İHSAN ŞENOCAK İLE HALİS BAYANCUK LANETLEŞMESİ: KRİZLER VE FIRSATLAR





Halis Bayancuk ile İhsan Şenocak arasında bir mülâane (lanetleşme) yaşanmış durumda.

Önce şunu söyleyelim, Şenocak’ın tam da Halis Bayancuk’un bazı aşırılıklarını törpülediği bir zamanda topa bu şekilde vahşice girmesi iyiye yorulacak birşey değil.

“Sen geçmişte şunları söyledin, yanlıştı, onları da düzelt” de, geç, ne diye söylediği (ve bu yüzden bedel ödediği) bazı doğruları da itibarsızlaştırmak için yaygara koparıyorsun?

Senin söylemediğin, ve söyleyemeyeceğin doğruları söylüyor.. Vıdı vıdı edip mıymıntılık yapmanın lüzumu yok.

Mülâane meselesine gelince..

Halis Bayancuk böyle bir meydan okumada bulunmakla hata etmiş durumda..

Şenocak nihayet lanet okudu ve sosyal medyada birilerinin hemen “Böyle mübarek bir hocaefendiyle lanetleşenin üç ay içinde belasını bulacağı kesindir” türünden “kendini doğrulayan kehanet” olması mümkün laflar etmeye başladıkları görüldü.

*

2000’li yıllarda, Ankara’da mukim M. C. de bana karşı, (beni tahrik etmek için ağır ve çirkin hakaretler eşliğinde) böyle bir lanetleşme meydan okumasında bulunmuştu. 

Onunla ilgili “tespit”lerim konusunda.. (Bu şahsın çevirdiği "derin" dümenleri, sonradan, "Geçmiş Zaman Olur ki Melâli Cihan Tutar" başlıklı yazı dizisinde anlattım.)

Söz konusu lanetleşme çağrısına cevap vermedim.

Bunu, durup dururken yapmıştı.. Hakkında herhangi birşey yazmış olmadığım gibi, kendisine de herhangi bir tarizde bulunmuş değildim.. Sadece, onunla ilgili tespitlerimi (oynadığı oyunları, çevirdiği dolap ve dümenleri) bir iki kişiye (teferruata girmeden) söylemiş durumdaydım. (Evet, durup dururken kendisi "kaşındı", cevabı söz konusu yazı dizisinde aldı.. O yazı dizisini bu bitmek bilmez "kaşınma"lar yüzünden kaleme almak zorunda kaldım.)

Bir süre sonra zehirlendim, ölümden döndüm.

Lanetleşmeyi kabul etsem, ve ölsem, arkamdan şunun söylenmesini sağlayacakları kesindi: “M. C.’ye iftira atmıştı, mülâane yaptılar, belasını buldu.”

*

Evet, Halis Bayancuk’a üç ay içinde birşey olabilir, ve bu, zannedilenin aksine, Bayancuk için Allahu Teala’nın bir rahmeti de olabilir.

Fakat, birilerine “kendini doğrulayan kehanet”leri için malzeme de vermemek gerekir.

Sen, adamın Allah’tan korktuğunu düşünerek lanetleşme teklif edersin, fakat ona akıl veren, onu gaza getiren birileri bu “kriz”i kendileri açısından bir “fırsat”a çevirebilirler.

*

Kimileri krizleri fırsatlar için yol yapmıştır, kriz gözleyip dururlar.

Mesela pandemi “kriz”i..

Bazılarını doğal görünümlü bir ölümle öbür dünyaya postalamak için mükemmel bir “fırsat”tı pandemi.


MURAT GEZENLER - ALTAY CEM TARTIŞMASI: ÇİFTE STANDART USULÜ




Altay Cem Meriç ile Murat Gezenler’in teşrî’ ve şirk konulu tartışmasını konu edinen yazımızda, Meriç’in, “Haber-i vahid bir hadîsi bu tartışmanın menşeinde hiçbir şekilde kabul etmeyeceğim” şeklindeki ifadesini aktarmıştık.

Usul istismarcılığı yapan bu “usul özürlü” şahıs, tutarlı ve mantıklı düşünmeyi beceremediği için, tartışmanın ilerleyen dakikalarında, kendisinin “parlamento ve parti” müdafaasını temellendirmek üzere, Hz. Ebubekir radiyallahu anh’in Mekke parlamentosu Daru’n-Nedve’ye katılmış olması ihtimalini gündeme getiriyor.

Bunun da bir haber-i vahid olduğunu unutuyor.. Üstelik tek sorun haber-i vanid olması değil.. Zayıfın da zayıfı bir rivayet.

Hani sen haber-i vahidi bu tartışmada kabul etmiyordun!.. Ne oldu?.. Niye perhizi bozdun, lahana turşusunu kıtlıktan çıkmış gibi niye abur cubur götürüyorsun?

Sendeki bu doymaz iştahın nedeni ne?

(Diyelim ki bu söylenti doğru.. Hz. Ebubekir r. a. herhalde Daru'n-Nedve'ye katılırken "Lat ve Uzza'nın ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ediyorum" demiyordu.)

*

İmdi, bir haberin haber-i vahid olması (bize tek kanaldan gelmesi), onun sahih (doğru) olmaması anlamına gelmez.

Haber-i vahidin kimisi sahih olur, kimisi zayıf.. Güvenilir, asla yalan söylemeyeceği bilinen zekî kişilerin haberleri sahih olur; buna karşılık, aldığımız bir haberi getiren kişiyi tam tanımıyorsak, bu haber, bizim açımızdan doğruluğu şüpheli (yani “zayıf”) hale gelir.

Haber, haberi getiren kişinin hafızasının zayıflığı, idrak ve anlayışının yetersizliği vs. gibi nedenlerle de “zayıf” hale gelebilir.. Günlük yaşantımızdan örnek verelim, hukuk bilmeyen eğitimsiz birinin bir hukukçudan naklettiği haber genelde “zayıf” olur; hukukçunun kullandığı terimleri yanlış anlamış olabilir.

Haber-i vahidin “itikat”ta kesin delil olmaması ise, “insan”ın insan olmaktan kaynaklanan zayıflığının dikkate alınmasından kaynaklanır.. İnsanoğlu hatasız olmaz.. En zekî insan bile bazen bazı şeyleri yanlış hatırlayabilir, ya da farkında olmadan hata ile yanlış bir kelime kullanabilir. 

Bu ihtimal her zaman varit olduğu için, haber-i vahid itikad açısından kesin (asla itiraz kabul etmeyen) delil olmaya elverişli değildir.

Ancak bu, “hadîs”ler için böyledir.. Ayetler söz konusu olduğunda “haber-i vahid”lik itirazı yapılamaz.

*

Ayetlerin her biri itikatta kesin delildir.. Onlar ancak “delalet”leri açısından tartışılabilir..

İstiva meselesinde olduğu gibi..

İstivayı reddeden, “Hayır Allahu Teala Arş’a istiva etmemiştir” diyen kâfir olur.. Ayetin müteşabihliğini gözardı ederek ona (evrendeki cisimlere özgü işleyişe benzer şekilde) anlam veren ise bid’atçi (Ehl-i Sünnet dışı) olur.

Selefin tutumu, bu noktada hiç yorum yapmadan anlamı Allahu Teala’nın ilmine bırakmaktan (tefvîz) ibarettir.

Selefî olduğunu söyleyip kelimenin sözlükteki anlamına göre akıl yürüten (anlam veren) kişi de bid’atçidir.

Tevil edenlerin de tehlikeli bir vadide koşturmakta oldukları kesindir.

*

Murat Gezenler ile Altay Cem Meriç’in tartışmasına dönelim..

Gezenler teşrî (şeriat) konulu ayetleri okuyor, beriki ise bozuk plak gibi “delaletin zannîliği” temcit pilavına dadanıyor.

Sanki ayetler müteşabih ayet..

Usul istismarcısı usulsüzün yaptığı şey, bilerek veya bilmeyerek ayetleri hükümsüz bırakmaya çalışmaktan ibaret.. “Tamam, ayetleri kabul ediyorum, ama manasını anlayamayız, onlardan hüküm çıkaramayız” der gibi bir havada.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

Hakikaten âyetlerim size okunuyordu da, büyüklük taslayanlar olarak ökçeleriniz üzerinde geriye dönüyordunuz; geceleyin toplanarak saçmalıyordunuz.” (Müminûn, 23/66-67)

“Âyetlerimiz husûsunda (iptal etmek, hükümsüz bırakmak gayesiyle) acziyet oluşturmak üzere yarışırcasına uğraşanlara gelince, işte onlar yok mu, onlar için, en kötüsünden elemli bir azap vardır.” (Sebe, 34/5)

Ayetler hususunda acziyet (güçsüzlük, acizlik, uygulanamazlık) ortaya çıkarma iki şekilde olur:

Biri, laik (siyasal dinsiz) devletlerin İslam Şeriati’ne savaş açmaları, onu “irtica” adı altında “tehlike” ilan etmeleri, hakim kılınması çabasını “devlete karşı işlenen suç” saymaları.

İkincisi ise, aynı devletlerin, suret-i haktan gelen ajanları vasıtasıyla Müslümanlar’ı aldatmaya çalışmaları, onlara “Bunlar tarihseldir, hükümleri geçmişte kalmıştır, zaten ayetlerden ne anlaşılacağı da belli değildir, delaletleri zannîdir” filan diye laga luga yaptırmaları.

(Bu noktada "kâfirler için inmiş ayetleri müslümanlar için kullanmaktan kaçınma" mugalatasından da uzak durmak gerekiyor.. Müslümansan kâfir gibi konuşmayacak ve davranmayacaksın.)


LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) BATIL DİNİ: ATATÜRKÇÜ PUTPERESTLİK

Peygamber Efendimiz  sallallahu aleyhi ve sellem gelecekle ilgili haberler vermiş, istikbalde neler olacağını bildirmiştir. Kendisini  Atatü...