NE SİHİRDİR NE KERAMET, METİN TENKİDİDİR BU MERET

 



ANKARA SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ NANELERE YAKINDAN BAKIŞ - 9

 

Evet, ilahiyatçı Doç. İlyas Canikli’nin, Müslümanların bir halife etrafında birlik ve beraberliği sağlanınca ikinci bir kişinin “Ben de halifeyim” diyerek ortaya çıkmasına izin verilmemesini emreden hadîsi (dört ayrı sahabîden rivayet edilmiş olmasına rağmen) sanki sübutu (varlığı) şüpheliymiş gibi göstermek için salak numarasına yatmış olduğunu, bu yazı serisinin ilk iki bölümünde göstermiştik.

Tüm diğer Ankara Ölü Goldziher Dölü Ekolü mensupları gibi milleti salak zannettiği için kolayca salak numarasına yatabiliyor.

Öyle ki hiç utanmadan ve yüzü kızarmadan, kendilerinden buram buram yalan dumanı yükselen şu rezil cümleleri kurabilmiş durumda:

“Görüldüğü gibi rivayetin bizlere kadar ulaşmasında katkısı olan raviler hakkında birbiri ile çelişen değerlendirmelere rastlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle hem cerh hem de ta’dil yapılmaktadır. Bu değerlendirmeler esas alınarak iki hâlife rivayetinin sıhhatli olup olmadığı hususunda herhangi bir yargıda bulunmak bizleri iki halife hadisi hakkında sağlıklı bir sonuca götürmeyebilir. Bu nedenle söz konusu rivayetlerin metin bakımından da tetkîki lüzumludur.” (s. 153)

Metin bakımından tetkik dediği şey de, sansar Goldziher, tilki Schacht ve taklitçilik sanatının maymunlara parmak ısırtan yıldızı Fazlur Rahman’ın ezberlerini tekrarlamaktan ibaret.

*

Canikli efendi, yukarıya aldığımız sözlerinin ardından, “Rivayetlerin Metin Tenkidi” başlığı altında, beyninin tomografi filmini gözlerimizin önüne seriyor.

Hasar büyük..

Bu başlık altında yazdığı ilk paragraflar ve “tenkid” (eleştiri) diye “yumurtladığı” ilk zırva, beynindeki hasarın “teşhisteki gecikme” yüzünden tedaviye cevap vermeyecek raddeye ulaşmış olduğunu ortaya koyuyor.

Okuyalım (s. 153-4):

İki halifeye bey’at edildiğinde diğerini (sonradan halife olanı) öldürünüz rivayeti tespit edebildiğimiz kadar ile aşağıdaki kaynaklarda yer almaktadır.

Ebû Yusuf (ö. 182/799)’un Kitabu’l-Harac‘ında “İki Halife” rivayeti şu şekilde geçmektedir: Abdurrahman b. Abd Rabbu’l-Ka’be şöyle dedi: Abdullah b. Ömer’e ulaştım ve O Kâbe’nin gölgesinde oturuyordu ve insanlar da orada toplanmışlardı. Ondan Rasûlüllah’ın şöyle dediğini işittim: “Kim ki bir imama bey’at edip elini ona verip ve kalbini de ona bağlamışsa gücü yettiği kadar ona itaat etsin. Şayet diğer bir kimse imam olarak gelir ve daha önceki imamla çekişmeye girerse, sonradan gelen kimsenin boynunu vurunuz.

Bu rivayetin Said el-Hudrî kanalıyla gelen Muslim (ö. 261/874) varyantı da şu şekildedir: “İki halifeye bey’at edildiğinde diğerini öldürünüz.”

Aynı rivayet Ebû Davud (ö. 275/888)’da ise Ebû Yusuf’tan gelen şekliyle yer almakta, ancak rivayete bazı ilaveler yapıldığı görülmektedir. Rivayet, “Diğerinin boynunu vurun” ifadesinden sonra şu şekilde devam etmektedir: “Sen bunu Rasûlüllah’tan işittin mi? dedim. O da, “İki kulağımla ve kalbimle işittim” dedi. Ben de “Amcamın oğlu bu Muaviye bize bu şekilde yapmamızı emrediyor. O da “Ona Allah’a itaat ettiği sürece itaat et!, Allah’a isyan ettiğinde de karşı çık” dedi.

Rivayette geçen “İki kulağımla ve kalbimle işittim” ifadesi, hadise daha sonradan takviye yapıldığı (amaçlı ekleme / idrac, ziyade) şüphesini uyandırmaktadır. Bu te’kid ifadesi, rivayetin uydurma olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

*

Görüyor musunuz, bir rivayet, “metin tenkidi” sihirli sopasının hafif bir dokunuşuyla nasıl da “uydurma” hale geliyor.

İmdi, söz konusu hadîs dört ayrı sahabî tarafından, “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, bunu söylerken dinleyenler arasında ben de vardım” denilerek rivayet edilmiş.

Bu sahabîlerin özelliği, Peygamber Efendimiz s.a.s.’in sağığında çok genç olmaları..

Zaman geçmiş, ashabın büyük bölümü vefat etmiş, o gençler yaşlanıp da halifelik eksenli kavgalara şahit olunca, Rasulullah s.a.s.’den konuyla ilgili olarak duyduklarını söylemek durumunda kalmışlar.

Canikli’nin yukarıya aldığımız ifadelerinde Ebu Yusuf’un Kitabu’l-Harac’ından aktarılan ilk rivayet, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah r. a.’e dayanıyor.

İmam Müslim’in Sahih’inde aktardığı ikinci rivayet ise bir başka “yaşlanmış” gencin, Ebû Saîd el-Hudrî r. a.’in rivayeti.

Ebu Davud’un Sünen’inde yer alan üçüncü rivayet ise, (her ne kadar Canikli’nin yukarıya aldığımız ifadelerinde adı geçmiyorsa da) Abdullah bin Amr’a, yani Amr ibnü’l-As r. a.’in oğlu Abdullah r. a.’e ait.

Hadîsi ayrıca Ebu Hureyre r. a. de rivayet etmiş.

Ey ilahiyatın beyni hasarlı zavallısı, böyle bir rivayet uydurma olabilir mi?!

*

Canikli’ye göre olabilir.. Olmalı!

Delili de sağlam: Amr ibnü’l-As’ın oğlu Abdullah’dan yapılan rivayette “ilave” (ekleme) varmış.

İlave dediği de şu: Abdullah bin Amr’dan hadisi duyan zat (Abdurrahman b. Abd Rabbu’l-Ka’be), ona “Sen bunu Rasûlullah’tan işittin mi?diye sormuş.

Sorması normal, çünkü bizzat duymamış, mesela babasından veya bir başkasından duymuş olabilir.

Böyle bir soruya muhatap olan adam ne yapar?

Bizim Türkiye’de olsa “Vallaha da billaha da ekmek Kur’an çarpsın işittim” gibi bir şey söyleyebilir.

Abdullah bin Amr Türk olmadığı için İki kulağımla ve kalbimle işittim (İki kulağım duydu, kalbim de anladı)demiş.

Böylece bir te’kid (pekiştirme, sağlamlaştırma, güçlendirme, vurgu) yapmış.

İşte, bir hadîse ait rivayetlerden birinde böyle bir pekiştirme “fazlalığı” olması, akademik cehaletin ve geri zekâlılığın çağdaş temsilcilerine göre, “rivayetin uydurma olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir”.

Hayır, tartışma konusu yaptığımız “metin” bir mizah kitabı değil, Ankara İlahiyat’ta hazırlanıp sunulmuş ve kabul edilmiş bir doktora tezi.

*

Görüyor musunuz, hadîs kitaplarımız üzerinde ipini koparmış danalar gibi tepinen ilahiyat sirki akrobatlarının “metin tenkidi” canbazlığı nelere kadir!

Demek ki, Abdullah bin Amr’ın, kendisine “Sen bunu Rasûlullah’tan işittin mi?diye soran kişiye hiç cevap vermemesi, susması gerekiyormuş.

Gerçi o zaman da Canikli gibi ilahiyatçı zekâ küpleri “Soruya cevap vermeyip susmasından yalan söylemiş olduğu anlaşılıyor” diyecekler ama, zararı yok, “metin tenkidi” demokrasisinde çare tükenmez.

Sussa da, konuşsa da, “metin tenkidi”nin elinden yakasını kurtaramaz.

Sözünün arkasında durmazsa, seyreyle sen “metin tenkidi” ilahiyatçılarındaki şenliği, davul zurnalı halay ve horonu..

Sözünün arkasında durunca da gelsin Sulukule tarzı “Vayy sen ne diye cevap verip sözünü pekiştirdin, te’kid yaptın, demek ki bu hadisi uydurdun” türünden kıvrak danslar.

*

Amr ibnü’l-As’ın oğlu Abdullah, ashabın en zahid isimlerinden biriydi.

TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Abdullah b. Amr b. Âs” maddesinde şu bilgiler veriliyor:

Abdullah geniş hadis ve fıkıh bilgisinden dolayı abâdile arasında yer almıştır. İbadetle fazla meşgul olduğu, devamlı oruç tuttuğu, hâfız olması sebebiyle her gün Kur’an’ı hatmettiği (bk. Müsned, II, 163, 199) için aile hayatını ihmal etmiş, hatta bu yüzden babası tarafından Hz. Peygamber’e şikâyet edilmiştir. Peygamber de daha az oruç tutmasını, daha az Kur’an okumasını kendisinden istemiş, fakat Abdullah kuvvetini ve gençliğini ibadetle değerlendirmek arzusunda olduğunu ısrarla söyleyince, bu defa yedi günden (bazı rivayetlere göre üç günden) daha kısa bir sürede Kur’an’ı hatmetmemesini, Hz. Dâvûd gibi bir gün oruç tutup bir gün tutmamasını, ibadetten artakalan zamanını aile fertleriyle birlikte geçirmesini ve dinlenmesini tavsiye etmiştir. Abdullah, yaşlandığı zaman Hz. Peygamber’in kendisine gösterdiği kolaylıklardan yeteri kadar faydalanmadığından ötürü pişmanlık duyduğunu söylemiştir. Babasıyla birlikte Şam’ın fethinde ve Yermük Savaşı’nda bulunmuş, bu savaşta babasının sancaktarlığını yapmış, Sıffîn Savaşı’na katılması için babasının ısrar etmesi üzerine onunla beraber Muâviye ordusunda yer almış, fakat müslümanlara silâh çekmemiştir. Savaş sırasında her biri Ammâr b. Yâsir’i kendisinin öldürdüğünü iddia eden iki kişi, Muâviye’nin huzurunda tartışırken Abdullah söze karışmış ve bunun iftihar edilecek bir şey olmadığını, çünkü Ammâr’ın âsi bir topluluk (el-fietü’l-bâğıye) tarafından öldürüleceğini bizzat Peygamber’den duyduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Muâviye, “Öyleyse sen aramızda ne arıyorsun?” diye sormuş, o da babasının evvelce kendisini Peygamber’e şikâyet ettiğini, Resûl-i Ekrem’in, “Hayatta olduğun müddetçe babana itaat et, sakın ona karşı gelme” dediğini, bu sebeple savaşa katıldığını ve fakat savaşmadığını söylemiştir (bk. Müsned, II, 164). Diğer bir rivayete göre, hayatının son yıllarında Sıffîn’de bulunmuş olmaktan duyduğu derin üzüntüyü, “Keşke yirmi yıl önce ölseydim!” demek suretiyle dile getirmiş, ayrıca müslümanlar arasındaki savaşlara fiilen katıldığından dolayı babasını tenkit etmiştir.

Konuya dönersek, Abdullah bin Amr r. a., muhatabına, “Muaviye’ye, Allah’a itaat ettiği sürece itaat et!, Allah’a isyan ettiğinde de karşı çık” diyor.

Yani, günümüzün dindarımsı hurafecileri gibi “Sonuçta o halifedir, itaat et, bu yöneticilik işleri zordur, içyüzünü bilmediğin şeyler olur, sonra bazı şeyler devlet sırrıdır, açıklanamaz, dolayısıyla hüsnüzanda bulun, itaatten ayrılma! Haddini bil, fitne çıkarma!” demiyor:

“Ona, Allah’a itaat ettiği sürece itaat et!, Allah’a isyan ettiğinde de karşı çık!

*

Böyle bir insan birilerinin hatırı, mevcut siyasal konjonktürün gereği, dünyevî menfaati, zevk ü sefası için hadîs uydurabilir mi?

O, (günümüzün dünya için dinini satan modernist ilahiyatçı soytarıları gibi) lafı evirip çevirebilir, hakikati çarpıtabilir, menfaat için yanını eğip bükebilir mi?

İşte, “Muaviye’ye, Allah’a itaat ettiği sürece itaat et!, Allah’a isyan ettiğinde de karşı çık” diyor, daha ne desin!

Şimdi bu Canikli (ya da bir başka ilahiyatçı) çıkıp, “Ey cemaat-ı müslimîn, Erdoğan’a Allah’a itaat ettiği sürece itaat edin, Şeriat’e aykırı yasalar yapmak, öylesi yasaları savunmak suretiyle Allah’a isyan ettiğinde ise itaat etmeyin!” dese, onun hakkında ne düşünmek gerekir?

Sahabîlerin güvenilirliği hakkında konuşmaya kendilerini yetkili kabul eden modernist/çağdaş soytarılar böyle birşeyi söylesinler de görelim.

Dört gözle (te’kidli olarak) bekliyoruz..

*

Bu kadarı, hem bu Canikli’nin, hem tez danışmanı Hayri Kırbaşoğlu’nun, hem de onun tezine onay veren akademisyenlerin bilgi ve zekâ düzeyinin, ilme saygı derecelerinin anlaşılması için kâfi aslında.

Evet bu kadarı, ilahiyatçılar mutfağı miçolarının tarifini sansar Goldziher ile tilki Schacht’tan öğrendikleri “metin tenkidi” adlı berbat bulamaçlarının tadı tuzu hakkında fikir sahibi olmak için yeterli.

Fakat konuya devam edeceğiz inşaallah..


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...