Bir
devlet başkanını düşünelim..
Emri
altındakilere devlet başkanı sıfatıyla yasal bir emir verdiğinde,
onlar bunu yapmak zorundadırlar.
Aynı
şekilde bütün vatandaşları ilgilendiren bir kanun çıkardığında veya kararname
yayınladığında da bu herkesi bağlar.
Ama
aynı devlet başkanı vatandaşlardan birinin işyerine gidip “Niye bu işi
yapıyorsun, bu işi bırak, başka iş yap!” diye akıl verdiğinde o, bunu yapmak
zorunda değildir.
İsterse
saygı duyduğu ya da “Bu işin içinde bir iş olabilir” diye düşündüğü için
yapabilir. Veya kulak ardı eder.
Buradaki
serbestlikten hareketle vatandaşların devlet başkanının hiçbir emrine itaat
etmekle yükümlü olmadıkları sonucuna varılamaz.
Yetkili
olduğu konularda devlet başkanı sıfatıyla verdiği emirler herkesi bağlar.
Kendisi başka
bir emir vermediği veya başka biri onun yerine geçip yeni
devlet başkanı olarak başka bir emir vermediği sürece onlar yürürlükte
kalır.
O
yüzden birçoklarının “Devlette devamlılık/süreklilik esastır”
dediklerine şahit olunmaktadır.
*
Şeriat’te
de devamlılık esastır.
Yukarıda
anlattığımız olguya benzer şekilde, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem’in bazı emirleri ve sözleri peygamberlik vazifesi kapsamında
söylenmişken, bazıları peygamberlik göreviyle ilgisizdir.
Said Ramazan el-Bûtî’nin şu
ifadeleri meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:
Resulullah
s.a.v, [Bedir Savaşı’nda] konakladığı yerin durumu hakkında Habbab bin Münzir
ile arasında geçen konuşma (gördüğüm gibi, o isnadı sahih bir hadîstir) bize
gösteriyor ki, Resulullah’ın tasarruflarının hepsi teşrî [kanun koyma, şer’î hüküm koyma] nev’inden değildir.
Aksine Resulullah da birçok zamanlarda herkesin düşündüğü gibi düşünen, akıl
yürüten bir beşer olması hasebiyle, birtakım tasarruflarda bulunur. Şüphesiz
ki, biz bu gibi tasarruflarında ona uymakla yükümlü değiliz. Bu savaşta
kendisinin seçtiği yere konaklaması da bu tür bir tasarruftur…. Resulullah’ın
[bu tür] siyaset-i şer’iyye grubuna giren tasarrufları
çoktur. Resulullah’ın yaptığı bu tasarruflar kendisinin Allah’tan aldıklarını
tebliğ eden bir peygamber olması cihetinden değil de, imam
ve devlet başkanı olması yönündendir. Onun askerî tedbirleri,
[kavimleri tarafından sözleri dinlenen kabile
reislerine] bağış ve ihsanları da çoktur.
Bu konunun, enine boyuna açıklamasını fukaha yapmıştır. Onları burada sayıp
dökmeye imkân yoktur.
(Said
Ramazan el-Bûtî, Peygamber Efendimiz ve Hayat –
Fıkhu’s-Siyre, çev. Ali Nar ve Orhan Aktepe, İstanbul: Millî
Gazete, t.y., s. 243.)
Evet,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in savaşlarda komutan sıfatıyla takip
ettiği strateji ve taktik, aldığı tedbirler, şer’î hüküm
değildir.
Bunlar
hakkında karar verdiğinde o sırada ona itaat vaciptir, fakat o
strateji ve taktiğin, genel bir şer’î emir niteliği taşımadığı
için, başka savaşlarda aynen taklit edilmesi gerekmez.
Bundan
hareketle Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin her emrinin ve
sözünün böyle tarihsel olduğu, genel ve ebedî bir
geçerliliğinin bulunmadığı söylenemez.
Tam
aksine, şer’î hüküm olarak bildirdiği hususlar Kıyamet’e kadar
geçerlidir.
Başka
peygamber ve kitap gelmeyeceği için ilelebet payidar olacaklardır.
*
Tarihselciler
işte bu noktada farklı iddialarla ortaya çıkıyorlar.
Allame
Eşref Ali Tehanevî, el-İntibâhâtü'l-Müfîde ani'l-İştibâhâti'l-Cedîde adıyla
yayınlanmış olan konferansında bu konuda şunları söylüyor:
Onlar peygamberlik hükümlerini sadece âhiret işleriyle
alâkalı olan şeyler olarak kabûl etmişler ve dünya işlerinin peygamberlikle
hiçbir alâkasının olmadığını iddiâ etmişlerdir.
Böylece kendilerini bu sahada din boyunduruğudan kurtulmuş
kimseler yapmışlardır. Hâlbuki nasslar, bütün açıklığı ile bunu
yalanlamaktadır.
Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ne mü’min bir erkek,
ne de mü’mine bir kadın için Allah ve Resûlü bir şeyi hükmettiği zaman
işlerinde hiçbir muhayyerlik hakkı yoktur.” (Ahzab, 33/36)
Bu âyetin iniş sebebi, sadece ve sadece dünyalık bir iştir [ahiretle ilgili bir konu değildir].
Hakkında meselenin karışık hâle geldiği [hurma
ağaçlarını] aşılama hadîsine gelince,
onda, re’y [kişisel görüş] ve meşveret [danışma] ile olan birşeyin
kayıtlandırılması vardır.
Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in [karşılıklı görüş
alışverişi ve danışma olmayıp da] şer’an [yasa
koyma niteliğinde] verdiği hüküm [ictihad niteliği taşısa, yani son tahlilde
zan bile olsa] böyle değildir [Ki peygamberlerin içtihadında hata olması
durumunda mutlaka vahiyle düzeltilirler].
Merhum
Tehanevî’nin konuşmasını yayına hazırlayan zat, hurma ağaçlarının aşılanması
meselesinin anlaşılması için bir not eklemiş bulunuyor.
Şöyle:
Aşılama hadisi, Müslim rahimehullâhın Sahîh’inde (4/1838) Hadîs No: 2362’de Hazreti Âişe
radıyellâhu anhâdan yaptığı şu rivâyettir:
Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem aşı yapmakta olan bir
topluluğa uğradı ve buyurdu: “Yapmasanız elbette elverişli
olur.” (Râvî şöyle) dedi: Bunun üzerine, kuruduğu zaman kabuk
hâline gelen kalitesiz ekşi hurmalar meydana geldi. Sonra [Resulullah s.a.s.]
onlara uğradı ve şöyle buyurdu: “Hurma ağaçlarınıza ne oldu?” Onlar
da “Siz şöyle şöyle dediniz” dediler. O da; “Siz dünyanızın işini daha iyi
bilirsiniz” buyurdu.
Bu hadîste anlatılmak istenen [şey] birçok insanlara karışık
hâle geldi ve Nebî sallellâhu aleyhi ve selleme sadece hâlis ibâdetlerle alâkalı husûslarda uymanın vâcib
olduğunu, muâmelâtta (yani insanlar arası
münâsebetlerde) -Allah korusun- uymanın vâcib olmadığını zannettiler.
Hâlbuki aleyhissalâtü vesselâm her bir işte uyulmak ve itâat edilmek üzere
gönderilmiştir. Bu işler ister dünya, ister âhiret işleri olsun. Çünki İslâm kâmil bir
dindir. İbâdetlerden, muâmelelerden, siyâsetten, iktisattan olan hayatın
bütün kesimlerinde O nun yönlendirmeleri ve irşâdları vardır.
Dinin devletten ayrılması [laiklik] ise İslâm’la hiçbir alâkası olmayan bir şeydir.
İş bunlara konu ancak Rasulullah aleyhissalâtü
vesselâmın “Dünyanızın işini siz daha iyi bilirsiniz” sözü
yüzünden karışık gelmiştir. Biz bu hadîs üzerinde bütün [rivayet] tarîkleriyle
düşünecek olursak, onun sahîh olan murâdı açıkça
ortaya çıkacaktır. İşte ben size hadîsi bütün uzunluğuyla naklediyorum:
Mûsâ İbnu Talha babasından şöyle dediğini rivâyet etti:
Rasûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem ile ben, hurma ağaçlarının üzerindeki
bir topluluğa uğradık. “Bunlar ne yapıyorlar?” buyurdu.
Onlar da “Hurmayı aşılıyorlar, erkeği dişiye koyuyorlar, böylece aşılama
oluyor” dediler. Bunun üzerine Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: “Zannetmem bu bir
şey kazandırsın.” (Râvî şöyle) dedi: Bu onlara haber verildi ve
bu yüzden aşılamayı terk ettiler. Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve selleme bu
haber verilince şöyle buyurdu: “Eğer bu onlara fayda verirse
yapsınlar onu, ama şübhesiz ki ben sadece bir zanda bulundum. O
bakımdan beni zandan dolayı sorgulayıp suçlamayınız. Lâkin ben size Allah’tan
bir şey aktardığım zaman onu alınız. Şübhe yok ki, ben, Allah azze ve celle’ye
karşı asla yalan söylemem.” (Sahîh-i Müslim,
H: 2361)
Bu hadîsten Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin onlara kesin bir emir vermediğini, ancak, sadece bir görüş bildirdiğini anladık. Çünki
o “Zannetmem ki, bu bir şey kazandırsın” buyurdu.
Bu vâkıayı Rafi İbnu Hadîc radıyellâhu anhu efendimiz [de]
rivâyet etti: Onun Müslim‘deki
rivâyetinde şöyle bir ifâde gelmiştir: “Belki de siz böyle yapmazsanız
sizin için daha hayırlı olur.” (Hadîs No:2362)
Müslim‘deki Âişe ve Enes radıyellâhu anhumâ hadîsinde de şöyle
gelmiştir: “Siz yapmasaydınız elbette daha elverişli
olurdu.”
İbnu Mâce rahimehullâh da Sünen‘inde
(2471. hadîste) Âişe radıyellâhu anhâ seyyidemizden de rivâyet etmektedir ve
onda şu ifâde bulunmaktadır: “Yapmasaydınız, elbette daha
elverişli olurdu.”
Bu rivâyetlerden Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin onları
aşılamaktan kesin bir şekilde yasaklamadığını, ancak, bu
husûstaki aşılamanın bir şey kazandırmayacağı, aksine bu işi yapmadan da ağacın
meyve vermesinin mümkün olacağı zannını ifâde
etmiştir. Sahâbe radıyellâhu anhum [bunu emir zannedip, bu yoldaki] emrine
uymanın vâcib olduğu zannıyla Onun görüşüyle amel edince
şöyle buyurdu: “Şübhesiz ki ben, ancak bir zanda
bulundum. O hâlde beni zan sebebiyle hesaba çekip suçlamayınız; lâkin Allah
teâlâdan size bir şey söylediğim zaman onu alınız.”
Bu manâyı Enes efendimiz şu sözüyle rivâyet etti: “Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.” Âişe
radıyellâhu anhâ da şu sözüyle rivâyet etti: “Sizin dünya işlerinizden bir
şey olursa, bu sizin işiniz, ancak, dininizin bir işi olursa, bu da bana âit
bir meseledir.” (İbnu Mâce : 2471)
İkrime, Rafi İbnu Hadîc radıyellâhu anhudan şu sözüyle bir
rivâyette bulunmuştur. “Ben sadece bir beşerim.
Size dininizden bir şey emrettiğim zaman onu alınız, ama
[kişisel] reyimle bir şey emrettiğim zaman ben sadece bir beşerim.” İkrime
[bu konuda] şöyle dedi: “Yâhut [Resulullah s.a.s.] buna benzer bir şey
söyledi.”
Bu rivâyet yolları ve rivâyetlerle Rasulullah aleyhissalâtü
vesselâm efendimizin “Siz dünyanızı en iyi bilensiniz” sözünün ancak hâlis tecrübeye dayanan işlerle alâkalı olduğu ve Şerîatin, hakkında helâllik veya haramlık hükmünü
vermediği, aksine mübâh yaptığı meselelerle
alâkalı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin bu sözünden murâdı şudur:
Bu işlerden birisi hakkında rey ve zannıyla belki de bu iş
fayda verir, yâhud zarar verir demekle söylediği bir şeyin hükmü, teşrî
[yasama, yasa koyma] hükmü değildir ki, ona [mutlaka] uymak lâzım gelsin. Çünkü
(o) temelde (esas itibariyle) bir emir (ya da yasaklama) değildir (Aşılama yapmayın
diye açık bir emir söz konusu değil).
İmâm Nevevî rahimehullâh şöyle dedi: Âlimler
şöyle söylemişlerdir; Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin re’y sözü, yani dünya ve maişet işinde teşrî [yasa yapma, Şeriat hükmü koyma] değil
demektir. Ancak Rasulullah aleyhissalâtü vesselâm efendimizin ictihâdiyle ve şer’an re’yi ile olan bir şeyle
amel etmek vâcibtir. [İctihad da son tahlilde zan ifade
etmekte ve kişisel re’y durumunda
bulunmakla birlikte teşrî anlamına geldiği ve emir niteliği taşıdığı için
onunla amel vaciptir, yani farzdır.] Hurmanın aşılanması bu neviden değildir. …
Bununla beraber İkrime re’y lafzını ancak “mânâyla rivâyet” olarak getirmiştir
[Yani Resulullah’ın re’y (kişisel görüş) lafzını kullandığından emin değildir,
sözünün o anlama geldiğini düşünmektedir]. Çünki hadîsin sonunda “İkrime şöyle
dedi: Veya [Resulullah s.a.s.] bunun gibi [bir ifade kullandı]” ifâdesi yer
almaktadır. İşte bu yüzden Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin sözünü kesin
olarak haber vermedi [“Veya bunun gibi” dedi]. Ulemâ şöyle demişlerdir: Bu söz
bir [kesinlik içeren] haber [verme] değil, ancak bir zandır. Nitekim bunu, bu rivâyetler de açıkladı. Şöyle
dediler: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin dünya işlerindeki re’yi ve
zannı başkalarınınki gibidir. Bu gibi şeylerin vâki olması
imkânsız değildir. Bunda [Resulullah s.a.s. için] hiçbir noksanlık da yoktur.
Bunun sebebi himmetlerinin âhirete ve âhiret marifetlerine
taalluk etmesidir [Resulullah s.a.s.’in dünyevî sanatları bilmemesi bir kusur
değildir, çünkü dikkatini bu konular üzerine yöneltmiyor]. (Şerh-i Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, 2/264)
Bu bahsin hulâsası şudur: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin
“Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” sözü ancak, helâlle, haramla ve
kulların haklarıyla alâkası olmayan, hatta sırf tecrübeye dayalı --topraktan alınan mahsûlü çoğaltma, tarla ve ziraat usulleri, arazinin
temizlenmesi ve hazırlanması yolları, hangi hayvan başkalarından daha çok
binilmeye elverişlidir, falancanın hastalığı için hangi ilaç daha elverişlidir,
beden için en fâideli olan hangi şeydir ve benzeri-- meseleler
hakkındadır. Bütün bunlar peygamberliğin tebliği ile
alâkalı olmayan şeylerdir. İşte bu yüzden Rasulullah
aleyhissalâtü vesselâm efendimizin bu gibi işlerdeki sözleri zann ve re’y gibi olup, teşrî [kanun koyma, Şeriat hükmü getirme] değildir.
*
Daha
önce başka bir yazımızda geçtiği gibi, bir hususun şer’î hüküm olmasının
ölçütü, onunla ilgili bir sevap vaadinin ya da azap vaîdinin
bulunmasıdır.
Kendisine
sevap ve azap terettüb etmeyen şeyler şer’î hüküm kapsamına girmezler.
Söz
konusu olayda da Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir sevap veya
günahtan söz etmiyor, salt yapılan işlemin (aşılamanın), o işlemden
(aşılamadan) umulan faydayı verip vermeyeceğine dair tahminini söylüyor.
Bunu
yapmayın diye açık bir emir de vermiyor.
Dolayısıyla
mesele şer’î bir hüküm olma vasfına haiz değil.
Ama
mesela faiz, hırsızlık, zina, kumar, içki, cinayet vs. gibi
konularda gelen nasslar böyle değildir. Onlar hem sübut hem
de delalet bakımından kat’îdirler, yasaklama ve
azap vaîdi içermektedirler.
Bunlara
ilişkin emirler ilelebet geçerlilik taşıyan şer’î
hükümlerdir. Tarihseldir denilerek görmezden gelinemezler.
Görmezden
gelip inkâr edenler, yok sayanlar, tarihsel olmadıklarını, azabı yaşarken
anlayacaklardır.