UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 7
Uğur
Mumcu, Karabekir’in (Selanikli Mustafa Atatürk’le görüş ayrılıklarına dair) şu
sözünü naklediyor:
«Gerek hilafet
ve saltanat meselesi ve gerekse teceddüt (yenilenme) hareketlerimiz hakkında diktatörlükle
veya mütehassıslarımızla (ihtisas sahibi uzmanlarımızla, bilirkişilerimizle) yürümek
meselesi Ankara'ya geldikten sonra anlaşmazlıklarımızın esasını teşkil
etmiştir.»
(Uğur Mumcu, Kazım
Karabekir Anlatıyor, 17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 49.)
Anlaşmazlıklar Ankara’da, TBMM’nin
kurulması ve başına Selanikli’nin geçmesiyle başlıyor.
Çünkü öncesinde Selanikli Karabekir’e
itiraz edecek konumda değil.. Ona muhtaç.. Karabekir, köprüdeki “dayı”..
Ankara’da köprü geçilmiş ve “dayı”nın
sırtına tekme indirme zamanı gelmiştir.
Ve Karabekir, Selanikli’nin kendisi için
bir diktatörlük inşa etmekte olduğunu görmüştür.
“Ben söylerim siz yaparsınız” modunda iş
görmeye, kararlarını diktatörce dikte etmeye başlamıştır.
Karabekir ise, işlerin öyle bir kişinin
kafasına bırakılamayacağını, millete güdülmesi gereken koyun sürüsü muamelesi
yapılamayacağını, ihtisas sahibi uzmanların görüş ve tavsiyeleri doğrultusunda
hareket edilmesi gerektiğini savunmaktadır.
*
Selanikli’nin bir diktatör haline
geldiğini, Uğur Mumcu’nun Karabekir’den yaptığı şu iktibas da ortaya koyuyor:
Mustafa
Kemal Paşa, hakkımdaki düşüncesini apaçık şöylece ifade etti. Ve başka mütalaada
da bulunmadı:
Ben de şu
cevabı verdim:
«Hakkımdaki teveccühlerinize teşekkür ederim. Zaten Gümrü ve Kars konferanslarında baş murahhas olarak tayinime karşı diplomat olmadığım için affımı rica etmiştim. Israr buyurduğunuz için kabul etmek zaruretinde kaldım. Avrupa diplomatlarına karşı yine beni çıkarmanız Türkiye'nin biricik diplomatının bir ordu kumandanı olduğu manzarasını arz edeceğinden milli menfaatlerimize uygun düşmezdi.» (Mumcu, s. 52.)
Böylece, diplomasi tecrübesi bulunmayan İnönü’nün
Lozan’da baş delege yapılmasının milli menfaatlerimize aykırı olacağını
kibar bir dille ifade etmiş oluyor.
Fakat Selanikli’nin o sırada milli
menfaatlere dair hesaplar pek fazla umurunda değil.
Umursadığı şey, kendisinin sözünden
çıkılmaması.
*
Ancak, Selanikli’nin kendisinin de “sözünden
çıkmadığı” birileri var, ve Karabekir bunun farkında değil.
Yine, “Sakın kader deme, kaderin üstünde
bir kader vardır” diyen şair gibi konuşalım: “Sakın Selanikli’nin sözü
deme, Selanikli’nin sözünün üstünde bir söz vardır.”
Ve o söz, bazen İngiliz’in, bazen de
Fransız’ın sözüdür..
Bazen de her ikisinin.
*
Bu defa Mumcu’nun değil, Selanikli’nin
sofra arkadaşı, daimi milletvekili yaparak milletin sırtına yüklediği has adamı
Falih Rıfkı Atay’a kulak verelim:
… Notlarımın arasında Mustafa Kemal’in şu fıkrası [ifadesi]
var:
”Franklin Bouillon [Buyyon] barış konferansında [Lozan’da]
benim bulunmamı istiyordu. O vakit konferansın İzmir’de toplanması lâzım
geleceğini [yurtiçinde kalmam gerektiğini, işleri bir başkasına emanet
etmeyeceğimi] söyledim. ‘Çalışırım, fakat birinci sınıf devlet adamlarını
İzmir’e getirmekliğim güçtür,’ dedi. Ben gitmiyeceğime göre konferansa kimi baş delege yapmaklığımı düşündüğünü sordum:
- İsmet Paşa’yı gönder! dedi.
- Yapabilir mi?
- Evet… En iyisini…”
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III,
Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 146.)
Bouillon
(Henry
Franklin-Bouillon), Selanikli’den 11 yaş büyük bir Fransız diplomat..
Ekim
1921’de Selanikli ile Ankara Antlaşması’nı yaparak Halep gibi (Misak-ı
Milli’ye dahil) vatan topraklarının, kuru bir “Ankara Hükümeti’ni tanıma,
Osmanlı’yı yok sayma” jesti karşılığında Fransızlar’ın elinde kalmasını
sağlayan kişi..
Ve
Fransa, İngiliz’in Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki sıfatıyla hâlâ onun
yanında.
Ve de
Selanikli Mustafa Atatürk, “düşman”ın karşısına, onun istediği kişiyi
çıkartıyor.
Hatta,
kimi göndermesi gerektiğine “düşman”ın karar vermesini istiyor.
Muhatabı
da, emir verir bir tonla konuşuyor.
Peki
ya Türkiye Büyük Millet Meclisi?..
Milletin/halkın
temsilcileri, vekilleri?.. Millet?
Onların payına "İhtimal bazı kafalar kesilecektir" vecizesi düşüyor. (Sonradan "kesilecektir"in yerini fiilen "asılacaktır" alıyor, yanına da, Es'ad Erbilî ve Bediüzzaman gibi zatlarda olduğu gibi "İhtimal bazı hür kafa sahipleri zehirlenecektir" formülü ekleniyor.)
Selanikli,
Lozan’a kimin gönderileceğini millete, milleti temsil ettiği söylenen TBMM'ye niçin sormuyordu?
Çıkardığı
gazetenin adını bile Hakimiyet-i Milliye koyan
Selanikli neden milleti umursamıyordu?
“Millet
iradesi”nin yerini neden “Fransız iradesi” alıyordu?
*
İsmet
İnönü, Abdi İpekçi’nin Milliyet gazetesi
için kendisiyle yaptığı röportajda, Falih Rıfkı’nın yazdıklarını doğrulamış
durumda.
İpekçi’nin
sorusu şöyle:
“Millî Mücadeleden sonra Atatürk’ün Lozan barış
konferansının baş temsilciliğine sizi getirmesi nasıl oldu?”
Cevap:
Hiçi beklemiyordum. Atatürk ilk defa söylediği zaman
şaşırdım, hatta istemedim. … Atatürk ısrar etti.
“Bir Hariciye Vekili [Dışişleri Bakanımız] var, devletin
siyasîleri var…” dedim. …
Hülasa Atatürk ısrar etti ve ikna etti beni. …
İşin içyüzünü
sonra öğrendim… Ben Mudanya mütarekesinde konuşurken orada bir Fransız müşahidi
[gözlemci] vardı: Mösyö Franklin Bouillon. … Mudanya mütarekesi
müzakerelerini takip etti. … o bizde çok insan tanımış olarak … Atatürk ile
konuşmuş derler. Yani beni tavsiye etmiş….
(Abdurrahman Dilipak, İnönü
Dönemi, 9. b., İstanbul: Beyan Yayınları, 1989, s. 226-7.)
*
Görüldüğü gibi, Selanikli Karabekir’e “[Lozan’a gidecek] Sulh heyelimize seni baş murahhas (delege) olarak gönderemem. Çünkü kafanla hareket edersin. İsmet Paşa'yı göndereceğim, çünkü sözümden çıkmaz” derken onu yine kandırmış.
Adam o kadar usta ki, İnönü'ye bile "Lozan'a sen gideceksin" derken "sırrını" söylemiyor.
Algı yönetimi ve yalan söyleme sanatında gerçek bir virtüöz.
Karabekir'e, “Bu barış konferansı meselesi önemli.. Kendi kafamla hareket edemem.. Fransız efendilerimiz İsmet’in adını verdiler, senin adını değil” demiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder