Sayıları haddinden fazla..
İslimler üzerinden gidelim..
Dış tetikçilerin en meşhurları,
"Siyasal İslam'ın İflası" adlı kitabın yazarı Olivier
Roy ile, bizim Genelkurmay'a bile akıl hocalığı yapmış olan Bassam
Tibi..
İçerdeki tetikçiler ise, Mümtazer
Türköne'den D. Mehmet Doğan'a uzanan geniş bir yelpaze oluşturuyorlar.
El ele vermişler, Siyasal İslam'ı
(İslamcılığı) öldürmek, techiz ve tekfin işlerini yapmak, ölüsünü yıkamak,
mezarını kazmak, üstüne toprak yığmak, başına mezar taşı dikmek için
sempozyumlar düzenliyor, kitaplar yazıyor, makaleler döşeniyor, tebliğ adını
verdikleri ağıtları okumak için hançerelerini yırtıyor, bas bas bağırıyorlar.
Arkalarındaki odaklar
araştırıldığında, istihbarat örgütlerinin (gizli servislerin) haince
ve pişkince sırıtan çirkin suratları ile karşılaşılıyor.
*
Birşeyin aslına yaşam alanı
bırakmamanın hilekârca yollarından biri, sahtesini oluşturmak,
onun önünü açmaktır.
Devletler bunu sık yaparlar. Aynı
şekilde gizli servisler de bazen sahte yasadışı örgütler bile
kurar, buna önayak olurlar.
Düşünce alanında da bu böyledir.
İslam'ı öldürmek mi istiyorsunuz, İslam-İslamcılık gibi ayrımlar icat eder,
İslam'ı savunuyor numarası altında sahtesini palazlandırırsınız.
Ayrım tutmadı diyelim.. Bu defa,
"doktriner İslamcılık - halk İslamcılığı, İstanbul İslamcılığı, Anadolu İslamcılığı" gibi akla ziyan alt
başlıklar uydurur, kavga dövüşü orada devam ettirirsiniz.
Bazılarına da "Bütün
İslamcılıklar sapıklıktır" diye bağırarak şirretlik yapma görevi
verirsiniz.
Buna tepkiyi yine gerçek "İslamcılık" gösterir, halk İslamcılığı üfürükçülüğünün ruhu bile duymaz.
Halk ağzıyla "Hele gel bakam.. De hele, sen ne diyon la gardaş?" bile
demezler.
*
İmdi, tartışmaların seyrine
bakıldığında, bizim devletimizin, devlet kurumlarımızın, istihbarat işiyle
uğraşan teşkilatlarımızın, akademisyenlerimizin, yazar çizerlerimizin, Batı'daki
benzerlerinin klonu olmaktan öteye gitmedikleri görülüyor.
Benzerlik olur da bu kadar mı olur!
Adeta onların biyonik
gölgeleri durumundalar.
Kendilerine ait bir fikirleri,
vizyonları, bakış açıları, kavram ve kelime dağarcıkları yok.
Akıl hocaları ne derse papağan gibi
tekrarlıyorlar. Biyonik robotlardan tek farkları, tıpkı papağanlar gibi
bir can taşıyor olmalarından ibaret.
Kendilerine ait bir canları ve
duyguları var, fakat, kendilerine ait bir akılları yok.
*
Misal, D. Mehmet Doğan'ı alalım..
Tutmuş bir "doktriner
İslamcılık - halk İslamcılığı" ayrımı yapıyor.
Vatandaş, İslam'ı, "doktrin"
(ilke ve kurallar) İslamı ile halk İslamı (sosyolojik İslam,
halkın İslam diye yaşadığı şey) olarak ikiye ayırmış olduğunun bile farkında
değil.
Ama bu doğal, adamın kendisinden,
yaşadığı ülkeden ve dünyadan haberi yok ki, İslam'dan haberi olsun.
Vatandaşdaki şaşkınlığa bak ki,
tercihini "doktrin"den (Kur'an, Rasul sallallahu aleyhi
ve sellemin sünneti, ulemanın icma'ı, müctehid fukahanın kıyası) değil, halkın
sünnetinden (eğrisi doğrusuna karışmış yamuk yumuk amelinden) yana yapıyor.
Üstelik bu adam, İslamcılık
eleştirmenlerinin en akıllısı, en düzgünü sayılır.. Diğerlerinin halini artık
sen anla!
*
Halk İslamcılığı (ve halk İslamı)
kavramı kendisine ait olsa ya, o da yok.
Bu da Batı'daki akıl hocalarından
alınma..
Mesela, Prof. Bassam Tibi,
bu anlamda "Civil Islam" tabirini kullanıyor.
Bu adam 2012 yılında Islamism
and Islam (İslamcılık ve İslam) adıyla bir kitap yayınlamış
durumda (Yale University Press, New Haven and London).
İnternette Marko Vekovic imzalı dört
sayfalık bir tanıtımı var (Politics and Religion - Politologie des
Religions, Vol. VII, No. 2/2013, s. 439-43).
Vekovic'e göre bu kitap, o güne
kadar 36 kitap yayınlamış olan yazarın "akademik çaba, deneyim ve
bilgisinin tacı" durumunda.
Bu Batılılar, yerli-milli taklitçi
ve takipçilerinden daha kafalı oldukları için, Vekovic, Tibi'nin "yöntem"ine
vurguda bulunmayı gerekli görmüş. "Onun İslam'ı inceleme
yöntemi tasvirî (descriptive) nitelikte değil" diyor, "aksine,
kendisinin İslamoloji diye adlandırdığı çerçeve içinde ele
alıyor". (s. 439)
Vekovic, Tibi'nin İslamoloji'den ne
anladığını da, onun kendi ifadeleriyle aktarıyor: "İslamî
vakıaları [vaka değil, vakıa] dünya siyasetindeki uluslararası çatışmaların
incelenmesi bağlamında ele alan sosyal bilimler eksenli bir
araştırma-inceleme".
Burada mevzubahis olan,
oryantalizmin bir şubesi sayabileceğimiz İslamoloji.. İslam değil!
Tasvirî (descriptive) bir inceleme, vakıayı olduğu
gibi anlatır. Böylesi bir inceleme, genellikle, incelenen düşünceyi, onun kendi
kavramlarıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır.
Sosyal bilimler eksenli bir
inceleme-araştırmada ise, esas olan İslam'ın kendisini nasıl gördüğü ve nasıl
tanıttığı değildir, onun, sizin kendi bakış açınız (disiplindeki ön
kabulleriniz, bilim görünümüne bürünmüş ideolojiniz) çerçevesinde nereye
oturduğudur.
*
Geçenlerde Medine
Üniversitesi ve Ezher gibi kurumların Şeriat
fakültelerinin verdiği diplomaların denkliği meselesi yeniden
gündeme gelmişti. (Meydana önce Cübbeli Felaket fırladı, Türk
tuluat geleneğinin bütün hünerlerini sergileyerek gökkubbeyi inletti,
"Beni ve Türk cemaat ve cemadatını Türk imamlarına emanet ediniz"
diyerek çiçeği burnunda Kemalistliğinin gereğini yerine getirdi, ardından derin
Çiçek Cemil, ağır abi havalarında meydana yürüdü, bu arada da Hayrettin
Karaman bir yazısıyla tribünden gazel okudu, hava yumuşadı,
yerli-milli musiki milletin maneviyatını hazır hale getirdi, sonra da sıra
YÖK'ün denklik açıklamasına geldi. Bir emrivaki, oldu bitti katakullisi ile
YÖK'ün böyle bir karar almasına çalışıldı.)
Gerekçe olarak da şu gösteriliyordu:
Bunlarda din sosyolojisi, din psikolojisi vs. gibi dersler
okutulmuyor.
Yani bunlar bizdeki ilahiyatlara
benzemiyor.
Bizdeki ilahiyatların durumunu az
buçuk biliyorum. Orada dinî eğitim çok az, dinî öğretim de
yarım yamalak..
Bunlar, din sosyolojisidir,
psikolojisidir, felsefedir filan derken, genelde, İslamî bir tartışmada
neyin delil olarak getirilip getirilemeyeceğini bile
öğrenemeden mezun oluyorlar.
Onu geçtik, doktora yapmış,
ilahiyatta ders vermeye başlamış olanların bile bunu bilmediğine şahit
olunabiliyor. (Mesela tasavvcufçu akademisyenle konuşuyorsun, adam sana
"Falanca velînin ilhamından, keşfinden, rüyasından" söz
edebiliyor. Böylece edille-i şer'iyye dört olmaktan çıkıyor,
beş, altı, hatta yediye baliğ oluyor.)
Hayır, bunları okumasınlar,
öğrenmesinler demiyorum. Mesele şu: İmam Gazalî, "Bir ilimde
son noktaya kadar gitmeyen, o ilimdeki bozukluğu göremez" diyor. Bunlar,
okuduklarının ne anlama geldiğini bile öğrenemiyorlar.
Bunları okuyanlar bilgi felsefesini
(epistemolojiyi), bilim felsefesini, sosyal bilimlerin
"bilimselliğinin" ne anlama geldiğini kavrasalar, bunları
okumalarında fayda var.
Fakat bunlardan haberleri olmadan,
Batı'nın psikoloji ya da sosyoloji disiplinindeki kabullere göre dini
değerlendirme konusu yapmaya koyuluyorlar.
O kabulleri ve teorileri dinî
paradigma çerçevesinde tenkit etmeye gelince, öğrendikleri birşey yok.
Dolayısıyla bunu yapmaya cesaretleri de bulunmuyor, böyle birşeyi akıllarından
bile geçirmekten utanıyorlar denilebilir.
Böylece, Batılı sosyal bilimcilerin
teorileri bunların kafalarında bir tür mutlak hakikatlere dönüşüp ayet ve
hadîslerin yerini alıyor.
Ayet ve hadîsler ise, o mutlak
gerçeklere göre anlaşılıp yorumlanması gereken elastikî ifadelere dönüşüyor.
Bomboş kafalı Mustafa Öztürk ve Mehmet
Okuyan gibi ilahiyat tiyatrosu oyuncuları işte böyle yetişiyor. (Bu,
Ezher'den hiç fırıldak yetişmez demek değil. Turfanda Kemalist ve Darwinist,
evrimcilik mezhebi müctehidi Mustafa İslamoğlu'nu hatırlayalım.)
Üstelik bunlar bir de, ayet ve
hadîslerin açıklanması sırasında fen bilimlerindeki yeni keşif ve
buluşlara atıfta bulunulmasına bazen karşı çıkabiliyor, "Bilim
değişkendir, yarın bunlar değişir, bu bahislere girmeyelim"
diyebiliyorlar.
Fakat aynı kişilerin, din
psikolojisi, din sosyolojisi vs. söz konusu olduğunda, "Ya hu bunlar
nedir, yarın bu teoriler değişir, dindarın psikolojisini Ali'den, Veli'den,
Weber'den mi öğreneceğiz, geçin bunları, ayet ve hadîslerde din psikolojisi ve
sosyolojisi yeterince var, hele önce bunları bir öğrenelim, öğretelim, sıra
onlara da gelir" demiyorlar.
Misal, adam din sosyolojisi ya da
psikolojisi konulu bir makale yazıyor, içinde bir tane ayet ya da hadîs yok..
Makalesinde ne kadar çok gâvur adı geçer, onların kutsal makalelerinden ne
kadar çok mübarek hikmetli söz naklederse, o kadar çok aydın/entel din bilgini
oluyor.
*
Konuya dönelim.. Bassam
Tibi gibilerin laflarında herşeye rağmen dürüst bir yan var.. İslam'ı
anlatmadıklarını, İslam'ı İslamoloji dedikleri kendi bakış
açıları çerçevesinde tartışma konusu yaptıklarını söyleyerek işe başlıyorlar.
Bundan sonrası sana kalmış.. Adamı,
bunun farkında olarak okuyacaksın.. İslam'ı ondan öğrenme budalalığı
yapmayacaksın.
Gel gör ki, bunların bakış açılarını
aynen ülkemize aktaran yerli-milli taklitçiler, sanki bunlar
İslamoloji dedikleri kîl ü kâl ya da güft u gû ile meşgul değillermiş de çağdaş
Ebu Hanife ya da İmam Malik'lermiş gibi onlardan "din" öğreniyorlar.
Bassam'ın kitabına dönelim..
Vekovic, kitaptaki bölüm başlıklarını da yazmış. Bazıları şöyle: 1.
İslamcılık Niçin İslam Değildir; 2. İslamcılık ve Siyasal Düzen; 6. İslam
ve Hukuk: Bir Gelenek İcadı Olarak Şeriatlaştırma (Shari'atization);
9. İslamcılığın Bir Alternatifi Olarak Halk İslamı (Civil Islam).
(s. 439)
Görüldüğü gibi, yerli-milli
İslamolog D. Mehmet Doğan'ın icat ettiğini zannettiğimiz Halk
İslamcılığının patenti aslında Tibi gibi Batılılar'a ait.
Vekovic şunları söylüyor:
"Bu kitabın okurlara yönelik temel mesajı, İslamcılık ile İslam arasında bir fark bulunduğudur. Pekçok kişinin (hatta bazı akademisyenlerin) bu iki terim arasındaki farkı göremediklerinin bilincinde olduğu için Tibi, ilk bölümü, İslam ile İslamcılık arasındaki farkın ne olduğunu sorarak başlatıyor. Ona göre, temel cevap şudur: İslamcılık, bir siyasal düzendir, inanç değildir. Bu yüzden İslamcılık, dinleştirilmiş siyasettir...." (s. 439-40)
Bu ifadeler, bizdeki süper zekâ
analiz harikalarının, pek parlak bilimsel cümleler kurmaktan helak ve telef
olan çok bilmişlerin laflarının asıl adresini de ortaya koyuyor.
İslamcılık dinleştirilmiş siyaset
ise, mesela fiilen siyasetle hiçbir ilişkisi olmadan evinde oturan, fakat
İslam'ın aynı zamanda bir siyasal düzen de demek olduğu "inanc"ını
taşıyan bir adam İslamcı mıdır, değil midir?
Böylesi bir inancı nasıl
adlandıracağız?
Eğer sen, böylesi bir inancın nasıl
adlandırılması gerektiği konusunda kendini yetkili görüyorsan, karşındakinin
yetkili olmadığını neye dayanarak söyleyebilirsin? Dini yorumlamak, senin
tekelinde midir?!
Üstelik, daha baştan şunu söyleme
hakkımız vardır: İnsanlar senin İslamcılık tanımını ve İslam ile İslamcılık
arasında yaptığın ayrımı (İslamoloji adlı hurafelerini) kabul etmek zorundalar
mı?!
Meselenin asıl önemli yanı ise
şudur: Aslında tam da bu İslam ve İslamcılık ayrımı, siyasal bir nitelik
taşımaktadır, çünkü Batı'nın İslam dünyasına yönelik siyasetinin bir
aracı olarak üretilmektedir.
Bir inancın hiçbir siyasal boyutunun
olmaması gerektiğine dair (aksi aklen muhal/imkânsız) "ontolojik"
bir gerçeklik mi var?!
Kendi inanç tanımını bana dayatma (empoze etme) yetkisini
nereden alıyorsun?!
Kesin olan şudur: Bu
İslam-İslamcılık ayrımı, Batılı istihbarat örgütlerinin ve özel harp
(psikolojik savaş) merkezlerinin İslam'ı siyasetsizleştirme operasyonunun bir
parçasıdır.
İslam'ı siyasal hayattan (devlet
hayatından) silip atma, vicdanlara gömme operasyonudur.
Ne yazık ki Türkiye gibi ülkelerdeki
işbirlikçileri de onların izinde gitmektedir.
*
Vekovic'in tanıtım yazısını okumaya
devam edelim:
"Tibi, ek olarak, İslamcılığın temel öğretisinin Arapça'da, şer'î hukuk (Şeriat kanunu, shari’a law) tarafından anayasal olarak belirlenen bir sistem çerçevesinde 'dîn ü devlet' (din-wa-dawla) kavramıyla ifade edildiğini savunmaktadır. Bu yüzden, Tibi'ye göre, İslamcılık inanç değildir, aksine, bir siyasal sistemin din adına empoze edilmesidir." (s. 440)
Böylece, Batılılar'ın emrindeki
İslamolog Bassam, dini Allahu Teala'ya, Rasulü'ne (s.a.s.) ve biz
Müslümanlar'a öğretmeye koyuluyor. Ayet-i kerimede belirtildiği gibi:
De ki: “Siz dîninizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Hâlbuki Allah, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat, 49/16)
Böylece, Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem, sadece İslam "inanc"ını tebliğ
etmekle kalmayıp İslam'ın hükümlerini bir devlet başkanı sıfatıyla
uygulaması itibariyle "İslam"ı yaşamamış oluyor.
Yaşadığı, hayatında uyguladığı şey,
İslam değil.. Başka birşey.. Böyle buyurdu Berduşt Bassam..
Hele savaşması?.. Hiç olacak şey
değil!.. Savaşmak hiç inanç (ya da inancın gereği) olabilir mi?!
Clausewitz'in sözü meşhurdur: "Savaş,
diplomasinin başka araçlarla devamından ibarettir."
Aslında bu sözün Almanca
orijinalinde diplomasi değil, doğrudan siyaset kelimesi (Politik) geçer: "Der Krieg ist eine bloße Fortsetzung
der Politik mit anderen Mitteln.“
Evet, Peygamber Efendimiz s.a.s.'in
hayatı baştan sona inançtır, fakat aynı zamanda baştan sona siyasettir.
Siyasetsiz İslam, İslam değildir, Yahudiler ile Hristiyanların icat
ettikleri, içimizdeki münafıklar (ve o münafıklara aldanan saflar) eliyle de
sanki "Müslamanların savunduğu" birşeymiş gibi gösterdikleri bir
sapıklıktır.
Siyasetsiz İslam, o haliyle İslam
değildir, sapıklıktır, İslamsız siyaset (siyasal dinsizlik) ise,
sapıklık üstü sapıklıktır. Katmerli sapıklık.
*
Vekovic'in bir sonraki cümlesi şöyle: "Ya
da başka bir deyişle, İslamcılık İslam'ın belirli/özel (specific) bir
yorumudur, fakat İslam değildir." (s. 440)
Böylece, içimizdeki İslamcılık
analisti geçinen uyanık Vehbilerin kerrakesinin nereden ithal edilmiş olduğu da
ortaya çıkıyor.
İslamcılık, yani İslam'ın bir
siyasal düzeni de içerdiği inancı İslam değilmiş de, İslam'ın yorumlarından bir
yorummuş..
Dolayısıyla, reddedersen İslam'ı
reddetmiş olmuyorsun. Reddet gitsin!
İskender Evrenosoğlu adlı peygamber taslağı da
böyle konuşuyordu. Ulemanın rasul ve nebî kelimeleri hakkında aktardıkları
bilgiler için "Bu onların yorumu, benim yorumum başka" diyor, ve o
yoruma göre de kendisinin peygamberliğini (elçiliğini) ilan ediyordu.
Böylece, Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellemi son peygamber kabul etmek ile İskender
Kebapoğlu'nu peygamber kabul etmek, eşit derecede makul ve saygın yorumlar
haline geliyorlardı.
Numara her yerde aynı.