UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 54
Evet, Samsun'a çıkan Selanikli Mustafa Atatürk, İngilizler’in verdiği yol
haritasına göre hareket ediyor, Osmanlı Devleti’ni tarih mezarlığına gömmek
için “paralel devlet” kurma yolunda emin adımlarla ilerliyordu.
Selanikli devletleşme hedefi için TBMM’yi kurmaya
uğraşırken İngilizler Yunan’ı (adını General Milne’den alan) Milne Hattı ile
İzmir dağlarında bekletmekteydiler.
İzmir’i 15 Mayıs 1919’da (Selanikli’nin Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan hareketinden bir gün önce) işgal eden Yunan ordusu şayet Milne Hattı ile durdurulmamış olsaydı, Erzurum’a kadar rahatça yürüyebilir ve Kâzım Karabekir ile karşılaşabilirdi.
Durdurulmaları gerekiyordu.
Çünkü yürümeye devam etmelerinin iki mahzuru vardı:
Birincisi, böylesi bir durumda Karabekir millî mücadelenin doğal
lideri haline gelirdi ve artık Selanikli’nin esamisi okunmazdı.
İkincisi, doğrudan bir sıcak çatışmaya girilmesi durumunda
Selanikli, Osmanlı Devleti’nin yerine ikame edilecek yeni bir devleti (takiyye
marifetiyle kimseyi ürkütmeden kurnazca) kurmak için gereken adımları
atamaz, “kongreler düzenleme, önce bir Heyet-i Temsiliye icat
etme, ardından Osmanlı’nın Meclis-i Mebusan’ının yerini alacak bir millet
meclisi oluşturma, bilahare bir hükümet kurma” aşamalarından oluşan programını
hayata geçirmeye zaman ve imkân bulamazdı.
İngilizler bir taraftan Yunan’ı Milne Hattı ile durdurmak
diğer taraftan da Osmanlı Devleti kurumlarını İstanbul’da felçli hale getirmek
suretiyle Selanikli için tarlayı sürüp altüst ettiler ve araziyi hazırladılar.
Meydan Selanikli’nindi.
*
Selanikli 23 Nisan 1920’de Meclis’i açmış ve ardından bir
hükümet teşkil etmişti.
Ayrıca, Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile, TBMM’nin
(yani “fiilen” kendisinin) otoritesini kabul etmeyip Osmanlı Devleti’ne
bağlılığı sürdürenleri “vatan haini” kontenjanından idam etmeye, katledip
öldürmeye, asıp kesmeye başlamıştı.
Osmanlı Devleti’ne sadakatin, ihanet etmekten kaçınmanın
adı artık “vatana ihanet” olmuştu.
Ancak, “vatan” için milleti asıp kesmeye başlamış
olan Selanikli’nin henüz asıl düşmanlara karşı attığı tek bir kurşun
bile yoktu.
Buna Yunan da dahildi.
Ortada garip bir durum vardı.. Sözde Osmanlı Devleti’ni
ve hilafet kurumunu korumak ve kurtarmak gayesiyle işgalci düşmanlarla
savaşmak üzere yola çıkmış olan Selanikli, milletle savaşıyordu.
TBMM’nin “gazilik” serüveni işgalci düşmana değil millete
savaş açılarak başlatılmıştı.
Selanikli’nin karizmayı tümden çizdirmemesi ve görüntüyü
kurtarması için Yunan’ın biraz hareketlenmesinde ve TBMM’nin gaziliğine bir
“işgalci gâvurla mücadele” boyutunun eklenmesinde fayda vardı.
(TBMM için “gazi meclis” deniliyor. Güzel de,
Osmanlı hanedanı daha fazla gaziydi.. Yeniçeri ocağı vs. için de aynı durum
geçerli. Kimse Osmanlı sülalesinden bahsederken “gazi hanedan” demiyor..
Üstelik içlerinde Murat Hüdavendigâr gibi şehitleri ve Kanunî gibi sefer sırasında sınır boylarında ölenleri de var.)
*
Yunan ordusu 21 Haziran 1920’de (TBMM’nin açılışından iki
ay sonra) Milne Hattı tatiline son vererek hareketlenmeye başladı.
Bu gelişme, “Selanikli boşuna uğraşmıyormuş, yayılma istidadı gösteren bir Yunan
tehdidi gerçekten varmış” denilmesine yol açtı.
Ancak, Selanikli’ye bağlı güçlerle Yunan kuvvetleri
arasında kayda değer bir çatışma yaşanmadı.
İngilizler’in planı, biraz hırgünden sonra Selanikli ile Venizelos’u
bir masaya oturtup barıştırmak, böylece olayı kazasız belasız “mutlu son”a
bağlamaktı.
Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı.. TBMM hükümetinin kurulmasından yedi, Yunan ordusunun
“kıpraşmaya” başlamasından beş ay sonra, Kasım 1920’de Venizelos,
ülkesindeki seçimleri kaybetti.
Bu siyasî yenilgi, Almanya yanlısı Kral Konstantin’in
19 Aralık 1920’de Yunanistan’da tekrar krallık tahtına oturmasına yol açtı.
[Yedi yıl önce, 18 Mart 1913’te tahta çıkmış olan Konstantin, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ardından dönemin başbakanı Venizelos ile görüş ayrılığına düşmüş bulunuyordu.
Almanya taraftarı olan Konstantin, Yunanistan’ın savaşta İngilizler ile müttefiklerinin safında yer almasını istemiyordu.
Bu yüzden Venizelos’u iki defa istifaya zorladı, fakat ona geri adım attıramadı.
Tam aksine, kendisi tahtını kaybetti.
Çünkü 1917 yılında İngiltere ile müttefikleri (Fransa ve İtalya), Atina’yı bombalama tehdidinde bulundular.
Konstantin, tahtı oğlu Aleksandros’a
bırakarak ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Tekrar kral olmasını ise, Venizelos muhaliflerinin Kasım 1920 seçimlerini Konstantin’in tahta tekrar geçmesi için bir tür referanduma dönüştürmüş olmalarına borçluydu.
Bu defa İngiliz yanlısı Venizelos kaybetmiş,
Almanya taraftarı Konstantin kazanmıştı.]
*
Konstantin’in tahta çıkmasıyla birlikte Türk-Yunan gerginliği büyümeye, harlanıp ateşlenmeye başladı..
İlk ciddi çatışma, Venizelos’un seçim
yenilgisinden iki ay, Konstantin’in tahta çıkmasından ise üç hafta sonra
yaşandı.
Konstantin’in yeniden iş başına geçmesinden 18 gün sonra, 6
Ocak 1921’de Yunan ordusu Ege’de iki koldan taarruza geçti.
Bunun sonucunda 9 Ocak – 11 Ocak 1921 tarihleri arasında Birinci
İnönü Muharebesi yaşandı.
Selanikli’nin başı, Konstantin yüzünden dertteydi.
Osmanlı Devleti'ne bağlılığı yüzünden TBMM'ye şüpheyle bakan milleti bırakıp Yunan'la savaşmak gerekiyordu.
*
Enver Paşa ve
şürekâsının Alman yanlısı, Selanikli’nin ise (mütareke döneminde İstanbul’da Minber
ve Vakit gazetelerinde yayınlanan röportajlarının da ortaya
koyduğu gibi) İngiliz muhibbi (İngilizsever) olduğu biliniyordu.
Bir sır değildi.
İngilizler’le arası hoş olmayan Konstantin (Ki onlardan
esaslı bir “kazık” yediği için onulmaz bir kuyruk acısına sahipti),
Venizelos’un aksine, Anadolu’da gidebileceği yere kadar gitmek istiyordu.
Tahta geçtikten sonra “Yunan devlet sırlarını” ve
Venizelos’un İngilizler’le çevirdiği dolapları (önceden vakıf olmadıysa şayet) kâmilen öğrenmiş olduğunu kabul etmek gerekiyor.
*
Selanikli Ankara’da TBMM’yi açıp hükümetini
kurduktan ve Anadolu’da yeni bir devletin teşekkülü işini rayına oturttuktan
sonra İngilizler, Osmanlı Devleti’nin ipini çekmek için son esaslı hamlelerini
yaptılar.
TBMM’nin açılışından yaklaşık dört ay sonra (Venizelos hâlâ ellerinin altındayken), 10 Ağustos
1920’de Osmanlı’ya Sevr Antlaşması’nı dayattılar.
Teşhibte hata olmaz derler, Sevr Antlaşması’nı spordaki “tavşan
atlet” olgusundan hareketle “tavşan antlaşma” olarak adlandırmak
mümkün olabilir.
Sevr saçmalığına yüklenen işlev, Anadolu’da kurulmakta olan
yeni devletle gelecekte yapılacak antlaşmanın onun açısından “zafer” olarak
algılanmasını sağlayacak bir fon perde ya da zemin olmasıydı.. Malum, elinizi buz gibi soğuk bir sudan çıkarıp ılık suya soktuğunuzda olduğundan daha sıcak görünür.
Evet Sevr’in önemi, Osmanlı Devleti’ni tümden
itibarsızlaştırması ve etkisizleştirmesi, Ankara Hükümeti’nin yapacağı herhangi
bir antlaşmayı ona kıyasla bir “başarı” hikâyesi, bir zafer destanı haline getirmesinden
kaynaklanıyor.
Hem İngilizler’in hem de Selanikli’nin böyle bir “tavşan
antlaşma”ya ihtiyacı vardı:
“Sevr Antlaşması ile Ankara artık tek
umut ve tek sığınak haline gelmiş bulunuyordu. Hilafet ve saltanattan kurtulmak
ve halkı bu kurumlara karşı kışkırtmak için en önemli koz da Ankara’nın eline
geçmiş bulunuyordu. Gerçek idam fermanı buydu ve İstanbul hükümeti kendi idam
fermanını kendi elleri ile imzalamıştı. Sevr, Mondros Mütarekesi’nin tabiî
sonucu idi. Çaresiz ve köşeye sıkıştırılmış insanlara süngü tehdidi ile
imzalatılmış bir belge idi. …
“… Sevr’in hükümleri, yeni Ankara
hükümetinin ülkeyi hangi noktada bulup nereye yükselttiğini gösteren bir kıyas
imkanı olarak her zaman işe yaramıştır.”
(Abdurrahman
Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y.,
t. y., s. 78.)
*
Bütün bunlar olup bittiğinde ve 1921
yılına girildiğinde ortada Selanikli’nin işgalci güçlere karşı henüz bir
başarısı bulunmuyorduysa da, İngilizler tarafından reklam ve propagandası
hararetle yapılmaktaydı:
“25 Ocak’ta, İngiliz
Dışişleri Bakanı Lord Gürzon’un Paris Konferansı’ndaki demeci: ‘İstanbul
hükümeti felç halinde ve Mustafa Kemal Türkiye’nin gerçek hakimidir’.” (A.g.e.,
s. 88.)
İstanbul Hükümeti’ni felç eden de,
Selanikli’yi Türkiye’de hakim hale getiren de, sonra bunu ilan eden de Lord
Curzon..
İstanbul Hükümeti'nin felç olmasını sağlayacak adımları bilinçsizce değil stratejik bir plan dahilinde hesaplı kitaplı olarak attıkları kesin.
Niyetlerinin Osmanlı Devleti'ni gerçekten felç etmek olduğu, bunun istenmeden meydana gelmiş bir yol kazası olmadığı, Curzon'un durum tespiti için kullandığı felç kelimesinden anlaşılıyor.
Aynı şekilde, Osmanlı'nın felç edilmesinin Selanikli'yi "Türkiye'nin gerçek hakimi" haline getirme amacına yönelik olduğu, Curzon'un bu "müjde"sinden seziliyor.
Herşey, onun aldığı ve devletine
aldırdığı “karar”ın sonucu..
Selanikli’nin başbakanı ve sağ
kolu İsmet İnönü bu karardan şöyle söz ediyor:
"İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur".
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
Adam daha ne desin?!
*
Curzon'un söz konusu "müjde"yi vermesinden dört ay sonra, 1921 yılının 13 Mayıs’ında ise
İngiltere ve müttefikleri (Fransa ve İtalya), bir Türk-Yunan savaşında tarafsız
kalacaklarını açıklıyorlardı:
“13 Mayıs’ta İtilaf
devletleri, Yunanistan’dan desteklerini tamamen çekerek Türk-Yunan
savaşı karşısında tarafsız kalacaklarını açıkladılar.” (Dilipak, s. 93.)
Bu tarafsızlık, pratikte Selanikli’ye
verilmiş dolaylı bir destek anlamına geliyordu.
Böylece Selanikli’nin karşısında “yedi
düvel” (yedi devlet) değil, tek devlet kalmıştı.
*
Bu süreçte hem İngilizler hem de
Selanikli zamanlamayı mükemmel yaptılar ve her adımı tam uygun vakitte attılar.
Önceki bölümlerde, birtakım Osmanlı devlet adamları, komutanları ve aydınlarının İngilizler tarafından Malta’ya sürülmelerinin, Selanikli’yi adamdan saymayan dişli budaklı adamların oyun dışı bırakılmasına yönelik bir taktik olduğunu dile getirmiştik.. (Falih Rıfkı'nın Çankaya'da yazdığına göre, İttihatçılar Selanikli için "haris, sarhoş, sefih, fırsatçı ve ahlâksız" diyorlar, Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü bile onun için "muhteris, menfaat düşkünü" nitelemesi yapıyorlardı.)
İngilizler Malta esirlerini uzun süre
bırakmadı, adada tuttular.. Ne zaman ki Sakarya Savaşı kazanıldı ve
Selanikli’nin konumu sarsılmaz bir biçimde güçlendi, işte o zaman onları
serbest bırakmaya başladılar.
Çünkü artık, "Sakarya Savaşı'nın muzaffer komutanı" Selanikli’ye boyun eğip
biat etmekten başka yapabilecekleri birşey kalmamıştı:
“29 Eylül’de, Mustafa
Kemal, İngilizler’in beklenmeyen ilginç kararı ile ilgili olarak gizli celsede
TBMM üyelerine bilgi verdi: ‘Son zaferi takiben hemen onun beklediği günlerde
İngilizler bir yakınlaşma zemini aradılar ve bunun sonucu hemen bize hiç
sormadan Malta’da bulunan tutukluların tümünü bırakmaya karar verdiler.”
(Dilipak, s. 101.)
Sakarya Savaşı’nın kazanıldığı tarih
13 Eylül 1921.. Ve Selanikli 16 gün sonra bunları söylüyor.
Selanikli’nin bu laflarının “satır
araları”nı iyi okumak gerekiyor.
İmdi, İngilizler’in Malta sürgünlerini
serbest bırakmak için bunu önce ona sormaları mı gerekiyordu ki “bize hiç
sormadan” diyebiliyordu?
Geçmişte böyle “birbirlerine
sorarak” iş yapma gibi bir huyları ya da alışkanlıkları mı vardı?
İngilizler, kimleri Malta’ya sürecekleri,
sürmeleri gerektiği konusunda acaba önceleri Selanikli’den akıl mı alıyorlardı?
*
İngiliz karşılıksız iyilik yapmaz,
sinekten yağ çıkarma gibi bir huyları vardır.
En küçük birşeyi bile pazarlık konusu yapıp karşılığında birşeyler koparmayı gayet iyi bilirler.. (1876-77 Osmanlı-Rus Savaşı'nda İstanbul'a, Yeşilköy'e kadar gelen Rus ordusunu Marmara'ya giren donanması ile tehdit edip durdurması karşılığında Kıbrıs'a çöreklenmişlerdi.)
Üstelik "istiklal mücadelesi" sırasında işgalci düşmanımız durumundaydılar.
Çanakkale’de dünya kadar gemisini,
cephanesini kaybetmiş, askeri telef olmuş.. Sonra da gelmiş İstanbul’a
çöreklenmiş, intikam alma derdinde.. Nasıl oluyor da Selanikli’ye durduk yere
böyle bir jest yapabiliyorlar?
Sakarya Savaşı’nda yenilgiye uğrayan
İngilizler değil ki..
Yenilen, Almanya yanlısı, İngilizler’in de
sevmediği Konstantin.