NUMAN ALİ HAN DİYE BİR ŞOVMEN




Dunyabizim.com adlı sitede Numan Ali Han adlı birinin bir konuşma metnine rastladım.

Meşhurmuş.

İnternette videoları mevcut.

Etkileyici konuşuyor.. Belagat ve retorik gayet iyi.. Mükemmel..

Gel gör ki cümlelerinin arasına yanlışları da ustaca monte ediyor.

Mesela şöyle diyor:

“Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.” (İsra Suresi, 84) Rabbin hepinizi daha iyi bilir; kimin yola yapışmada daha çok hidayet edildiğini, kimin yola daha çok adandığını… O daha iyi bilir. Her şeyden önce Allah, Allah’ın daha iyi bildiğini söylüyor. Diyor ki başka bir yerde; “Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.” (Necm Suresi,30) O diyor ki: O yoldan düşmüş olanları bilir. Hidayete bağlı olanları, verilen emirlere bağlı olanları bilir. O, onlar arasındaki farklılığı bilir.

Bunun anlamı şudur: Siz ve ben, birinin iyi bir yolda olduğunu veya yoldan çıktığını söyleyecek pozisyonda değiliz. Allah, bunu senin elinden aldı; bunu benim elimden aldı. Zira kimim daha iyi bildiğini söyledi? Şüphesiz ki Rabbin daha iyi bilir. Ayette diyor ki: “Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.” O daha iyi bilir. Dolayısıyla artık kimin yolda olduğu ve kimin yoldan saptığıyla ilgilenmiyorum. Bunda bilgim yok. Bunu bilmemin bir yolu yok.Tümüyle saçmalık.

(https://www.dunyabizim.com/hikmet/nouman-ali-khan-bu-yolda-herkes-ayni-hizda-ve-ayni-sekilde-mi-seyahat-ediyor-h49329.html)

Allah’ın daha iyi bilmesi, senin hiçbir şey bilmemen anlamına gelmiyor..

Bu vatandaş ayet meallerini aktarıyor ve sonra da “kafadan” anlam üretiyor:

“Bunun anlamı şudur: Siz ve ben, birinin iyi bir yolda olduğunu veya yoldan çıktığını söyleyecek pozisyonda değiliz.”

Bir kimsenin yoldan çıktığını söyleyecek pozisyonda değilmişiz.

Fakat mesele bundan ibaret de değil.. Birinin iyi bir yolda olduğunu da söyleyemezmişiz.

Yani gözümüzde herkes eşit..

Peki böyle mi?

Hayır!

Şu da ayet:

“Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.” (Tevbe, 9/113)

Demek ki kimin yanlış yolda olduğunu bilebiliyorsun..

Adam Allah’a şirk koşuyorsa yanlış yoldadır.. Şunu diyemezsin: “Allah daha iyi bilir. Birinin yoldan çıktığını söyleyecek pozisyonda değilim. Allah, bunu benim elimden aldı; bunu benim elimden aldı. O daha iyi bilir. Dolayısıyla artık kimin yolda olduğu ve kimin yoldan saptığıyla ilgilenmiyorum. Bunda bilgim yok. Bunu bilmemin bir yolu yok.”

İnsanları yüzlerinden tanıma şansımız yok.. Fakat konuşup yazmaya başladığı zaman ipliği pazara çıkar:

“Biz dileseydik onları (münafıkları) sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.” (Muhammed, 47/30)

Adamın konuşma tarzından, kem küm edip de açıkça söyleyemediği şeyler de anlaşılır. Kehf Suresi’nde geçtiği gibi:

35. Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."

36. "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum."

37. Arkadaşı, ona cevap vererek dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah'ı inkâr mı ediyorsun?"

38. "Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."

Deist şahıs sözde Allah’a inanıyor, fakat ahirete inanmıyor. Fakat kesin de konuşmuyor, diyelim ki ahiret var, bu dünyada kendisini nimete boğmuş olduğuna göre ahirette de nimeti hak etmiş demektir. Mümin komşusu/arkadaşı ise (Kadı Beydavî’nin tefsirinde dikkat çektiği gibi) bu sözlerin, Allah’ı inkâr anlamına geldiğine dikkat çekiyor.

*

Buradan anlaşılıyor ki Şeytan bu adamı böyle konuşturuyor.

Fakat o, tam da müşriğe müşrik diyenleri Şeytan’a uyarak konuşmakla suçluyor. Yukarıya aldığımız sözlerinin devamı şöyle:

Şeytan ise insana bu gerçeği unutturur ve insanın kimin yolda olduğu, kimin saptığı tek endişesi haline gelir: “Sana sapkınların kim olduğunu söyleyeyim. Sana kimin doğru yolda olmadığını söyleyeyim. Kimin yoldan düştüğünü söyleyeyim. Senin için bir liste yapayım...” Sapkınların(!) listesini güncelleyip duran mescidlerde bulundum, gerçekten. Ve sonra takip etmeniz, dinlemeniz veya faydalanmanız gereken kişilerin listesini yaparlar. Çünkü onlar hâlâ hidayettedir. Onlar hâlâ bağlıdırlar. Ben bunlardan bir listedekinin tam anlamıyla diğer bir listeye geçtiğini bile gördüm. "O da geçen hafta sapmış bir şey söyledi.” Kimin yolda olduğu, kimin yolda olmadığı ile ilgili sohbete devam ediyorlar. Ya Allah... Ya Rabb...

Oysaki Allah, senin yetkin olmadığını söylüyor!

*

Sonra da lafı Fatiha Suresi’ndeki “sırat”a getiriyor.

Fatiha Suresi’nde Allah bize anlattı: “İhdinassıratal müstekim.” Sırat, Arapçada suraat kelimesinden gelir. Suraat, geniş ve uzun kılıçtır. Uzundur. Çünkü Araplar kavisli kılıçlar yapardı, bir Arap için farklı kılıç, düz ve uzun olandı. Buna suraat denir. Bundan sırat kelimesinin geniş ama düz bir yol olduğunu anlarsınız. Geniş fakat düz yol. Bilirsiniz, Arapçada kelimelerin herhangi bir dilde olduğu gibi çoğulları vardır. Kitap - kütüb (kitaplar), mescid - mesacid (mescidler). Sırat, bunun çoğulu yok. Çoğulu surut değil, serait değil. Çoğulu hiçbir şey. Niçin? Çünkü sırat alternatifi olmayan yoldur.

Gerçekte sırat kelimesi Arapça’ya Latince “strata”dan geçmiş bulunuyor. İngilizce’de street, Almanca’da Strasse olmuş, Arapça’da ise sırat.. (Strateji kelimesi de buradan geliyor.. Roma İmparatorluğu’nun özelliği hakimiyet kurduğu yerlerde büyük yollar yapmasıydı.. İşi böyle gelip geçenlerin ayak izleriyle oluşan patikalara bırakmıyorlardı.)

Her neyse.. Kelimenin kökeni çok önemli değil.. Burada önemli olan, bu sırat’ın nasıl bir sırat olduğu.. Müstekîm (istikamet üzere) bir sırat.. Doğru yol..

Peki doğruluğunun ölçüsü ne?.

Doğruluğunun işareti “Allah’ın nimet verdiklerinin”, yani peygamberlerin yolu oluşu..

Numan Ali Han adlı vatandaş ise “sırat”ı getirip insanların kabiliyetlerine ve mesleklerine bağlıyor:

Öğrendikçe şunun farkına varırız: Yolda olduğumuz sürece kendimizi kimseyle kıyaslamıyoruz. Eğer Allah sizi bir şeyde iyi yaptıysa, O’nun sana verdiği şeyi kullanarak Allah’a ve O’nun yarattığı şeye nasıl hizmet edeceksiniz? Allah eğer seni konuşmada iyi yaptıysa, konuş. Demek istediğim, öğretmede iyiysen, öğret. Allah eğer seni yazmada iyi yaptıysa, yaz. Eğer seni inşaatta iyi yaptıysa, inşa et. Eğer mühendislikte gerçekten iyiysen, mühendislik yap. Allah’ın, aklınızı ve fiziksel kabiliyetinizi inanılmaz yaptığı şey ne ise kendinizde bunu bulmalısınız. Ve uygulamalısınız da! Kendinize “herhangi bir şeyde iyi değilim” demeyin. Bu, doğru değil. Allah herkese bir şakile verdi. Allah herkese kendisine götüren bir hidayet yolu verdi. Seni bir şeyde iyi yaptı. Sana bir çeşit iyilik yapabilme yeteneği verdi. İyilik, yalnızca Allah’a ibadet demek değildir, diğer insanlara karşı iyilik anlamına da gelir. Başka insanlara nasıl yararlı olabilirsin? En azından, çevrenizdeki, ailenizdeki, arkadaşlarınız arasında nasıl yararlı olabilirsiniz? Daha da büyüdüğünde, daha istekli olursanız şöyle söyleyin: Topluma nasıl fayda sağlayabilirim? İnsanlığa nasıl fayda sağlayabilirim? Kendimden daha büyük bir şey nasıl yapabilirim? Fakat bu, gerçekleşmeyecek, eğer önce size en yakın insanlara bile bir yararınız olmazsa.

*

Bu “yol”da, iyi edebiyat paralama tek başına yeterli değildir.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...