MEZHEBEN DİYANETÇİ OLMAK

 



Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman bugünkü (28 Nisan 2024 tarihli) yazısında şöyle diyor:

“Türkiye’de bir kesim, kendilerini tavizsiz Müslümanlar diye takdim ederek veya böyle bilerek eskiden beri Diyanet’i taviz vermekle, düzenin uydusu olmakla itham eder ve eleştirirler. Bunlar, ara rejimlerde yuvalarına çekilip seslerini kısarlar, mevcut şartlarda olabildiği kadar din ve düşünce hürriyetinin bulunduğu zamanlarda ise kendilerinin de yapamayacakları şeyleri, bu hürriyeti sağlayan iktidarlardan ister, bıkıp usanmadan konjonktürel olarak yapılamayacak şeyleri iktidardan talep eder ve yapmadı, yapmıyor diye yıpratıcı propaganda yaparlar.

Bu sözlere (kısmen üzerime alındığım için) cevap vermek istiyorum.

Birincisi, kendimi hiçbir zaman “tavizsiz” müslüman olarak görmedim.

Ancak, bir müslümanın itikadından, inancından taviz veremeyeceğini, vermemesi gerektiğini de her zaman söyledim, söylüyorum.

Hayrettin efendi, sen ilahiyatçısın, söyle bakalım, itikattan taviz verilebilir mi?

*

İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın taviz verdiği, düzenin uydusu olduğu bir gerçektir.

Mesela bugüne kadar bir defa bile Şeriat konulu ayetleri içeren bir hutbe okutmamış, okutamamıştır.

Halbuki pekçok kişi Şeriat karşıtlığı yaparak küfür söz söylüyor.. Bunlar içinde cuma namazına devam edenler de var.

Evet Hayrettin hoca, söyle, Diyanet’in bu tavrı taviz midir, değil midir?

Taviz değilse, İslam, cuma namazı kılanların Şeriat düşmanlığı yapmalarını caiz mi görüyor ki Diyanet bunu hiç dert etmiyor?

Yok, Diyanet’in bu konulara hiç girmemesi bir tavizse, bu taviz, düzenin uydusu olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa “uydu”luktan değil de kendi “hür irade”sinden mi?

*

Aynı sorular, Selanikli Mustafa Atatürk’ün adının geçmişte kimi zaman hutbelerde geçmiş olması için de geçerli..

Selanikli gibi imansızlığı açık bir adamın adının hutbelerde geçmiş olması taviz midir, değil midir?

Taviz değilse, (diğer yaptıklarını ve laflarını geçtik) Allahu Teala’nın kitaplarını “gökten inmiş olduğu sanılan” diyerek aşağılayan ve ilhamını onlardan değil hayattan aldığını söyleyerek küfrünü uluorta dile getiren bir adamın hutbede rahmet ve minnetle anılması, İslam’ın izin verdiği birşey midir?

Yok, bu bir tavizse, nedeni, Diyanet’in düzenin uydusu olması mıdır, değil midir?

Diyanet bunu, düzenin uydusu olmadığı, bağımsız hareket edebileceği halde mi yapmaktadır?

Dikkat buyurunuz efendiler, Diyanet'in hutbede Selanikli Mustafa Atatürk'ün İslam nokta-i nazarından hakiki durumunu açıklamasından söz etmiyor, bunu yapmıyor diye Diyanet'i kınamıyoruz.

İşin aslı, Diyanet, düzenin uydusu olmaktan daha fazla birşeydir, düzenin bir parçasıdır..

Hatasıyla sevabıyla düzenin kurumudur..

*

Hayrettin hocaya göre, bu tavizsiz müslümanlar, ara rejimlerde yuvalarına çekilip seslerini kısarlar, mevcut şartlarda olabildiği kadar din ve düşünce hürriyetinin bulunduğu zamanlarda ise kendilerinin de yapamayacakları şeyleri, bu hürriyeti sağlayan iktidarlardan ister”lermiş.

Burada Hayrettin bey çarpıtma sanatının parlak örneklerinden birini sunuyor.

Hayrettin beyin yazılarında sanat bol.. Önceki uydu meselesi, tecahül-i arifane sanatıydı..

Evet, ara rejimlerde yuvalarına çekilenler var.. Mesela 28 Şubat’ta kimlerin saklanacak delik aradığını biliyoruz.

Ancak, birilerinin mevcut iktidardan “kendilerinin de yapamayacakları şeyleri” istemelerinden söz ederken Hayrettin efendi mübalağa sanatında biraz aşırıya kaçıyor.

Şahsen birçok yazımda şunu vurguladım: Bugünkü iktidarı, yapmadıklarından değil, yapmayabileceği halde yaptıklarından, söylemediklerinden dolayı değil, söylemeyebileceği halde söylediklerinden dolayı eleştirmek gerekiyor.

Mesela bu iktidarın ceza kanununun zina bahsinde yaptığı değişiklik..

Mesela İstanbul Sözleşmesi’ni milletin başına bela etmeleri.. Ve bu çerçevede yasal düzenlemeler yapmaları..

Erdoğan’ın CHP’den fazla Atatürkçülük yapması..

*

Hayrettin bey şunu da diyor:

“Diyanet de dini grupların kendilerini sınırladığı kadar kendini sınırladı ve asla düzene itaat edeceğim diye Allah’a âsi olmadı.

Yani Diyanet peygamberler gibi masum, öyle mi?

Kur’an’daki “Kendinizi temize çıkarmayın!” emri kime hitap ediyor, Hayrettin hoca?

Ölülere mi?.. Yoksa gayrimüslimlere mi?

İlahiyat prof.usun fakat fakih (dinde anlayış sahibi) değilsin.

Aklı başında hiçbir müslüman ne kendisi için “Ben Allah’a asla asi olmadım” diyebilir, ne de başkalarına bu yönde kefil olabilir.

Diyanet’in hizmetleri büyük, inkâr etmiyoruz.. Fakat “Hatalı yayınları vs. yoktur” da denilemez.

İnternette pdf formatında yer alan şu kitabımda Diyanet’in bazı hatalarını sıraladım:

Diyanet, Laiklik (Siyasal Dinsizlik) ve Atatürk

*

Hayrettin bey sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Allah Teâlâ kullarını, güçlerinin üstünde bir fiil ile yükümlü tutmuyor, hikmeti emrediyor, fitneyi yasaklıyor; Diyanet de işte bu talimata göre hareket etti (kısa süreli askerî dikta zamanlarında zorlama ve zorlanmalar olmuş, bunu da en az zararla atlatmaya çaba gösterilmiştir).

Fitne, öldürmeden beterdir” (Bakara, 2/191) hükmünün ne anlama geldiğini sen biliyor musun, Hayrettin bey?

Öldürmeden beter olan fitne, insanların ahiretinin mahvolmasına sebep olacak şekilde hak ve hakikatin açıkça söylenememesi ve savunulamamasıdır.

İşte bu fitne, şu anda Diyanet eliyle sürdürülüyor.

Diyanet’in Şeriat konulu hutbe okuyamaması, okutamaması, fitnenin ta kendisidir.

Yazdığınız Kur’an Yolu adlı tefsirde Taberî, İbn Atıyye ve Râzî'nin bu konudaki açıklamasını aktarmışsınız, fakat kafanıza girmemiş.. 

Anlamamışsınız.. 

Diyanet "bu talimata göre hareket" etmiş olsaydı, "Şeriat konulu hutbe" uyarısını defalarca yapmak zorunda kalmazdım. Diyanet'in kendisi, fitneye alet olmamak için bu konuyu hutbelere zaten taşımış olurdu. 

Fıkradaki laf nasıldı, "Herkese lo lo da, bize de mi lo lo" muydu, nasıldı Hayrettin hoca?

Ne yazık ki Diyanet, Türkiye’de bir ölçüde fitnenin bir parçası durumundadır.

Kral Diyanet tümden çıplak değilse de, üzerindeki elbise bir parça pejmürde.

*

Yanlış anlaşılmasın, Karaman’ın her lafının hatalı olduğunu söylemiyoruz.

Şu sözlerine itirazımız yok:

“Hâsılı elimizde vakfıyla beraber Diyanet gibi muazzam bir kurum var, bu kurum vasıtasıyla halkın sağlıklı İslâmlaşma yolunda adımlar atması mümkün, iyi niyetli ve gerçekçi eleştiriler dışında Diyanet karşıtlığı, daha sıkı ve tavizsiz dindarlığa bağlanamaz.

Evet, Diyanet karşıtlığı her zaman “daha sıkı ve tavizsiz dindarlık”tan kaynaklanmıyor.

“Dinî hizmet” adı altında kendi dünyevî hedeflerine (para pul, şöhret, alkış, takipçi/izleyici, müridan/bağlı, makam mevki) ulaşmak isteyen kimileri, Diyanet’siz bir ortamda daha rahat hareket edebileceklerini düşünüyorlar.

Ancak, Diyanet’e yönelik “iyi niyetli ve gerçekçi eleştiriler”in varlığı da yadsınamaz.

*

Karaman, yazısında Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Selim Argun’un sözlerine de yer vermiş.

Argun’un şu ifadeleri meselenin anlaşılması bakımından önemli:

“Bütün camilerde aynı hutbenin okunması Anayasanın Başkanlığımıza tevdi ettiği milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek görevi temeline dayanmakta ve dinin bütün konularına yıl içerisinde orantılı olarak yer verilmeye gayret edilmektedir.”

İşte zurnanın zırt dediği yer burası.

Diyanet, anayasal bir kurum..

Ve Anayasamız dinci/İslamcı bir anayasa değil..

Anayasa, (Batı'nın şeytanî bir bölücü kurnazlık ürünü olarak ürettiği, derini ve yüzeyseliyle yerli-milli acentaların da distribütörlüğünü yaptığı) dinci-dindar, İslamcı-müslüman ayrımı çerçevesinde “dinci olmayan dindar” anayasa kategorisine de girmiyor.

Dinsiz anayasa.. (İslamî terminolojiyi kullanmak gerekirse, küfür anayasası).

O kadar dinsiz ki, 2016 senesinde dönemin TBMM başkanı İsmail Kahraman “Anayasa dindar anayasa niteliği taşısa da olur” anlamına gelen sözler sarfettiği için Bahçeli, Kılıçdaroğlu ve Akşener troykası tarafından Ankara’nın Kızılay Meydanı’nda neredeyse recmedilip taşlanarak öldürülecekti.

Hayır, TBMM Başkanı Kahraman’ın kastı “dinci/İslamcı anayasa(Şeriat anayasası) değildi.. Türkiye’nin “dincilik karşıtı dindar” müslümanımsılarının anladığı anlamda suya sabuna dokunmayan bir bayramlık seyranlık gardrop dindarlığından söz ediyordu.

Fakat, Bahçeli-Kılıçdaroğlu-Akşener cephesi ataları Selanikli Mustafa Atatürk’ün mirasına sahip çıkma adına derhal “Sizin dinciliğinize de dindarlığınıza da başlarız lan” moduna girerek yüzlerindeki maskeyi birkaç günlüğüne indirdiler. 

(Bu arada CHP Grup Başkanvekili, "Laikliği korumak için kan da dökülür" demeyi de ihmal etmedi. Evet, partinin grup başkanvekili bunu söyledi.. "İslam'ı korumak için kan da dökülür" derseniz, Ortaçağ zihniyetli vahşi gerici terörist oluyorsunuz, aynı şeyi laiklik yani siyasal dinsizlik için söylerseniz ilericilik madalyasına layık görülüyorsunuz.. Gel gör ki, bu "düzenin hizmetkârları", "İslam'ı korumak için kan da dökülür" zihniyetine asla sahip olmadıkları halde, düzenin başka dünyevî ve laik/seküler kazanımları ya da birilerinin putlaştırdıkları nesneler için kan dökmeye koştuklarında ölürlerse şayet, İslam'ın "şehitlik" makamına layık görülebiliyorlar.. Diyanet de bu konuda açık, anlaşılır, net birşey söyleyemiyor.. Söylemiyor değil, fakat, ayağındaki prangalar yüzünden "Anlarsın ya.." babından tevriyeli laflarla işi geçiştiriyor.)

O arada Erdoğan dahî aldı sazı eline, boy boyladı soy soyladı, görelim hân'ım TBMM Başkanı'na ne söyledi?

Tee Mısır’da İhvan’a yaptığı “Şeriatçılığı bırakın, laik olun” konulu vaaz ü nasihatinden başlayıp TBMM Başkanı'na “Men çe gûyem, tamburem çe gûyed” babından ince ayar verdi, onun binbir özür dilemesini sağladı.

*

Evet, burası zurnanın zırt dediği yer..

Hayrettin Karaman çe gûyed, Selim Argun ne gûyed?

Demek ki neymiş, Diyanet, Anayasa’nın verdiği “milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek görevi temelinde” hutbe hazırlıyormuş.

Tabiî bu, Anayasa’nın istediği tarzda bir dayanışma ve bütünleşme..

Ve Anayasa’daki “millet”, Kur’an’da sözü edilen “millet” değil.

Dayanışma ve bütünleşme de "Şeriat temelli" bir dayanışma ve bütünleşme değil.. Laik düzenin istediği türden (izin verdiği kadar) bir dayanışma ve bütünleşme.

Anayasa’ya göre millet, komple Türk.. Başka da kimse yok.. Tamam vatandaşlar olarak hepimiz eşitiz, ama, Türk olmamız dolayısıyla eşitiz..

Dolayısıyla Anayasa Diyanet’ten, cami cemaatinin Türk olarak dayanışması ve bütünleşmesi yönünde hizmet vermesini bekliyor.

Şimdi Diyanet çıkıp bir hutbede “millet” kelimesinin asıl anlamını anlatabilir mi?

Tamam, yayınladığı kitaplarda bu bahis doğru bir şekilde yer alıyor da, bunları kaç kişi okuyor?

*

Özetle.. Diyanet, hutbelerinde İslam’ı tam, eksiksiz ve yanlış anlamalara imkân vermeyecek açıklıkta anlatmıyor.

Anlatamıyor.

Önünde anayasal engeller, üstünde siyasal baskılar, arkasında da MİT gibi kurumların “vatansever telkin”leri var.

2000’li yıllardaydı.. Bizim mahallenin imamı görevli olarak Avustralya’ya gitti, döndüğünde bana şunu söyledi: “Gitmeden bizi topladılar. MİT’ten birileri geldi, yurtdışında beraber çalışacağız dediler.”

Hadi buyur!..

Bu hususa merhum Kadir Mısıroğlu da kitaplarında değiniyor.

Yurtiçi de farklı değil.. Eski MİT’çi Yılmaz Tekin’in Simitçi adlı hatıratında yaşanmış örnekler var.

Diyanet, böyle bir Diyanet.

 

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...