SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN PADİŞAH VAHİDEDDİN İÇİN İNGİLİZLER’İN YARDIMIYLA DİKTİĞİ “HAİN” KOSTÜMÜ

 





UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 56

 

Bu memlekette “Selanikli Mustafa Atatürk’ü Anadolu’ya gönderen Vahideddin’di, değildi” tartışması çok yapıldı.

Aslında gönderenin Vahideddin olduğunu o günleri yaşayan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibiler biliyorlardı, fakat “yalancı şahit” olmadıkları için tanıklıklarına “resmî tarihçiler” itibar etmediler.

İşin ilginç ve şaşırtıcı tarafı, gönderenin Vahideddin olduğunu Selanikli’nin kendisi de söylemiş durumdaydı, fakat “kraldan fazla kralcı, papadan fazla katolik” olmayı marifet zanneden Kemalist putçular onun itirafına kulp takıyor, “N’ayır, n’olamaz, Atamızı hain Vahdettin göndermiş olamaz” diye ağlayıp zırlayarak kendilerini helak ediyorlardı.

Oysa Selanikli, İstanbul’dan ayrılışından bir gün önce Padişah’ın huzuruna çıktığını, Vahideddin’in kendisine “Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!” demiş olduğunu has adamı, sofra yoldaşı Falih Rıfkı’ya anlatmış ve o da kitabına almış durumdaydı.

Kemalist dangalaklara göre, Vahideddin Selanikli’yi, devleti (vatanı) kurtarsın diye göndermemişti, görevi, Karadeniz’deki karışıklıklara son verme amaçlı müfettişlikten ibaretti.

Böyle bir görevli gönderilmesini resmen isteyenler de İngilizler’di.

Padişah, basit bir görevle herhangi bir beldeye giden basit bir müfettişi niçin özel olarak huzuruna kabul etsin ve ona böyle hitap etsindi ki?

*

Vahideddin, Mondros Mütarekesi’nin hükümleri yüzünden zor durumdaydı.

Onu mütareke için zorlamış olanların başında da (güvendiği yaveri) Selanikli geliyordu.

Önceki bölümlerde aktardığımız gibi, Filistin’de İngilizler’in karşısında tabana kuvvet kaçması yetmiyormuş gibi Suriye’den Padişah’a gönderdiği telgrafta “İngilizler’le behemahal (her ne pahasına olursa olsun) barış” yapılmasını teklif etmiş durumdaydı.

Ancak İngilizler, dümeni ellerine geçirince başka hesaplar yapmaya başlamış, bu arada Yunan’ın İzmir’i işgaline yeşil ışık yakmışlardı.

Yunanistan’ın İngilizler ile müttefiklerinin teşviki, cesaretlendirmesi ve izni olmaksızın böyle birşeyi yapamayacağını anlamak için siyaset dehası olmak gerekmiyor.

O sırada Osmanlı Hükümeti’nin (ve Padişah’ın), barış antlaşması için masaya oturulduğunda koz olarak kullanabilecekleri bir direniş hareketine ihtiyaçları vardı.

Ancak bunu, açıktan açığa yapamazlardı.. Çünkü İngiliz donanmasının toplarının namluları İstanbul’da Osmanlı Sarayı’na yönelmiş durumdaydı.

Dolayısıyla devletin söz konusu direniş hareketini bir “örtülü operasyon”la başlatması, işgalci güçlere direnişin “bilgisi ve ilgisi dışında, kendisine rağmen” gerçekleştiğini söyleyebilmesi gerekiyordu.

*

Evet, devletler bazen bazı şeyler yapar, habersizmiş gibi görünürler.

İstihbarat teşkilatları da böyle çalışır.

Daha doğrusu devletler gizli servislerini böylesi “resmen açıklayamadıkları” işleri için kurarlar.

Suriye’ye giden MİT tırlarını hatırlayınız.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne göre böyle birşey yoktu, fakat kendi savcısı, polisi olayı ortaya çıkarınca, bunu haber yapan gazeteciler “suçlu” hale geldiler.

Bu yüzden hapse giren de, yurtdışına kaçan da var.

Benzer şekilde Erdoğan, 5 Kasım 2023 tarihinde Rize’de şöyle konuşmuştu:

“Şundan emin olunuz ki biz Filistin meselesinde, Gazze’de yaşananlar konusunda görünenden çok daha fazlasını yapıyoruz, yapmayı da sürdüreceğiz.

Tabiî “Anlarsınız ya!” babından tevile müsait konuşuyor.

Bu sözünden dolayı köşeye sıkıştırılmak istense “Görünenden çok daha fazla insanî yardım yapıyor, açlara yiyecek, yaralılara ilaç veriyoruz” diyecek.

Milletin anladığı ise başka.

*

Evet, Osmanlı Hükümeti ve Padişah Vahideddin, Selanikli’yi Anadolu’ya “özel görev”le göndermiş olduklarını kamuoyuna ilan etme imkânından mahrumdular.

Selanikli de (İstanbul’da “Padişah, Osmanlı Hükümeti ve Selanikli” arasında yapılan plana göre) Anadolu’da “bir direniş hareketi örgütlemek için Padişah tarafından özel talimatla gönderilmiş olduğunu” alenen ve açıkça söylemeyecek, devlet görevlilerine [mülkî amirlere (vali ve kaymakamlara) ve askerî erkâna (subaylara)] ve halkın ileri gelenlerine bunu gizli saklı olarak açıklayacaktı.

Aksi takdirde Padişah ve Osmanlı Hükümeti zor duruma düşer, işgalciler (İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar) bunu devlete karşı kullanırlardı.

Devlet zor duruma düşürülmemeli, resmiyet ve aleniyette başka türlü konuşulmalıydı.

*

İşte Selanikli’nin (ve arkadan ona akıl veren İngilizler’in) istedikleri şey tam da buydu.

Körün istediği bir gözdü fakat iki göze birden sahip olmuştu.

Böylece Selanikli, gelecekte, “herşeyi kendisinin planlayıp yaptığını, hain Padişah’ın yardım etmek bir tarafa köstek olmak için elinden geleni ardına koymadığını” söyleme imkânına kavuşmuş oluyordu.

Nitekim İngilizler, sonraki süreçte Vahideddin’i Selanikli’ye tavır koyması için sıkıştırmaya başladılar.

Padişah İngilizler’in istediği türden açıklamaları başlangıçta “Dostlar alışverişte görsün” hesabı yasak savma kabilinden (ve de Selanikli ile olan bir “danışıklı dövüş” mantığıyla) yaptı.

Böylece İngilizler, Padişah’ın hain, Selanikli’nin ise kahraman olarak gösterilmesinin zeminini oluşturmuş oluyorlardı.

*

Selanikli ise, başlangıçta (yani güçsüz, ipsiz sapsız olduğu sıralarda) Padişah’ın açıklamaları için “Padişahımız esirdir, çaresizdir, İngilizler ona korkunç baskı yapıyorlar, böyle konuşmak zorunda” türünden makul gerekçeler üretiyordu.

Ne zamana kadar?

TBMM’yi kurup bir hükümet teşkil edinceye kadar.

Oysa TBMM’yi açarken (Selanikli de dahil olmak üzere) milletvekilleri Osmanlı Devleti’ne ve Padişah’a, makam-ı saltanat ve hilafete sadakat yemini etmiş durumdalardı.

Falih Rıfkı şunları yazmaktadır:

“Buhari-i Şerifler, minarelerde sala ve ‘sevgili padişahımıza sadakat’ yeminleri ile aynı tören yapılmıştır. Meclis toplanır toplanmaz ‘ilk ve son sözü padişah ve halifeye bağlılık’ olduğuna yemin edilmiştir: Cenab-ı Hak ve Resul-i Ekrem’i namına yemin ederiz ki padişaha ve halifeye isyan sözü yalandan ibarettir’.

“Mustafa Kemal ilk amacına ermiştir. Bir Millet Meclisi vardır. Onun başbakanı ve hükûmeti vardır. Yeni devlet kurulmuştur.”

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 22.)

*

Evet, Selanikli TBMM’yi “Cenab-ı Hak ve Resul-i Ekrem’i namına yemin ederiz ki padişaha ve halifeye isyan sözü yalandan ibarettir” diyerek açtı.

Böyle büyük bir yeminle.

Ancak, TBMM’yi açıp bir hükümet teşkil ettikten ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkardıktan sonra yavaş yavaş ağız değiştirmeye başladı.

Bunu yaparken önce salt İstanbul hükümetini hedef aldı.

Görünüşte onun devletle (ve de saltanat makamı ile) bir sorunu yoktu, İstanbul hükümetinden şikayetçiydi.

Sakarya Savaşı kazanılıp Selanikli’nin biti kanlanınca yavaş yavaş Osmanlı Devleti’ni de hedefe koymaya başladı.

*

TBMM’yi açarken yaptığı yemin, büyük bir yalandan ibaretti.

Zaten, adlarına yemin ettiği Allahu Teala ile Resul-i Ekrem’ine herhangi bir saygısı yoktu.

Saygısı, muasır medeniyet seviyesini (çağdaş uygarlık düzeyini) temsil eden İngilizler’eydi.

(Aldığı Atatürk soyadı da ulu bir yalandan, gülünç ve komik bir palavradan ibaret.

Nerden Türkler’in atası oluyormuş?! Türkler’in atası Adem aleyhisselamdır, Nuh aleyhisselamdır.

Selanikli Mustafa, Bilge Kağan’ın, Sultan Alparslan’ın, Fatih Sultan Mehmed’in, Yavuz Sultan Selim’in atası mı?! 

Türk milletinin soyu sopuyla sinsice alay eden birilerinin kurtlardan boz olanı, bir boz kurtu, bir hayvanı Türkler'in atası yapmaları yetmiyormuş gibi sahte ata olarak bir de Selanikli çıktı.)


ÖMER FARUK KORKMAZ VERSUS HALİS BAYANCUK

  Halis Bayancuk ismine hapislik macerasından dolayı biraz aşinalığım vardı fakat Ömer Faruk Korkmaz’ın varlığından yeni haberdar oldum. ...