ORYANTALİST DOMUZLARIN PİSLİĞE BULAŞMIŞ YERLİ-MİLLİ KUYRUKLARININ İSLAM'I YENİLEME VE GÜNCELLEME KALPAZANLIĞI

 








Sözlerinde hiçbir değişiklik olmayan, hiçbir şeyi unutmayan, herşeyi bilen, her söylediği hatasız olan, ancak Allahu Teala’dır:

Ve Rabbinin sözleri doğruluk (sıdk) ve adâlet (adl) üzere tamamlandı. O'nun sözlerini değiştirebilecek bir kimse yoktur! O, herşeyi işiten, herşeyi bilendir.” (En’âm, 6/115)

Diyanet’in Kur'an Yolu Tefsirinde bu ayet-i kerime hakkında şu bilgiler veriliyor:

“Sıdk, “sözde ve işte doğruluk, dürüstlük, gerçeğe uygunluk”; adl de “bir sözün veya işin yerli yerince, hak ve nesafet [insaf] kaidelerine uygun olması; hiçbir zulüm, haksızlık ve aşırılık unsuru taşımaması” demektir. Âyette Allah’ın sözünün yani kelâmının, belirtilen değerleri eksiksiz taşıdığı ve bu niteliklerini değiştirmenin de mümkün olmadığı vurgulanıyor. Nitekim Râzî de, âyeti geniş olarak açıkladıktan sonra okuyucusuna hitaben, “Kur’an bahislerinin bu iki kısma (yani haber bildiren [ihbarî] ve yükümlülük getiren [inşaî] âyetler grubuna) ayrıldığını [sen] bildiğine göre, biz deriz ki eğer bir âyetin konusu haber grubuna giriyorsa Allah’ın kelâmı sıdk (doğruluk ve gerçeklik) bakımından; eğer yükümlülük grubuna giriyorsa adalet bakımından eksiksiz ve mükemmeldir. …” (XIII, 161) demektedir. Böylece âyette Allah kelâmının, diğer bütün üstün nitelikleri de kapsayan dört temel niteliğine işaret edilmiştir: Tam ve mükemmel oluşu, doğru ve gerçek oluşu, âdil oluşu, değiştirilemez ve tahrif edilemez oluşu.”

Ancak, değiştirmek ve tahrif etmek isteyenler var.

*

Değiştirmek ve tahrif etmek isteyenler İslam’ın güncellenmesi gerektiğini, bin 400 yıl öncesinin hükümlerinin bugün uygulanamayacağını iddia ediyorlar.

Bunların bir kısmı resmen münafık.. İçlerinde imandan bir kırıntı bile yok.. Şeytanlaşmış tipler.

Bir kısmı ise ahmak.. Aptal.. Sözde İslam’ı yenileyecek, canlandıracak, çağın insanına sevdirecek.

İlk gruba örnek, Fazlur Rahman denen şeytan.. İslam adlı kitabında Allahu Teala’yı “ahlâkî idealden taviz” vermiş olmakla suçlayabilmiş durumda. (Kitabı Türkçe’ye çeviren, Mehmet S. Aydın adlı dinozor dangalak.)

Böylece, Allahu Teala’yı yalancı çıkarıyor, yalanlıyor, “Hayır, senin sözlerin sıdk ve adl bakımından sorunlu, doğru da değil, adil de değil” demiş oluyor.

Adam kıpkızıl kâfir..

*

Ahlâkî ideal” dediği şey, Frenk keferesinin (şimdi artık LGBT, eşcinsel evlilik sapıklığı, “Uçsa da keçi, uçmasa da keçi” türünden cinsiyet tanımazlık fanatizmi noktasına gelmiş olan) çağdaş hurafeleri.

Kâfir olmak için daha ne yapması gerekiyor?.. Eşek gibi anırarak “Ben kâfirim” demesi mi gerekiyor?!

Bu “hayvandan aşağı” rezilin peşine (öz Türk olma iddiasıyla) takılan pırasasör Mustafa Yoztürk gibi soytarıların hali ortada.. Allahu Teala’nın ayetine inanmıyorlar fakat Fazlur Rahman eşeğinin anırmalarına “mutlak doğru” muamelesi yapıyorlar.

Allahu Teala’ya imanları yok, Fazlur Rahman itine var.

Bunlar, Allahu Teala’yı tanıyamamış, “marifetullah”tan hiç nasip alamamış körler, sağırlar ve kalpsizler durumundalar:

Onlar Allah’ın kadrini bilemedi, hakkıyla takdîr edemediler. …” (Zümer, 39/67)

*

İlk taife böyle.. Suret-i haktan gelen şeytan..

İkinci taifeyi ise, bu şeytanlardan etkilenen saftirikler oluşturuyor.

Bunlar, nasslarla (ayet ve hadislerle) sabit olan Şeriat hükümlerini “tamamlanmış, mükemmel, doğru ve adil” bulanları “asr-ı saadet simülasyonuna gömülen, nostalji duygusuna mağlup olan, ayet ve hadisleri anlamada donmuş, donuk ve tutuk davranan” kimseler olmakla suçluyorlar.

Akıl hocaları, suret-i haktan gelerek kendilerini kukla gibi parmaklarında oynatan şeytanlar.

O yüzden, "sofistike" takılıp soytarı pırasasör Mustafa Yoztürk gibi “Hz. Ömer içtihatçılığı” edebiyatı yapıyorlar.

İslam’ı “Batı’nın ahlâksız ahlâkî ideallerine”ne göre “güncelleyince” bu zamanın Hz. Ömerleri olacaklarını zannediyorlar.

*

Bu geri zekâlı Yoztürk Mustafa şunu demişti:

Hz. ÖmerKur’an‘da ayet olarak müellefe-i kulub’a zekat verme hükmü hâlâ duruyorken Hz. Peygamber vefat ettikten sonra bunu isteyen ve bu konuda ayetin mevcut olduğunu da hatırlatan bir gruba “gidin emeğinizle çalışın kazanın, size zırnık yok” demiş ve hiçbir şey vermemiştir. İmam Maturidi bu olayı “ictihad yoluyla nesh” olarak tanımlar. Ben de Maturidi ile aynı şeyi söylüyorum ama tekfir edilen benim. “İlla birini tekfir etmem lazım, yoksa duramam” diyorsanız önce mezhep imamımız Maturidi’yi tekfir edin. Benim suçum ne? İsmimin önünde Ebu Mansur yazmaması mı?"

Bunun sorunu isminin önünde Ebu Mansur yazmaması değil, Ebu Hınzır yazılması gerekirken yazılmaması..

İmam Matüridî’nin sözünün doğru anlaşılması için öncelikle onun ictihad ve nesh kavramlarıyla neyi kastettiğinin ortaya konulması gerekiyor.

Yani bugün nesh ve ictihad denilince anlaşılan hususları mı kastediyor, yoksa başka birşeyi mi; bunun ortaya konulması önem taşıyor.

Diyelim ki İmam’ın sözleri tam da kendilerinin savunduğu anlayışı yansıtıyor (Öyle değil, bu konuya döneceğiz, fakat öyle olduğunu varsayalım), bu tam da “mezhepçilik” diye eleştirdikleri yaklaşıma karşılık gelir.

Böylece “mezhebi (bir alimin içtihadını) din haline getirme” diye nitelendirerek lanetledikleri tavrı sergilemiş olurlar.

Oturup kalkıp “mezhepler üstü İslam”dan söz eden, insanları Kur’an’a, Kur’an İslamı’na, Kur’an Müslümanlığı’na çağıran bu dangalakların böyle temel bir konuda, en iyi ihtimalle bir alimin içtihadı sayılabilecek bir görüşü (Ki içtihad kesinlik taşımaz, zan ifade eder) kesin delil gibi ortaya sürmelerine ne demek gerekir?

Eğer bunlar, mezheb (içtihat) olgusunun mantığını kavramış olsalardı, İmam Şafiî gibi konuşmaları gerekirdi: İmam Matüridî'nin bu tespitinin doğru olduğunu düşünüyoruz, fakat yanlış olabilir. Karşıt görüşün hatalı olduğunu düşünüyoruz, fakat doğru olabilir.

Fakat bunu demiyorlar, diyemiyorlar.

*

Ve işlerine geldiğinde Mustafa Yoztürk dümbeleği gibi şöyle konuşabiliyorlar:

“Atalar dininin, fıkıh mühendislerinin, ruhban sınıflarının, efendileştirilmiş hocaların vesayet ve velayetine karşı İslam’ın özü olan Kur’ân, esas itibariyle bireyi akla ve düşünmeye davet eder…”

Evet, münafıkça ve riyakârca konuşan bu sünepe züppenin sonradan Kur’an hakkında neler söylediğini gördük.. Peşine takılan humaka ve budala taifesine, “Batılı oryantalistlerin pisliğe bulaşmış kuyruğu olan benim gibi ‘din bilimleri mühendisi taslakları’nın peşinden akılsızca gitmeyi bırakın, aklınızı kullanıp Kur’an’a sarılın” demedi.

Diyemedi.. Demez.

Reklamlarda Kur'an gösteriyorlar, teslimatta ise işi putları ve efendileri ruhbanımsı Fazlur Rahman'a (ve onun  efendileri olan papazlara ve oryantalistlere) bağlıyorlar.

Ya da "sapık ruhban" olarak bizzat kendilerinin peşine düşülmesini istiyorlar.

Fakat bunu bile açıkça ve mertçe söylemiyor, söyleyemiyor, araya İmam Matüridî gibi isimleri sokuşturuyorlar. 

Ümmetin onlara olan itimadını istismar etmeye çalışıyorlar.

*

Böylece, fıkıh mühendisliğine soyunan bu soytarının yukarıya aldığımız sözü, diğer sözleri ve genel yaklaşımı çerçevesinde şöyle bir anlam kazanıyor: “Kur’an’ı boş ver, onun davet ettiği akla bak!.. Esas olan akıl, Kur'an sadece ona çağıran bir davetçi.. Ancak bu işlere sizin aklınız yetmez, buradaki akıl, oryantalistlerin ve papazların aklı.. O aklın İslam ülkelerindeki distribütörü ise Fazlur Rahman gibi tipler.. Bizler de Türkiye'deki bayileriz.” 

Nitekim bu münafığın, mahrem muhitlerde kendisine benzeyen tiplerle bir araya geldiğinde küfrünü açıklayıp Kur’an’a inanmadığını söyleyebilen, Allahu Teala’yı günümüz romancı ve hikâyecileri gibi kıssa uyduruyor gibi gösterebilen riyakâr bir ahlâksız sahtekâr olduğu ortaya çıkmıştı.

Sonradan küfrünü tamamen kustu.

*

Batılı oryantalist öküzlerin ve domuzların pisliğe bulaşmış kuyruğu olan bu adi mahlukun Hz. Ömer’le ilgili iddiasını bir sonraki yazıda konu edinelim inşaallah.


DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...