UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK
KAVGASI – 35
Bir
önceki bölümde dikkat çektiğimiz hususlardan anlaşılabileceği gibi, Selanikli
Mustafa Atatürk’ün sözleri çelişki, tutarsızlık ve mantıksızlıklarla
meşbu durumda.
Ve
külliyetli miktarda yalan içeriyor.
Bu
yüzden sözlerinin elekten geçirilmesi, gökten inmiş vahiy gibi “mutlak
doğru” kabul edilmemesi gerekiyor.
(Ki
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasa’sına dercettiği Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlılık kaydıyla onun sözlerine bu şekilde “mutlak
doğruluk” ve bir tür tanrısallık atfediyor. Allahu Teala için
yanılma, unutma, yalan söyleme, yanlış bilme ve yanlış bilgi verme söz konusu
olamaz, fakat Selanikli Mustafa Atatürk’te bu arızaların hepsi var.)
Evet,
Selanikli’nin sözlerinin “mutlak doğru” kabul edilmemesi, şahsının
(kendisine yanılmazlık ve yanıltmazlık izafe edilerek) tanrılaştırılıp
putlaştırılmaması, laflarının hayatta en hakiki mürşit olan ilmin
rehberliğinde bilimsel bir bakış açısıyla kritik-analitik (tahlilî ve
tenkidî, eleştirel ve çözümleyici) bir yaklaşımla değerlendirmeye tabi
tutulması gerekiyor.
Allahu
Teala Kur’an-ı Kerîm’de pekçok ayette aklımızı kullanmamızı
emrediyor, insanlığı akıl nimetini kullanmaya davet ediyor.
Dolayısıyla
Selanikli’nin yapıp ettiklerini de aklımızı kullanarak değerlendirmek
durumundayız.
Ancak
Türkiye’de Selanikli söz konusu olduğunda bunun yapıldığı pek söylenemez.
Bir
kesim (Kemalistler/Atatürkçüler), Selanikli’nin sözlerini iman ettikleri
ölümlü bir tanrının ölümsüz vahyi gibi sorgulamadan huşu içinde (trans
halinde) okuyup dinliyorlar.
(Atatürkçü/Kemalist
derin devlet, modernist-“düzen”baz ilahiyatçı aparatlarına Allahu Teala’nın
hükümleri için “tarihsel” hükmünü verdirirken, yani onların belirli bir
tarihe ve bölgeye özgü olduğunu söyletirken, tanrılaştırıp putlaştırdığı
Selanikli’nin zırvalarına “evrensellik”, yani zaman/tarih ve mekân/coğrafya
üstülük, ebedî geçerlilik tanıyor. Ve bu “tarihsellik” konusunda pek hassas
olan ilahiyatçı tufeylîlerin, Selanikli’nin ilke ve inkılapları söz
konusu olduğunda, putunun karşısında dilsiz hale gelen putperestler gibi
sessizliğe gömüldüklerini görüyoruz.)
*
Evet,
Selanikli’yi putlaştıranlara, onun en mantıksız lafları bile eşsiz hikmetler
gibi görünüyor.
(Misal,
“Bir Türk dünyaya bedeldir” şeklindeki saçma sözü.. Sevmedikleri Sultan
Vahideddin bir Türk olduğu için dünyaya bedel, o kadar kıymetli, fakat ona
yapmadıkları hakareti bırakmıyorlar.. Hapishanelerimizi dolduran ırz düşmanı
sapıklar, çocuk tecavüzcüleri vs. Türk oldukları için çok kıymetliler, dünyaya
bedeller.. Görüldüğü gibi Selanikli saçmalamış, fakat birileri akıllarını
yitirmiş gibi bu sözü eşsiz bir vecize olarak tekrarlayabiliyorlar.)
Bir
kesim de Türkiye’de Selanikli’yi eleştirmek rejim açısından istenmeyen birşey
olduğu için istikbal ve menfaat hesapları yaparak (rejimperestlere şirin
görünmek için) Selanikli’nin sözlerindeki yalan yanlış ifadeleri görmezden
geliyor.
(Üstad
Necip Fazıl ve Kadir Mısıroğlu gibi yanlışlara dikkat çekenler
geçmişte büyük sıkıntılar yaşadılar. Selanikli’nin yaşadığı dönemde ise ona
gözünün üstünde kaşın var diyenin bile başı belaya girebiliyordu.)
*
Asıl
mevzuya gelelim.
Bir
önceki bölümde, (Selanikli Mustafa Atatürk’ün has adamı) Falih Rıfkı’nın,
velinimeti Selanikli’den naklettiği şu sözleri aktarmıştık:
"Bir gün Fethi (Okyar) Bey ve dört
müşterek arkadaşımla birlikte, bir hayli münakaşadan sonra, ihtilalci bir komite kurmaya karar verdik ve ihtilalci
tedbirler düşünmeye başladık: Padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek,
yeni bir hükümet teşkil ederek daha azimli hareketlere başvurmak gibi..
Başka bir gün bizim Şişli'deki evde
toplantımız nihayet bulduktan sonra dört kişiden biri dedi ki:
"Arkadaşlar, ben çok düşündüm. Namusumla söz veririm ki sırrınız gizli
kalacaktır, fakat komitede çalışmaya devam etmeyeceğim." Hepimiz hayret
içinde birbirimize baktık. İçimizden biri:
"- Bu ne demek, muvaffakiyetten emin mi
değilsiniz?" diye sordu.
"- Hayır, bunu düşünmedim. Muvaffak olacaksınız.
Fakat ihtilalciler muvaffak olsalar bile birçok tehlike karşısındadırlar. Bunu
da kabul etmelidirler. İşte o zaman ben ve benim gibiler, sizin kararlarınızı
tatbik etmek üzere iktidara gelecek ihtiyat namzetler (yedek adaylar) oluruz."
“Fethi Bey'le ben gözlerimizle konuştuk.
“Derhal dedim ki:
"- Beyefendinin iştirak etmeyeceği bir teşebbüs
makul de olmayabilir. Onun için cemiyeti hemen feshetmeliyiz."
“Böyle yaptık. Kendisi müsaade alıp gitti. Kalanlar
cemiyeti tekrar kurmuş oldular.”
(Falih Rıfkı Atay, M. Kemal’in
Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün
Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Mayıs 1999, s. 128.)
Selanikli
kendisinin ve Fethi Okyar’ın “dört müşterek (ortak) arkadaşı”ndan söz ediyor
fakat gerçekte sadece iki müşterek arkadaş söz konusu.
Yani
toplamda dört arkadaşlar.
Geriye
kalan iki kişi Rauf Orbay ile İsmail Canbulat.
Ve
Selanikli, sonraki yıllarda bu iki ortak arkadaşlarına çok fena “kazık”
atacaktır.
İzmir
suikasti girişimi bahanesiyle (suikast değil, suikast
girişimi) İsmail Canbulat’ı haksız yere astıracak, yurtdışında olduğu için gıyabında yargılanan Rauf
Orbay’ı ise 10 yıl hapse mahkum ettirecektir. Ayrıca bütün mal varlığına el koyacaktır. (Türkiye'de olsaydı kesinlikle asılırdı. Türkiye'ye dönmedi, sürgün hayatı yaşadı. Selanikli'nin ölümünden sonra mahkemesi tekrar görüldü, beraat etti.)
Evet,
toplamda dört kişiler.
Fakat,
Selanikli’nin anlattığı hikâyede İttihat ve Terakki hükümetinin eski
bakanlarından Kara Kemal de “konuk sanatçı” olarak önemli bir yere sahip.
Dolayısıyla bir “beşli çete”nin varlığından söz edenler de çıkabilir.
(Fakat İsmail Canbulat ile Rauf Orbay'ın Kara Kemal alerjisi dikkate alınırsa, en iyi ihtimalle "dörtlü çete"den söz edilebilir. Selanikli Mustafa Atatürk çeteye Kara Kemal'i de dahil etmek istemiş fakat bu girişimi komitacılık/terör karşıtı İsmail Canbulat ile Rauf Orbay tarafından veto edilmiş.)
*
Selanikli’nin
mütareke (ateşkes) döneminde İstanbul’da geçirdiği günleri konu edinen akademik
çalışmalar mevcut.
Selanikli’nin
yukarıda aktardığımız sözlerini bu “bilimsel” araştırmaları temel alarak
tartışacağız inşaallah.
Önce
konuyla ilgili bir yüksek lisans tezinde mevzu nasıl anlatılıyor, ona
bakalım.
M.
Fatih Cebeci, hazırladığı tezinde konuya şöyle girmiş:
“Tevfik Paşa Hükümetinin
Meclisten güven oyu almasından sonra da buhükümetin düşürülmesi için çeşitli
şekillerde çalışmaların yaşandığını ve bu organizasyonlarda Mustafa Kemal’in
isminin geçtiğini görmekteyiz. 26 Aralık 1918 tarihli Sabah gazetesinde
çıkan habere göre Tevfik paşa hükümetinin düşürülmesi için bazı gizli
faaliyetlerin olduğu, bu faaliyeti gerçekleştirenlerin hazırlamış olduğu
listede Mustafa Kemal’in isminin “Bahriye Nazırı” (donanma ve denizcilik
bakanı) olarak geçtiği yazmıştı. Tabi Mustafa Kemal bu haberi ertesi
gün yalanladı.”
(Selahattin Tansel, Mondros’tan
Mudanya’ya Kadar, c.1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1991, s. 77’den
aktaran Mehmet Fatih Cebeci, Mütareke Döneminde Mustafa Kemal’in
İstanbul’daki Faaliyetleri ve Anadolu’da Görevlendirilmesi, yüksek
lisans tezi, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
2013, s. 35-36.)
Görüldüğü gibi Selanikli yaptığı işin arkasında mertçe
durmuyor, yalan söylüyor.
Olduğundan farklı görünme, yalan söyleme, herkesin
karşısına farklı bir yüzle çıkma onun karakterinin başat ve değişmez özelliklerinden
biri.
Selanikli’nin
Tevfik Paşa hükümetinin kurulmaması, İzzet Paşa liderliğinde (içinde kendisinin
Harbiye Nazırı yani Milli Savunma Bakanı olarak yer aldığı) yeni bir hükümet
kurulması için çevirdiği dalavereleri önceki bölümlerde görmüştük.
Selanikli,
hedefine İzzet Paşa (Mareşal Ahmet İzzet Paşa) ile ulaşamayınca, şansını bir de
Âyan Meclisi Reisi Ahmed Rıza Bey’le denemiş bulunuyor. (Meşrutiyet
döneminde Meclis-i Mebusan’ın yanı sıra bir de Âyan Meclisi vardı. Türkiye’de
12 Eylül öncesinde bir senatonun bulunuşu gibi.. Ahmed Rıza, Jön Türkler’in
ve İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerindendi.)
Cebeci, “Ayan Reisi Ahmet Rıza, Tevfik Paşa Hükümetine
yönelik olarak tenkitlerini sürekli padişaha iletmekte idi…. Ahmet Rıza Bey’in
hükümeti ele geçirme düşüncesiyle ilgili olarak Mustafa Kemal’in
alakadarlığını Kazım Karabekir şu şekilde beyan etmişti” diyor
ve onun şu sözlerini aktarıyor:
“Nitekim Mustafa Kemal Paşa,
Ahmet Rıza Bey riyasetinde (başkanlığında) bir kabine (hükümet) kurmak ve kendisi
Harbiye Nazırı olmak ve benim de –pek zor durumda olan- iaşe vaziyetini
düzeltmem için iaşe nazırlığını (bakanlığını) kabul etmemi kararlaştırmışlar
ve İsmet Bey (İnönü) vasıtasıyla da bana bunu bildirmişlerdi…”
(Kazım Karabekir, Paşaların
Hesaplaşması, Emre Yayınları, İstanbul 1993, s. 34’ten aktaran Cebeci,
s. 36.)
Cebeci, Karabekir’den yaptığı bu alıntının ardından
şunları söylüyor:
“Görüldüğü gibi Mustafa
Kemal’in Hükümete Harbiye Nazırı olarak girme ya da istedikleri kişilerden
oluşacak bir hükümet oluşturma gibi teşebbüsleri başarıyla neticelenmedi.
Dolayısıyla Mustafa Kemal ve arkadaşları daha zorlayıcı ve köklü bir
girişime başvurmayı düşündüler; İhtilalci bir komite kurarak padişah ve
hükümet düşürülecekti. Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde yapmış oldukları
bir toplantıda İsmail Canbulat Bey’in tereddüt ve çekincesini bildirmesi
üzerine komite oluşturma fikrini pek de ileri bir aşamaya götüremediler.” (s.
36-37.)
Cebeci,
bu sözlerinin ardından bir dipnotla açıklama yapıyor ve “Mustafa Kemal ihtilalci bir komite fikrinin
ortaya çıkmasını hatıralarında şu şekilde bahsetmektedir” diyerek, yukarıda Atay’dan yaptığımız
alıntıyı aktarıyor.
Ancak kaynak olarak Tansel’in yukarıda adı geçen kitabı
ile İsmet Bozdağ’ın Nutuk Öncesi Atatürk Konuşuyor adlı kitaını
gösteriyor. Metin, Atay’ın ifadelerinin sadeleştirilmiş şekli.. Diğer bir fark,
Atay’ın kitabında isim verilmezken burada İsmail Canbulat’ın adının
açıklanmış olması.
*
Buraya kadar herşey iyi.. Fakat bundan sonrası tufan..
Çünkü Cebeci, yukarıdaki ifadelerinin akabinde, olayın
şahitlerinden Rauf Orbay’ın konuyla ilgili ifadelerini aktarıyor.
Ve, Rauf Orbay’ın sözlerine baktığımızda, Selanikli’nin
olayı yalan dolanlarla çarpıtmış olduğunu görüyoruz.
Ya da Rauf Orbay yalan söylüyor.
Sen hangisine inanıyorsun diye sorarsanız cevabım şu: Kesinlikle
Selanikli yalan söylüyor.. Rauf Orbay Selanikli’ye göre katiyyen daha
dürüst, şerefli ve namuslu bir adam..
(Kâzım Karabekir ile Selanikli’nin ihtilaf
ettikleri mevzularda da aynı şekilde düşünüyorum.. Bence Selanikli tescilli
yalancı.. Yalancılıkta müseccel marka.. “Hayır, Selanikli doğruyu söylüyor,
Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay gibi isimler yalan söylüyor” diyenlere de sözüm
yok, memlekette fikir ve inanç hürriyeti var, isteyen istediği şekilde
düşünebilir ve inanabilir.)
Evet, Cebeci sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Rauf Orbay ise Mustafa Kemal’in teklifiyle Tevfik
Paşa hükümeti ve onun destekçisi Padişah’ı devirme kararı aldıklarını fakat İsmail
Canbulat Bey’in itirazıyla bu işin sonlanmasını hatıralarında şu şekilde anlatmaktaydı:
“… Tevfik Paşa hükümetinin kırık düzen becerisizlikleri
ile uğranılan zararların bir an evvel önüne geçilmek için bu hükümeti, hatta
onu desteklemekte olan Padişah Vahdeddin’i bir yolunu bulup devirmekten başka
çare kalmadığını ileri süren [Mustafa Kemal] Paşa’nın teklifiyle faaliyete
geçmek kararını bile vermiştik ki, araya Kara Kemal beyin girişinden
kuşkulanan İsmail Canbulat Bey’in itirazıyla bu iş o kadarla kalmıştı.
“İsmail Canbulat Bey’in itirazı şöyle olmuştu. Tevfik
Paşa hükümetinin ve hatta padişahın nasıl değiştirilebileceği meselesini
aramızda, konuştuğumuz günlerin birinde İsmail Canbulat Bey’le ben, Şişli’de
Mustafa Kemal Paşa’nın evine gittiğimizde Paşa’yı, -o zamana kadar ilk defa
evine geldiğini gördüğümüz- İttihat ve Terakki’nin meşhur İaşe Nazırı Kara
Kemal Bey’le baş başa konuşur bulduk.
“Odaya gidip yanlarına yaklaştığımızda, konuşma
konusunun: “Tevfik Paşa’yı, otomobilinin şoförünü değiştirip kaçırarak,
İstanbul’da bir yerde saklamak...” olduğunu anlayınca, İsmail
Canbulat Bey, birdenbire asabileşerek ters yüzü dönüp odadan sofaya çıktı. Ben
de peşinden gittim.
“Yok birader, böyle komitacı işlerine gelemem, böyle
şey olmaz, bu benim işim değil…” diye gittikçe sinirlenen Canbulat Bey’i
teskin etmek hususundaki gayretlerime rağmen evden çıkıp gitti.
“Sonra Kara Kemal Bey de gitmişti. İsmail Canbulat
Bey asabileşince hayret etmekte olan Mustafa Kemal Paşa’ya, vaziyeti
anlattım.
“-Neden böyle oldu? Kara Kemal de
nereden çıktı?” [dedim.]
“–Yok canım, dedi, ben
komitacılık yapar mıyım, Kemal Bey’in ağzını arıyordum.” dedi.
“-Öyleyse haydi kalkın gidelim. Canbulat’a anlatın..”
dedim.
“Canbulat’ın Osmanbey’deki evine gittik. Mustafa Kemal Paşa, Kemal Bey’in ağzını aradığını
tekrar ile, işin içinde komitacılık olmadığı hususunda teminat verdi. Bu
teşebbüs de bu kararla kaldı.” (s. 37-38.)
[Cebeci
Orbay’ın hatıratına “a.g.e., s. 232” diyerek atıfta bulunuyor,
fakat dalgınlığına gelmiş, kitabın adını diğer dipnotlarda ve bibliyografyada
vermeyi unutmuş.. Söz konusu eser, Rauf Orbay’ın Cehennem Değirmeni -Siyasî Hatıralarım-
adlı eserinin birinci cildi (İstanbul: Emre Y., 1993), sayfa numarası doğru.}
*
Görüldüğü gibi, Selanikli’nin anlattığı hikâye ile Rauf
Orbay’ın konuyla ilgili açıklamaları tamamen farklı.
Rauf Orbay’ın sözlerinden, Selanikli’nin, bu arkadaşlarını, “Her ne
pahasına olursa olsun hükümeti yıkmalı başka bir hükümet kurmalıyız, gerekirse
bu hükümeti görevden almayan ve istifaya zorlamayan Vahideddin’i de tahttan
indirmeliyiz” diyerek kışkırttığı anlaşılıyor.
Derdi bir şekilde hükümette koltuk kapıp bakan olmak.. Fakat
arkadaşlarını “gaza getirmek” için “Siz de bakan olmalısınız,
olacaksınız, buna layıksınız” diyor.
Arkadaşları da “He, hı” diyorlar, fakat bunun siyasî alavere
dalavere ve entrikalarla, birtakım ittifaklar yoluyla Padişah ve hükümet
üzerinde baskı kurulması suretiyle olacağını zannediyorlar.
Sonra bir gün bakıyorlar ki, o güne kadar Sarı Kemal’in
evine gelmemiş olan Kara Kemal bunun evine damlamış ve başbaşa kanunsuz
işler planlıyorlar.
Terör örgütü olarak faaliyet göstermeyi (o günkü tabirle komitacılık
yapmayı) kafaya koymuşlar.
İşte buradan, Selanikli Sarı Kemal’in (Mustafa Atatürk’ün)
birinci yalanı ortaya çıkıyor: İddiasının aksine ortada bir “ihtilalci
komite” yok.. Böyle bir terör örgütü kurulmuş değil.
İkincisi, İsmail Canbulat’ın daha önce girmiş olduğu halde
ihtilalci komiteden ayrılması diye birşey de mevzubahis değil.
Üçüncüsü, Fethi Okyar o gün orada değil.. Çünkü Rauf Orbay,
Sarı Kemal ile Kara Kemal’in başbaşa konuştuklarını söylüyor.
Dolayısıyla Selanikli ile Fethi Okyar arasında bir
“bakışarak konuşma” durumu yaşanmış değil.. Fethi Okyar piyasada yok.
Dördüncüsü,
Selanikli’nin şu sözleri de baştan aşağı yalan:
“Başka bir gün bizim Şişli'deki evde
toplantımız nihayet bulduktan sonra dört kişiden biri dedi ki: ‘Arkadaşlar,
ben çok düşündüm. Namusumla söz veririm ki sırrınız gizli kalacaktır, fakat
komitede çalışmaya devam etmeyeceğim.’ Hepimiz hayret içinde birbirimize
baktık.”
Ortada
bir toplantı yok ki nihayet bulsun..
İsmail
Canbulat Sarı Kemal ile Kara Kemal’in dengesiz laflarından
rahatsız olup çekip gitmiş.. Dolayısıyla yaptığı herhangi bir açıklama da,
kalanların hayret içinde birbirlerine bakması da söz konusu değil. (Sonraki yıllarda Sarı Kemal'in adamları İzmir Suikasti girişiminin ardında olduğu iddiasıyla Kara Kemal'in peşine düşecekler, o da ellerine canlı düşmemek için intihar edecektir.)
Beşincisi,
içlerinden birinin İsmail Canbulat’a "Bu ne demek, muvaffakiyetten emin
mi değilsiniz?" diye sorması diye birşey de yok.
Altıncısı,
Rauf Orbay İsmail Canbulat’ın değil Selanikli’nin tavrına hayret ediyor. “Neden böyle oldu? Kara Kemal de nereden çıktı?”
diye hesap soruyor.
Yedincisi, İsmail Canbulat’ın sinirli bir şekilde çekip gitmesi ve Rauf Orbay’ın itirazından paniğe kapılan ve pabucun pahalı olduğunu gören Selanikli hemen tabiri caizse “kıvırıyor” ve “Yok canım,” diyor, “ben komitacılık yapar mıyım, Kemal Bey’in ağzını arıyordum”. ("Kıvırmacı" olduğunu, gerçek düşüncelerinin hilafına konuşarak arkadaşlarını aldattığını kendisinin "Beyefendinin iştirak etmeyeceği bir teşebbüs makul de olmayabilir, onun için cemiyeti hemen feshetmeliyiz dedim" şeklindeki ifadesi de ortaya koyuyor.)
Buradan da anlaşılıyor ki ortada bir “ihtilalci komite”
yok. O, Selanikli’nin hayalindeki mutlu tablo..
Bu komitacılığını İstanbul’da gerçekleştiremeyecek, İngilizler’in
(İsmet İnönü’nün itiraf ettiği) desteği sayesinde ileride hayata geçirecek,
TBMM’yi bir “ihtilalci komite” gibi Osmanlı Devleti’nin karşısına dikecektir.
Sekizincisi, Selanikli’nin "Beyefendinin iştirak
etmeyeceği bir teşebbüs makul de olmayabilir. Onun için cemiyeti (ihtilalci
komiteyi, terör örgütünü) hemen feshetmeliyiz" demesi de söz konusu
değil.
Tam aksine, İsmail Canbulat’ın Osmanbey’deki evine gidiyorlar, Selanikli ona da, Rauf Orbay’a söylediği gibi, Kara Kemal’in ağzını aradığını ifade ediyor, işin içinde komitacılık olmadığı hususunda teminat veriyor. (Ağız aramak için olduğundan farklı görünerek yalan söylemek de bir başka karaktersizlik.. Komitacılık yapmazmış, fakat Kara Kemal'e öyle görünmüşmüş.. Erzurum Kongresi gecelerinden birinde hempaları Mazhar Müfit ile Süreyya'ya gerçek niyetlerini ve gizli gündemini açıklamışken bütün bir millete karşı takiyye yaptı, yalan söyledi.)
Dokuzuncusu, Selanikli’nin “Böyle yaptık. Kendisi müsaade
alıp gitti” şeklindeki sözleri de yalan.. İsmail Canbulat müsaade almadan çıkıp
gitmiş durumda.
Onuncusu,
Selanikli’nin “Kalanlar cemiyeti (ihtilalci terör örgütünü) tekrar kurmuş
oldular” şeklindeki sözü de püsküllü yalan. (Fakat yalancı ve sahtekâr olduğunu böylece itiraf etmiş oluyor. Kendi beyanına göre, İsmail Canbulat'ı aldatıyor, ona yalan söylüyor, terör örgütünü feshetmiş gibi görünüyorlar, fakat aslında böyle bir fesih yok.. Selanikli'nin bütün hayatı yalan dolan, aldatma, döneklik, ikiyüzlülük, sahtekârlık ve takiyye üzerine kurulu.)
*
Evet,
Selanikli büyük yalancı.. (Yeri gelmişken söyleyelim, "deccal", kelime anlamı itibariyle "çok yalancı" demektir.)
Bu
kadar kolay “kıvıran”, yalan söyleyen bir adamın, İngiliz Gizli Servisi’nin
(İstihbarat Teşkilatı’nın) İstanbul şefi Robert Frew ile olan başbaşa gizli
görüşmeleri hakkında doğru bilgi vermesi beklenebilir mi?!
İsmet
İnönü, adamını çok iyi tanıyormuş:
"İstiklal
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
Demek
ki bu topraklarda Selanikli liderliğinde “yedi düvel”e (yedi devlet) karşı
verilmiş bir istiklal/bağımsızlık mücadelesi yok.
Dört
düvelin (İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya) desteğiyle Yunanistan’a
karşı verilmiş bir mücadele var.
Selanikli’nin
hedef aldığı ikinci devlet ise Osmanlı Devleti.
Evet,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş serüveninin “İngiltere'nin izni, Lord Curzon'un kararı ve kavliyle, ve de dört düvelin yardımıyla iki
düvele karşı verilmiş şanlı mücadele” olarak yeniden yazılması gerekiyor.