Merhum Babanzade Ahmed Naim Bey‘i
tanıtmaya lüzum yok.
Bilenler biliyor.
Sadece şu kadarını söyleyelim ki, 1919 yılında, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi‘nin Sultan
Vahidüddin’e tavsiyesi ile Âyân Meclisi âzâsı olmuştur.
Merhum fakih ve müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hocaefendiye Hak Dini Kur’an Dili tefsirini
yazdıran Cumhuriyet hükümeti de onun değerini takdir ettiği için Sahîh-i Buharî’yi şerh etme işini
ona havale etmiştir.
1934 yılında vefat ettiğinde, merhum Elmalılı hocaefendi, ağlayarak onun hakkında şunu
söylemiştir:
“Her ne zaman bir kelimede tereddüde
düşsem ona sorar, tereddüdümü giderirdim. Tercümede benim için danışılacak
biricik âlim Ahmed Naîm idi. Naîm’in bilgisi ele geçmez
bir hazine, ilmi ve fazlı ise büyük bir
define idi. O gidince pek sarsıldım, adeta can evimden vuruldum.”
Namaz sırasında secde halinde vefat eden Ahmed Naim
Bey, şimdi Edirnekapı Şehitliği’nde merhum Elmalılı ile yan yana yatıyor.
*
Babanzade Ahmed Naim Bey’in İslam’da Dava-yı Kavmiyyet (İslam’da
Irkçılık/Milliyetçilik Davası) başlıklı bir eseri mevcut.
Milliyetçilik meselesi, Türkçülük ekseninde inceleniyor.
Türkçüleri “Halis Türkçüler” ve
“İslamcı Türkçüler” olarak ikiye ayırıyor.
Halis Türkçüleri konuşulmaya değer muhataplar olarak
görmüyor.
İslamcı Türkçülere ise aynen şöyle sesleniyor:
“O halde cem-i zıddeyn (iki zıddı birleştirme) hayal-i hamından (ham
hayalinden) vazgeçiniz de, her şeyden evvel şu çifte mefkureyi (ülküyü, ideali, gayeyi) atınız. Mantıkî bir
hareket olmak üzere, ya açıktan açığa, müfrit (aşırı) arkadaşlarınız gibi
‘Halis Türkçü’ olunuz -ki bunu size tavsiye etmek asla hatır ve hayalimden
geçmez- yahut dobra dobra İslamcı olunuz! Zira
ân-ı vâhidde (tek bir anda) hem livaü’l-hamd-i
İslam (İslam’ın hamd sancağı), hem de liva-yı cahiliyyet (İslam
öncesi küfür bayrağı) altında bulunmak muhaldir (imkânsızdır).”
(Ahmed Naîm, İslam’da Dava-yı Kavmiyyet,
İstanbul: Sebîlürreşad Kütübhanesi Neşriyatı, s. 16-7.)
İlmi, irfanı ve fazileti malum olan Babanzade Ahmed
Naim Bey böyle diyor.
Bu ifadeler çerçevesinde düşünülürse, müslüman olmak, İslamcı olmaktır; İslamcı
olmak da müslüman olmak.
İkisi aynı şeydir.
İslamcı
olmayan, müslüman da değildir.
“İslamcı değilim” diyen, “Müslüman değilim” demiş
olur.
Hatta, hem Türkçü, hem de müslüman olduğunu söyleyen
biri, iki zıddı bir araya getirmeye çalışmış olur.
Su ile ateş bir arada olabilir mi?!
*
Müslüman ancak İslamcı olabilir, başka bir şeyci
olamaz. (Evet bir müslüman Nurcu filan olduğunu söyleyebilir, fakat bu aynı
zamanda İslamcı olduğunu söylemesi anlamına gelir, açıkça söylemese de onu
tazammun eder. İslamcı olmadığını söylemesi durumunda ise Nurculuğu beş para
etmez.)
Türk bir müslüman, evet Türk olabilir, Türk’tür, fakat
Türkçü olamaz.
Türklüğüne kimse bir şey diyemez, fakat Türk-çü
olduğunu söylediğinde, İslamcılık yerine Türkçülük diye bir dünya görüşü
benimsemiş olacağı için, müslümanlığını bir tarafa atmış olur.
Çünkü müslüman, ancak İslamcı olabilir. Atatürkçü,
milliyetçi, ülkücü, (İslam’dan başka bir şey ise) Millî Görüşçü vs. olamaz.
Babanzade Ahmed Naim Bey’in belirttiği gibi, İslamcılığın zıddı küfürdür, cahiliyyet (küfür düzeni)
taraftarlığıdır.
Evet, küfür! Ne sandınız!
İnsan hem müslüman olacak, hem de İslamcı olmayacak..
Bu imkânsızdır, muhaldir..
*
Yukarıda Babanzade Ahmed Naim Bey’in Türkçülere
“Dobra dobra İslamcı olun!” diye seslenmiş olduğunu aktarmıştık.
TDV İslâm Ansiklopedisi’nin
“İslâmcılık” maddesinde konuyu II. Meşrutiyet dönemindeki tezahürleri
çerçevesinde ele alan Azmi Özcan şunu söylüyor:
İslâmcılık,
muhtemelen ilk defa Ziya Gökalp’in 1913’te Türk Yurdu’nda çıkan “Üç
Cereyan” başlıklı makalelerinde geçmektedir. Daha sonra Babanzâde Ahmed Naim,
1914’te Sebîlürreşâd’da yayımladığı “İslâm’da Da‘vâ-yı
Kavmiyyet” başlıklı makalesinde (sy. 293, 10 Nisan 1330) bu kavramı tasvip
etmeyen bir üslûpta kullanmıştır.
Babanzade’nin söz konubu makalesi sonra kitap olarak
da basıldı.
Makalede “bu kavramı
tasvip etmeyen bir üslûp” diye bir şey yok.
Azmi Özcan meseleyi
yanlış anlamış.
Nedeni de, merhum
Babanzade’nin kitabındaki “dobra dobra İslamcı” ifadesinden sonra gelen 1 no.lu
dipnot (s. 16). Şöyle:
Bu
“cı” edatının “Türk” ile “İslâm” kelimelerine iltihâkı (eklenmesi) ne kadar
fena oluyor! Ben burada bir mana-yı tasannu (yapmacık/zorlama mana) istişmâm
ediyorum (seziyorum). Bu nispeti kendilerine şiar edinenler bence yanlış isim
intihâb etmişler. Zira Türk, Arap olan kimse Türkçü, Arapçı olamaz. O kısaca
Türktür, Araptır. “İslâmcı”nın da
müslüman demek olmadığı lügat-i Türkiyye (Türk dili) ile ednâ mümâresesi (az
da olsa aşinalığı) olanlarca malumdur.
Merhum Babanzade “Türk, Arap olan kimse Türkçü, Arapçı olamaz”
derken, Türk kelimesinin muadili, eş
anlamlısı olarak Türkçü denilemez demek istiyor. Yoksa, Türk, Türkçü olur,
gözümüzün önünde örnekleri var. Aynı şekilde İslamcı da dilin yapısı gereği
müslüman kelimesinin birebir eş anlamlısı değildir.
Meseleye böyle
bakarsanız bu tür adlandırmalar yanlış hale gelir. Mesela demir ile demirci,
sanayi ile sanayici aynı şey değildir. Demir, hiçbir zaman demirci olamaz,
sanayi de hiçbir zaman sanayici haline gelemez. Türk de bu anlamda Türkçü
olamaz.
Bununla birlikte,
burada Babanzade İslamcı kelimesini
tam da müslüman kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanıyor. Ve bundan rahatsız,
çünkü bunu dil açısından yapay ve zorlama bir işlem, bir çarpıtma olarak
görüyor.
*
Ancak, Türkçü ile İslamcı kelimeleri arasında uçurum denilebilecek cesamette büyük bir fark bulunduğunu unutmamak gerekiyor.
Çünkü Türk
kelimesi, insan teklerine karşılık gelir. Mesela Ali, Veli, Hasan, Hüseyin
Türk’tür. Türkçülük yapan, Alicilik,
Velicilik yapmış, şahısları “dava”
haline getirmiş olur. Tabiî ki burada Türk, tek bir bireye karşılık
gelmiyor, birden fazla (Artık ne kadarsa?) bireyi ifade ediyor. Ancak,
nitelik/keyfiyet bakımından bir farklılık yok, farklılık nicelik/kemiyet
sahasında kalıyor. Yani Türkçü
olmada işin özü şahısçılıktan,
şahısperetlikten, şahsa taparlıktan ibaret.
Şahsa taparlık, şahıs
yüceltmeciliği tek bir kişiyi değil de bir “kişiler toplamı”nı hedef aldığında
daha masum ya da daha makul hale gelmez.
Bu tür ırkçılıklar, dolaylı olarak bir “kendi kendini
yüceltme, kendinde bir üstünlük görme” işlevi de görür. Türk olmak önemli ve
yüce birşeydir, kendisi de Türktür, o halde kendisi de önemli ve yücedir.
Böylece kişi, kendisinde fiilen bulduğu değersizliğin hissettirdiği acıları,
kendisinin de mensubu bulunduğu bir topluluğa atfettiği mevhum (kuruntu
kabilinden) bir önemlilik uyuşturucusu ile bastırır.
*
Buna karşılık İslam,
Türk kelimesinin aksine, bir şahsı ya da şahıslar topluluğunu ifade etmez. O, ilkeler toplamıdır. Dolayısıyla İslamcı
olduğunu söylemek, İslam adı verilen ilkelere
bağlılık anlamına gelir, müslüman şahıslara değil. Çünkü İslamcılık, müslümancılık değildir.
Bundan dolayı
İslamcılık ile Türkçülük (Kürtçülük, Arapçılık vs.) aynı kefeye konulamaz. İlki
müslümanlıktır, ikincisi ise putperestlikten
bir şube.
O yüzden merhum
Babanzade, Türkçülüğü İslam’ın zıddı
olan ve onunla asla bağdaşmayacak olan “cahiliyyet” davası olarak mahkum
ediyor, layık olduğu yere koyuyor.
*
Azmi Özcan’ın “İslâmcılık, muhtemelen ilk defa Ziya
Gökalp’in 1913’te Türk
Yurdu’nda çıkan ‘Üç Cereyan’ başlıklı makalelerinde geçmektedir”
şeklindeki ifadesi ise muhtemelen doğru.
Kime sorsanız Yusuf Akçura’nın 1904 yılında Türk
adlı gazetede yayınlattığı “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı makalesinde İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük
cereyanlarını bahis konusu yaptığını söyler. Fakat, makalede İslamcılık tabiri
geçmez. Bununla birlikte, anlattığı şey İslamcılık’tır, çünkü sorunların çözüm
adresi olarak İslam’ı gösterdiğinizde İslamcılık yapmış olursunuz.
Günümüzde küresel
küfür sistemi ve onun İslam ülkelerindeki yerli ve milli acentaları İslamcılık
yapılmasını, yani sorunların çözümü olarak İslam’ın gösterilmesini
istemiyorlar.
Mesela Türkiye’de
bu, Anayasa ve yasa hükümleriyle yasaklanmış durumda.
Böylesi bir çözüm
arayışı onlara göre “din istismarı”
demek oluyor. Bu şekilde yaftalayıp mahkum ediyorlar. Yani İslam’a hürriyet
hakkı tanınmıyor.
Ancak, bunu yeterli
görmüyorlar. Meseleyi kökten halletmek için, İslamcılık kelimesini de mezara
gömmek istiyorlar.
“Kaleyi içterden işgal” için de, dindar
bilinen kesimdeki ajanlarını
kullanıyor, onların sözde İslam adına İslamcılığa sövmesini sağlıyorlar.
Akla sığar bir
rezalet değil, fakat aynen vaki..
*
İslamcılığın en şedit
düşmanı müteveffa Mehmed Şevket Eygi ise (Ki İçişleri eski Bakanı
Faruk Sükan ve Genelkurmay İstihbarat eski
Daire Başkanı General İsmail Hakkı Pekin onun devletin ajanı olduğunu
açıklamıştı), “Bütün İslamcılıklar sapıklıktır” diyerek, Babanzade Ahmed Naim
Bey’in hak dediği davayı sapıklık olarak adlandırıyordu.
Hakkı batıl olarak gösteriyordu.
Mehmed Şevket Eygi’ye o günlerde tevbe etmesini
tavsiye etmiştik, tevbesiz gitti.
Bu alçaklığı bilerek yapıyorduysa, o tutumuyla küfre
düşüyordu.
Bilmeyerek yapıyorduysa, bir görüşe göre
küfre düşüyor, bir görüşe göre de düşmüyordu.
*
Ancak, genel kültür adına Uzak Doğu’nun bilmem neresindeki
çay türlerini bile inceleyebilen bir adamın böyle önemli bir mevzudaki cehaleti
ne kadar mazeret teşkil ederdi; tartışılabilir.
Cahil midir, tecahül-i arifane sanatını
icra ederek muhataplarıyla dalgasını mı geçiyordur, kestirmek zordur.
Ahmed Naim Bey’in bu ifadelerini okuduktan sonra, cahillik mazereti de kalmıyordu.
(Ki onun aktardığımız ifadeleri kendi yayınevi
tarafından yayınlanmış kitapta yer alıyor. Evet, sözlük anlamı açısından İslamcı ile müslüman
kelimeleri birbiriyle tam olarak örtüşmüyor, fakat bir terim/ıstılah olarak İslamcılık, müslüman olmanın
bir şartı ya da gereği durumundadır. Geçmişte ulemanın “İslam ile iman,
müslüman ile mümin aynı şeydir” demiş ve bunu akaid kitaplarına yazmış olmaları
sebepsiz değildir.)
*
Bu din, kimsenin oyuncağı değildir!
İcazetsiz cahil cühela müçtehitliğe kalkışmamalı, “rejimin hassasiyetlerine endeksli” fetvalarla milleti
sapıklığa sürüklememelidir.
Mehmet Şevket Eygi gibiler, küfür cephesiyle birlikte
İslamcılık düşmanlığı yapmak yerine, hiç değilse susmalıydılar.
“Bütün İslamcılıklar sapıklıktır” diyerek küfür söz söylemek yerine, hiç değilse, “Bu konuda
konuşmaya bilgimiz yetmiyor, bilmiyoruz” diyebilmeliydiler.
Bu olgunluğu (ya da dindarlığı) gösteremediler..