“İSLAMCILIĞA KARŞI DEVLETÇİLİK” PUTPERESTLİĞİNİ “İSLAMCILIK İDEOLOJİSİNE KARŞI DİN OLARAK İSLAM” ETİKETİYLE PAZARLAMA DECCALLIĞI

 








Batılı-Batıcı illüzyonistlerin şapkalarından çıkardıkları “Islamism versus Islam” (İslam’a karşı İslamcılık) tavşanıyla hipnotize olup morfinlenen "dindar"lar, “İslamcılığa karşı devletçilik” boyasıyla boyanmaktalar.

Damarlarına “İslamcılığa karşı devletçilik” uyuşturucusu şırınga ediliyor ve putperestlik bağımlısı haline geliyorlar.

Türkiye'deki hikâye büyük ölçüde bu..

İslam’ın İslamcılık ile karşı karşıya gelmesi mümkün değildir, bu, sanatçılık ile sanatın, hukuk ile hukukçuluğun, iş ile işçiliğin birbirine karşı olması türünden bir imkânsız durumdur.

Birilerine (Türkiye'den örnek vermek gerekirse) sırf Batıcı (taklitçi maymun zihniyetli) ve Türkçü (kendi soyuna tapan ırkçı) olmadıkları, İslam'ı savundukları için önce İslamcı adını veriyorsun, evet sırf İslam'ı terk etmedikleri için birilerine İslamcı diyorsun, sonra da utanmadan "İslamcılık modern bir ideolojidir, müslümanlık değildir" diye yaygara koparıyorsun.

Böyle şerefsiz bir kültürel dolandırıcılık, böyle alçakça bir mantıksızlık olabilir mi?

Türkiye'de bu oldu.

Fakat, (özünde has halis som mantıksızlık olan) İslam düşmanlığının, böylesi bir mantıksızlıktan medet ummaktan başka çaresi yoktu.

İslam düşmanlığının kendisi mantıksızlık ve sahtekârlıktan ibaret olduğu için söylemleri de mantıksızlıklar üzerine kuruluydu.

En büyük alçaklık ise şu: (Batı'nın kültür emperyalizminin bir ürünü olan) İslamcılığın "din olan İslam'dan farklı" bir ideoloji anlamına geldiği yalanını "dindar"lara yedirmek için bu masalı "içeriden" birilerine söylettiler.

*

Batılılar, İslam ile mücadelelerini İslamcılık kavramı üzerinden maskeliyor, “Bizim İslam’la bir derdimiz yok, düşmanımız İslamcılık” diyerek İslam dünyasındaki münafıkları, işbirlikçileri ve dünyaperest cahilleri peşlerine takıyorlar.

Müslüman toplumlardaki “Batıcı taklitçi ve ideoloji ithalatçısı” zümre ile "derin" (CIA'in filan Türkiye'deki yerli milli şubesi) bayi ve acentalar, her konuda olduğu gibi bu noktada da Batılı efendilerinin izini takip ettiler.

Batılı efendilerinin söylemlerini aynen tercüme edip, yerli milli bir iki rötuş yaparak papağan gibi tekrarladılar.

Medyadaki, üniversitelerdeki, edebiyat camiasındaki, "dindar" gruplardaki adamlarına bu saçmalıkları söylettiler..

Onlara göre, İslamcılık devlet ve millet için “tehlike” idi, çünkü İslamcılık, bu küresel küfür cephesinin yerli milli işbirlikçilerinin imtiyaz düzeni için tehdit durumundaydı.

İslam’ın ibadet ve ahlâk esaslarının yanı sıra siyasal, ekonomik, hukukî ve toplumsal hükümlerini gündeme getiren İslamcılık bir ideolojiydi, din olan İslam değildi.

Dolayısıyla, İslamcılık adı verilen görüşler, "din ve vicdan hürriyeti"nin kapsamına girmiyordu.

İdeoloji hürriyeti ise bir yere kadardı.

*

İslam'ın "din" olan kısmı sadece laik (siyasal dinsiz) devlet için (mücahit olmadan, cihat etmeden) savaşarak "şehit" olmak, (sabır, kanaatkârlık, affedicilik, büyüklere saygı vs. türünden) ahlâkî öğütler, dinî bayramlarda yardımlaşma, mutasavvıf şairlerin bu minvaldeki şiirleri ve bazı ibadetlerdi.

İslam'ın devlet yönetimine ilişkin hükümleri din değildi. 

Her ne kadar onlar Kur'an'da da yer alıyorduysa da din sayılmazlardı, ideolojiydiler.

Laik (siyasal dinsiz) din mühendisliği (çakma şâri'lik, sahte tanrılık) böyle buyuruyordu.

Din olan kısım, Marksist açıdan bakıldığında "kitlelerin afyonu" olan, yöneticilerin yönetilenleri uyutmak ve uyuşturmak için istismar edip kullanabilecekleri ahlâkî öğütlerdi: Sabırlı olun, şikâyet etmeyin, sızlanmayın, büyüklerinize ve bu arada devlet büyüklerine saygı gösterin, yardımlaşın, kanaatkâr olun.. 

Olun da olun!.. 

*

Evet İslamcılık (İslam) Batılıların ve Batıcıların çağdaş “putperestçe imtiyazlılık düzenleri” için tehlikeydi, çünkü devlet kurumunu ve (kitleleri aldatmak için kullanılan, bazı geri kalmış ülkelere bir türlü gelmeyen, ha geldi ha geliyor denilen) demokrasi (ya da millet hakimiyeti) masalını, ideolojik düzeyde nerede olması gerekiyorsa oraya koyuyordu.

Devlet kavramının ardına saklanılarak putperestliğe ve imtiyaz düzenine kul köle olunmasına İslamcılık sessiz kalmıyordu.

İnsanları devlete, devletin unsurları olan “ülke”ye (toprağa, mala) ve “millet”e (halka, insan yığınına) kulluğa değil, onları yaratan Allahu Teala’ya kulluğa, O’na itaate çağırıyordu.

Devlet-çi zihniyetin putperestliğine göre ise, millet, bir toprak parçasının (ülke) mülkiyetini ele geçirince onun üzerinde bir “rejim” icat ediyor, böylece “devletin üçüncü unsuru”na da sahip olarak “devlet” haline gelmiş oluyordu.

Ve aynı devletçi putperestlik, Allahu Teala’nın yarattığı ülke üzerinde Allahu Teala’nın yarattığı havayı teneffüs edip, yarattığı suyunu içip, yarattığı rızkını yiyip yaşayan milletin icat ettiği bu rejimin temel ilkesi olan “devletin kutsallığı” inancının benimsenmesini istiyordu.

İşte İslamcılık, kendi amelini, kendi eserini, kendi elinin ürünü yapıyı, kendi yonttuğu putu Allahu Teala'nın yerine oturtan böylesi sapkınlıklar için tehlikeydi.

*

İslamcılık, ne devletin, ne milletin, ne de onların rejim türünden icatlarının kutsallığını kabul ediyordu.

Bu yüzden, devletçi putperestliğe göre, İslamcılıkla mücadele edilmesi gerekiyordu.

Fakat İslamcılığa cepheden mertçe saldırılması yerine psikolojik savaş yürütülmesi, yani dindar kitle içindeki beşinci kol ile içeriden darbe vurulması, daha masrafsız ve daha etkili bir çare gibi görünüyordu.

Özel harbin, psikolojik savaşın daha güvenli ve daha verimli olduğu kesindi.

Ve 'derin' devletin, dindar bilinen kesimde bunu ustalıkla ve maharetle yapabilecek (şair, yazar, düşünür, sanat adamı vs. diye gösterilip şişirilen) cicili bicili balonları, ağzı laf yapan yetenekli, donanımlı ve tecrübeli dolandırıcıları mevcuttu.

*

Devam edeceğiz inşaallah..


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...