Hakikaten hükümet de benimle uğraşmak istedi. Fakat kuvveti buna müsait gelmedi. Ve gelemez.” (Padişah hakkında saygılı bir dil kullanıyor, zat-ı şahane diye anıyor.)

Peki bunu İngilizler neden akıl etmemişlerdi?

Adamların dünya kadar kurmay subayı, politikacısı, stratejisti, istihbaratçısı, entelektüeli, tarihçisi, bilim adamı varken bunu anlamıyorlar, öyle mi?

Yoksa bile bile lades mi diyorlar?

Tabiî ki herşeyin farkındalardı.. Maksatları Selanikli’yi yedi düvele kafa tutan kahraman, Osmanlı hükümetini de İngiliz işbirlikçisi hain göstermekti.

Ve bunda da muvaffak oldular.

*

Gelelim mektubun en sonuna bırakılmış olan turpun büyüğüne..

Selanikli aynen şunu diyor: “Pekala bilirsiniz ki ben yaptığımı bilirim. Netice görmeseydim başlamazdım.”

İşte bu cümlesi Selanikli Mustafa Atatürk’ün büyük bir yalancı, sahtekâr, ahlaksız siyasal dolandırıcı olduğunu ispatlıyor.

Ne yaptığını bilirmiş de, netice görmeseymiş başlamazmış da..

Hani sen “Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” diyordun.. Niye böyle haticeli neticeli teferruatı harekatının esası haline getiriyorsun?

Samimi vatansever adam, vatan savunması söz konusu olduğunda netice hesabı yapar mı?!

Mevzubahis olan vatansa benim netice almam da teferruattır” niye diyemiyorsun?

Burada asıl kilit soru şu: Sana Samsun vizesi verirken İngilizler de aynı neticeyi görmüş olabilirler miydi?

Ya da şöyle soralım: İstanbul’da başbaşa yalnız ve gizli görüştüğün (İngiliz istihbarat teşkilatının / gizli servisinin İstanbul şefi) Robert Frew sana netice konusunda garanti mi vermişti?

Neticeden emin olman bu garantiden mi kaynaklanıyordu?


İNGİLİZ PİYONU ZAMPARA ATATÜRK'ÜN, İŞVERENİ İNGİLİZ İSTİHBARATI (GİZLİ SERVİSİ) ŞEFİ ROBERT FREW İLE MACERALARI

  Mehmet Hasan Bulut’un “ İngiliz Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert ” adlı kitabı (4. b., İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncıl...