DEVLETTE DEVAMLILIK ESAS DA, ŞERİAT’TE DEĞİL Mİ?! LAİK DEVLETİN HAKKI BEKA, ŞERİAT'INKİ VEDA MI?!

 




Bir devlet başkanını düşünelim..

Emri altındakilere devlet başkanı sıfatıyla yasal bir emir verdiğinde, onlar bunu yapmak zorundadırlar.

Aynı şekilde bütün vatandaşları ilgilendiren bir kanun çıkardığında veya kararname yayınladığında da bu herkesi bağlar.

Ama aynı devlet başkanı vatandaşlardan birinin işyerine gidip “Niye bu işi yapıyorsun, bu işi bırak, başka iş yap!” diye akıl verdiğinde o, bunu yapmak zorunda değildir. 

İsterse saygı duyduğu ya da “Bu işin içinde bir iş olabilir” diye düşündüğü için yapabilir. Veya kulak ardı eder.

Buradaki serbestlikten hareketle vatandaşların devlet başkanının hiçbir emrine itaat etmekle yükümlü olmadıkları sonucuna varılamaz.

Yetkili olduğu konularda devlet başkanı sıfatıyla verdiği emirler herkesi bağlar.

Kendisi başka bir emir vermediği veya başka biri onun yerine geçip yeni devlet başkanı olarak başka bir emir vermediği sürece onlar yürürlükte kalır.

O yüzden birçoklarının “Devlette devamlılık/süreklilik esastır” dediklerine şahit olunmaktadır.

*

Şeriat’te de devamlılık esastır.

Yukarıda anlattığımız olguya benzer şekilde, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı emirleri ve sözleri peygamberlik vazifesi kapsamında söylenmişken, bazıları peygamberlik göreviyle ilgisizdir.

Said Ramazan el-Bûtî’nin şu ifadeleri meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:

Resulullah s.a.v, [Bedir Savaşı’nda] konakladığı yerin durumu hakkında Habbab bin Münzir ile arasında geçen konuşma (gördüğüm gibi, o isnadı sahih bir hadîstir) bize gösteriyor ki, Resulullah’ın tasarruflarının hepsi teşrî [kanun koyma, şer’î hüküm koyma] nev’inden değildir. Aksine Resulullah da birçok zamanlarda herkesin düşündüğü gibi düşünen, akıl yürüten bir beşer olması hasebiyle, birtakım tasarruflarda bulunur. Şüphesiz ki, biz bu gibi tasarruflarında ona uymakla yükümlü değiliz. Bu savaşta kendisinin seçtiği yere konaklaması da bu tür bir tasarruftur…. Resulullah’ın [bu tür] siyaset-i şer’iyye grubuna giren tasarrufları çoktur. Resulullah’ın yaptığı bu tasarruflar kendisinin Allah’tan aldıklarını tebliğ eden bir peygamber olması cihetinden değil de, imam ve devlet başkanı olması yönündendir. Onun askerî tedbirleri, [kavimleri tarafından sözleri dinlenen kabile reislerine] bağış ve ihsanları da çoktur. Bu konunun, enine boyuna açıklamasını fukaha yapmıştır. Onları burada sayıp dökmeye imkân yoktur.

(Said Ramazan el-Bûtî, Peygamber Efendimiz ve Hayat – Fıkhu’s-Siyre, çev. Ali Nar ve Orhan Aktepe, İstanbul: Millî Gazete, t.y., s. 243.)

Evet, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in savaşlarda komutan sıfatıyla takip ettiği strateji ve taktik, aldığı tedbirler, şer’î hüküm değildir.

Bunlar hakkında karar verdiğinde o sırada ona itaat vaciptir, fakat o strateji ve taktiğin, genel bir şer’î emir niteliği taşımadığı için, başka savaşlarda aynen taklit edilmesi gerekmez.

Bundan hareketle Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin her emrinin ve sözünün böyle tarihsel olduğu, genel ve ebedî bir geçerliliğinin bulunmadığı söylenemez.

Tam aksine, şer’î hüküm olarak bildirdiği hususlar Kıyamet’e kadar geçerlidir. 

Başka peygamber ve kitap gelmeyeceği için ilelebet payidar olacaklardır.

*

Tarihselciler işte bu noktada farklı iddialarla ortaya çıkıyorlar.

Allame Eşref Ali Tehanevî, el-İntibâhâtü'l-Müfîde ani'l-İştibâhâti'l-Cedîde adıyla yayınlanmış olan konferansında bu konuda şunları söylüyor:

Onlar peygamberlik hükümlerini sadece âhiret işleriyle alâkalı olan şeyler olarak kabûl etmişler ve dünya işlerinin peygamberlikle hiçbir alâkasının olmadığını iddiâ etmişlerdir.

Böylece kendilerini bu sahada din boyunduruğudan kurtulmuş kimseler yapmışlardır. Hâlbuki nasslar, bütün açıklığı ile bunu yalanlamaktadır.

Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ne mü’min bir erkek, ne de mü’mine bir kadın için Allah ve Resûlü bir şeyi hükmettiği zaman işlerinde hiçbir muhayyerlik hakkı yoktur.” (Ahzab, 33/36)

Bu âyetin iniş sebebi, sadece ve sadece dünyalık bir iştir [ahiretle ilgili bir konu değildir].

Hakkında meselenin karışık hâle geldiği [hurma ağaçlarını] aşılama hadîsine gelince, onda, re’y [kişisel görüş] ve meşveret [danışma] ile olan birşeyin kayıtlandırılması vardır.

Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in [karşılıklı görüş alışverişi ve danışma olmayıp da] şer’an [yasa koyma niteliğinde] verdiği hüküm [ictihad niteliği taşısa, yani son tahlilde zan bile olsa] böyle değildir [Ki peygamberlerin içtihadında hata olması durumunda mutlaka vahiyle düzeltilirler].

Merhum Tehanevî’nin konuşmasını yayına hazırlayan zat, hurma ağaçlarının aşılanması meselesinin anlaşılması için bir not eklemiş bulunuyor.

Şöyle: 

Aşılama hadisi, Müslim rahimehullâhın Sahîh’inde (4/1838) Hadîs No: 2362’de Hazreti Âişe radıyellâhu anhâdan yaptığı şu rivâyettir:

Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem aşı yapmakta olan bir topluluğa uğradı ve buyurdu: “Yapmasanız elbette elverişli olur.” (Râvî şöyle) dedi: Bunun üzerine, kuruduğu zaman kabuk hâline gelen kalitesiz ekşi hurmalar meydana geldi. Sonra [Resulullah s.a.s.] onlara uğradı ve şöyle buyurdu: “Hurma ağaçlarınıza ne oldu?” Onlar da “Siz şöyle şöyle dediniz” dediler. O da; “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” buyurdu.

Bu hadîste anlatılmak istenen [şey] birçok insanlara karışık hâle geldi ve Nebî sallellâhu aleyhi ve selleme sadece hâlis ibâdetlerle alâkalı husûslarda uymanın vâcib olduğunu, muâmelâtta (yani insanlar arası münâsebetlerde) -Allah korusun- uymanın vâcib olmadığını zannettiler.

Hâlbuki aleyhissalâtü vesselâm her bir işte uyulmak ve itâat edilmek üzere gönderilmiştir. Bu işler ister dünya, ister âhiret işleri olsun. Çünki İslâm kâmil bir dindir. İbâdetlerden, muâmelelerden, siyâsetten, iktisattan olan hayatın bütün kesimlerinde O nun yönlendirmeleri ve irşâdları vardır.

Dinin devletten ayrılması [laiklik] ise İslâm’la hiçbir alâkası olmayan bir şeydir.

İş bunlara konu ancak Rasulullah aleyhissalâtü vesselâmın “Dünyanızın işini siz daha iyi bilirsiniz” sözü yüzünden karışık gelmiştir. Biz bu hadîs üzerinde bütün [rivayet] tarîkleriyle düşünecek olursak, onun sahîh olan murâdı açıkça ortaya çıkacaktır. İşte ben size hadîsi bütün uzunluğuyla naklediyorum:

Mûsâ İbnu Talha babasından şöyle dediğini rivâyet etti: Rasûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem ile ben, hurma ağaçlarının üzerindeki bir topluluğa uğradık. “Bunlar ne yapıyorlar?” buyurdu. Onlar da “Hurmayı aşılıyorlar, erkeği dişiye koyuyorlar, böylece aşılama oluyor” dediler. Bunun üzerine Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Zannetmem bu bir şey kazandırsın.” (Râvî şöyle) dedi: Bu onlara haber verildi ve bu yüzden aşılamayı terk ettiler. Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve selleme bu haber verilince şöyle buyurdu: “Eğer bu onlara fayda verirse yapsınlar onu, ama şübhesiz ki ben sadece bir zanda bulundum. O bakımdan beni zandan dolayı sorgulayıp suçlamayınız. Lâkin ben size Allah’tan bir şey aktardığım zaman onu alınız. Şübhe yok ki, ben, Allah azze ve celle’ye karşı asla yalan söylemem.” (Sahîh-i Müslim, H: 2361)

Bu hadîsten Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin onlara kesin bir emir vermediğini, ancak, sadece bir görüş bildirdiğini anladık. Çünki o “Zannetmem ki, bu bir şey kazandırsın” buyurdu.

Bu vâkıayı Rafi İbnu Hadîc radıyellâhu anhu efendimiz [de] rivâyet etti: Onun Müslim‘deki rivâyetinde şöyle bir ifâde gelmiştir: “Belki de siz böyle yapmazsanız sizin için daha hayırlı olur.” (Hadîs No:2362)

Müslim‘deki Âişe ve Enes radıyellâhu anhumâ hadîsinde de şöyle gelmiştir: “Siz yapmasaydınız elbette daha elverişli olurdu.”

İbnu Mâce rahimehullâh da Sünen‘inde (2471. hadîste) Âişe radıyellâhu anhâ seyyidemizden de rivâyet etmektedir ve onda şu ifâde bulunmaktadır: “Yapmasaydınız, elbette daha elverişli olurdu.”

Bu rivâyetlerden Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin onları aşılamaktan kesin bir şekilde yasaklamadığını, ancak, bu husûstaki aşılamanın bir şey kazandırmayacağı, aksine bu işi yapmadan da ağacın meyve vermesinin mümkün olacağı zannını ifâde etmiştir. Sahâbe radıyellâhu anhum [bunu emir zannedip, bu yoldaki] emrine uymanın vâcib olduğu zannıyla Onun görüşüyle amel edince şöyle buyurdu: “Şübhesiz ki ben, ancak bir zanda bulundum. O hâlde beni zan sebebiyle hesaba çekip suçlamayınız; lâkin Allah teâlâdan size bir şey söylediğim zaman onu alınız.”

Bu manâyı Enes efendimiz şu sözüyle rivâyet etti: “Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.” Âişe radıyellâhu anhâ da şu sözüyle rivâyet etti: “Sizin dünya işlerinizden bir şey olursa, bu sizin işiniz, ancak, dininizin bir işi olursa, bu da bana âit bir meseledir.” (İbnu Mâce : 2471)

İkrime, Rafi İbnu Hadîc radıyellâhu anhudan şu sözüyle bir rivâyette bulunmuştur. “Ben sadece bir beşerim. Size dininizden bir şey emrettiğim zaman onu alınız, ama [kişisel] reyimle bir şey emrettiğim zaman ben sadece bir beşerim.” İkrime [bu konuda] şöyle dedi: “Yâhut [Resulullah s.a.s.] buna benzer bir şey söyledi.”

Bu rivâyet yolları ve rivâyetlerle Rasulullah aleyhissalâtü vesselâm efendimizin “Siz dünyanızı en iyi bilensiniz” sözünün ancak hâlis tecrübeye dayanan işlerle alâkalı olduğu ve Şerîatin, hakkında helâllik veya haramlık hükmünü vermediği, aksine mübâh yaptığı meselelerle alâkalı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin bu sözünden murâdı şudur: Bu işlerden birisi hakkında rey ve zannıyla belki de bu iş fayda verir, yâhud zarar verir demekle söylediği bir şeyin hükmü, teşrî [yasama, yasa koyma] hükmü değildir ki, ona [mutlaka] uymak lâzım gelsin. Çünkü (o) temelde (esas itibariyle) bir emir (ya da yasaklama) değildir (Aşılama yapmayın diye açık bir emir söz konusu değil).

İmâm Nevevî rahimehullâh şöyle dedi: Âlimler şöyle söylemişlerdir; Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin re’y sözü, yani dünya ve maişet işinde teşrî [yasa yapma, Şeriat hükmü koyma] değil demektir. Ancak Rasulullah aleyhissalâtü vesselâm efendimizin ictihâdiyle ve şer’an re’yi ile olan bir şeyle amel etmek vâcibtir. [İctihad da son tahlilde zan ifade etmekte ve kişisel re’y durumunda bulunmakla birlikte teşrî anlamına geldiği ve emir niteliği taşıdığı için onunla amel vaciptir, yani farzdır.] Hurmanın aşılanması bu neviden değildir. … Bununla beraber İkrime re’y lafzını ancak “mânâyla rivâyet” olarak getirmiştir [Yani Resulullah’ın re’y (kişisel görüş) lafzını kullandığından emin değildir, sözünün o anlama geldiğini düşünmektedir]. Çünki hadîsin sonunda “İkrime şöyle dedi: Veya [Resulullah s.a.s.] bunun gibi [bir ifade kullandı]” ifâdesi yer almaktadır. İşte bu yüzden Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin sözünü kesin olarak haber vermedi [“Veya bunun gibi” dedi]. Ulemâ şöyle demişlerdir: Bu söz bir [kesinlik içeren] haber [verme] değil, ancak bir zandır. Nitekim bunu, bu rivâyetler de açıkladı. Şöyle dediler: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin dünya işlerindeki re’yi ve zannı başkalarınınki gibidir. Bu gibi şeylerin vâki olması imkânsız değildir. Bunda [Resulullah s.a.s. için] hiçbir noksanlık da yoktur. Bunun sebebi himmetlerinin âhirete ve âhiret marifetlerine taalluk etmesidir [Resulullah s.a.s.’in dünyevî sanatları bilmemesi bir kusur değildir, çünkü dikkatini bu konular üzerine yöneltmiyor]. (Şerh-i Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, 2/264)

Bu bahsin hulâsası şudur: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellemin “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” sözü ancak, helâlle, haramla ve kulların haklarıyla alâkası olmayan, hatta sırf tecrübeye dayalı --topraktan alınan mahsûlü çoğaltma, tarla ve ziraat usulleri, arazinin temizlenmesi ve hazırlanması yolları, hangi hayvan başkalarından daha çok binilmeye elverişlidir, falancanın hastalığı için hangi ilaç daha elverişlidir, beden için en fâideli olan hangi şeydir ve benzeri-- meseleler hakkındadır. Bütün bunlar peygamberliğin tebliği ile alâkalı olmayan şeylerdir. İşte bu yüzden Rasulullah aleyhissalâtü vesselâm efendimizin bu gibi işlerdeki sözleri zann ve re’y gibi olup, teşrî [kanun koyma, Şeriat hükmü getirme] değildir.

*

Daha önce başka bir yazımızda geçtiği gibi, bir hususun şer’î hüküm olmasının ölçütü, onunla ilgili bir sevap vaadinin ya da azap vaîdinin bulunmasıdır.

Kendisine sevap ve azap terettüb etmeyen şeyler şer’î hüküm kapsamına girmezler.

Söz konusu olayda da Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir sevap veya günahtan söz etmiyor, salt yapılan işlemin (aşılamanın), o işlemden (aşılamadan) umulan faydayı verip vermeyeceğine dair tahminini söylüyor.

Bunu yapmayın diye açık bir emir de vermiyor.

Dolayısıyla mesele şer’î bir hüküm olma vasfına haiz değil.

Ama mesela faiz, hırsızlık, zina, kumar, içki, cinayet vs. gibi konularda gelen nasslar böyle değildir. Onlar hem sübut hem de delalet bakımından kat’îdirler, yasaklama ve azap vaîdi içermektedirler.

Bunlara ilişkin emirler ilelebet geçerlilik taşıyan şer’î hükümlerdir. Tarihseldir denilerek görmezden gelinemezler.

Görmezden gelip inkâr edenler, yok sayanlar, tarihsel olmadıklarını, azabı yaşarken anlayacaklardır.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...