KÂZIM KARABEKİR'İN DAMADI PROF.
ÖZERGİN ANLATIYOR – 11
Kâzım Karabekir'in damadı Prof. Dr.
Faruk Özergin’in Teklif dergisinin Ağustos 1988 tarihli
altıncı sayısında yayınlanan röportajında yer alan şu sözleri daha önce
aktarmıştık:
Kadir Mısıroğlu Sebil gazetesinde yazdı. Tek o yazdı, üstü kapalı şekilde. İsmet
Paşa soruyor, M. Kemal Paşa'ya: "Paşam" diyor, "İngilizler size
'Dizbağı Nişanı' vermiş. (Dizbağı Nişanı İngilizler'in en yüksek nişanıdır,
kimseye vermezler.) Bu nasıl oldu, benim haberim yok" diyor. O da
geçiştiriyor. M. Kemal Paşa diyor ki: "İngilizler beni sever de onun
için" diyor.
Ben bir de
tarihçilerden, Mütareke [Mondros Ateşkesi] zamanı, o bir seneye yakın kısa bir
süre içinde, İstanbul'da, ilerde söz sahibi olacak kimselerin
faaliyetlerini tam olarak meydana çıkartmalarını arzu ederim. Tam
belgeleriyle.. Bunda görülür ki M. Kemal Paşa [Mütareke zamanı İstanbul'da]
"Beni kim tutarsa, onun taraftarıyım" şeklinde
çalışmıştır."
(Abdurrahman
Dilipak, İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 170.)
Evet, İngilizler’in Selanikli Mustafa
Kemal’i (herkese vermedikleri) Dizbağı Nişanı’na (Order of the
Garter) layık görmeleri olayı gerçek. (Bu nişanı vermeyi düşündükleri
sırada henüz Atatürk soyadını alarak “Türkler’in atası”
palavrasını isminin arkasına eklemiş değil, çünkü soyadı kanunu çıkarılmamış.)
Selanikli burada doğruyu söylüyor,
İngilizler onu çok seviyorlardı.
Bu sevgileri ne zaman başlamış
olabilir? Filistin cephesinde İngilizler'in önünden ardına bakmadan kaçması
sırasında mı, yoksa daha mı önce?
Ey anti-emperyalizm şampiyonu
"çılgın Türkler", bu soruya siz cevap verin!
Bu sevgi karşılıksız değildi elbette,
Selanikli de İngilizler'i seviyordu.
Hem de çok.
Adana'dan İstanbul'a gelince, İngilizler'e
olan sevgisini gazeteler vasıtasıyla kamuoyuna hemen açıklamıştı.
(Teferruatı için Kurtuluş Savaşı'nın Sansürsüz Tarihi başlıklı
kitabımıza bakılabilir.)
*
Vahideddin'in onu Anadolu'ya (güya
İngilizler'i kandırmak için) müfettişlik gibi paravan bir ad
altında Anadolu genel valiliği yetkileriyle donatılmış "gizli
gündem"li görevli olarak göndermesinin ardındaki etkenlerden
biri, bu derin sevgiydi.
Padişah, İstanbul'daki subaylardan
birini "özel yetkiler"le Anadolu'ya göndermesine İngilizler'in
göz yummayacağının, şüpheleneceklerinin, onlardan vize alınamayacağının
farkındaydı.
Ne yapacağını bilemez halde sarayında
kıvranıp dururken İngilizler'den resmî bir talep geldi: Doğu
Karadeniz'de müslüman ahali ile gayrimüslimler arasında çatışma yaşanıyordu,
Osmanlı Hükümeti buraya askerî yetkililer gönderip ortalığı
yatıştırmalıydı.
Vahideddin, fırsatın ayağına geldiğini
düşündü.
İngilizler onun öyle düşüneceğini
biliyorlardı.
Satrancın sonraki hamlelerini de planlamışlardı.
*
Sultan bu iş için, güvendiği, zekâsını
takdir ettiği, hürmetkâr tavırlarını takdire şayan bulduğu yaveri Mustafa
Kemal'in uygun olduğunu düşünüyordu.
Çünkü göndereceği adam hem kendisine
sadakatle bağlı, hem de İngilizler'in tepkisini çekmeyecek bir evsafta
olmalıydı.
Bu özellikler Mustafa Kemal'de
fazlasıyla vardı, İngilizler hakkındaki övücü ve dostane sözlerinin onların
dikkatinden kaçmış olması düşünülemezdi.
Nitekim İngilizler pekçok Osmanlı
siyasetçi ve askerini Malta'ya sürgün etmişken Selanikli'ye
hiç dokunmamışlardı.
Dolayısıyla İngilizler'in zaafından
yararlanabilir, güvendiği yaveri Selanikli ile onlara oyun oynayabilirdi.
Bu devletin ekmeğiyle büyümüş, bu
vatanın havası suyu ile o günkü konumuna gelmiş olan Mustafa Kemal İngilizler'e
oynamak istediği bu oyuna elbette devleti için, vatanı için koşulsuz destek
verirdi.
Şerefli bir subay devletine sadakat
gösterir, devletine karşı İngiliz kâfiriyle işbirliği yapmazdı.
Dolayısıyla Mustafa Kemal'e
güvenebilirdi.
Ona böyle bir görev vermesinin hata
olacağını söyleyen Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi
hocalar siyasetten anlamıyordu.
Mustafa Kemal'i sadakatle hizmet
edeceğine dair "gökten indiğine inandığı" Kur'an üzerine yemin ettirecek
ve Anadolu'ya gönderecekti.
Bu yemini çiğnemek gibi bir
kepazeliği, yalancılığı, sahtekârlığı, dönekliği, alçaklığı, dinsiz
imansızlığı, iblisliği hangi Türk subayı şeref ve haysiyetine yakıştırabilir,
böyle bir onursuzluğa kim tevessül edebilir, böylesi süflî bir alçalmayı kim
kabul edebilirdi ki?
Yok yok, Şeyhüislam ve onu dolduruşa
getiren subaylar yanılıyor, Mustafa Kemal hakkında suizanda bulunuyor, günahını
alıyorlardı.
Tamam bazı hataları vardı, fakat kimin
hatası yoktu ki?!
*
Böylece Vahideddin, İngilizler'in
satranç tahtasındaki "safiyane" hamlesini, güvendiği Mustafa Kemal
"kale"sini öne sürerek "zaferle sonuçlanacak bir oyun"un
temeli haline getirmeye kalkıştı.
Bilmediği ise, Selanikli'nin İngiliz
istihbarat teşkilatının (gizli servisinin) İstanbul şefi Rahip Frew (Fro) ile
başbaşa gizli görüşmeler yapıp başka bir "gizli gündem" hazırlamış,
onların bilgisi ve kontrolü altında başka bir "oyun" kurmuş
olmasıydı.
Bu gizli gündemini Selanikli, Erzurum
Kongresi sırasında bir gece hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit'e
açıklayacaktı.
Gündüz Allah, Kur'an,
Peygamber, ümmet, İslam, hilafet, cihat diyor, akşam ise ancak bir İngiliz
ajanından beklenebilecek sözler söylüyordu.
Öyle hareket ediyordu ki, takiyye bir
insan olsaydı, adı Mustafa Kemal olurdu.
*
Selanikli'ye Samsun'a gitmesi için
gereken vizeyi bir gün içinde veren İngilizler, o sağ salim
Anadolu'ya geçince hemen "Mustafa Kemal düşmanlığı" moduna
geçtiler.
(Bu satırların yazarı, kendisi için
Almanya'da "Ben bu çocuğun canından endişe ediyorum, MİT her zaman
bunun karşısına çıkıyor" diyen, MİTçilerin elinden kurtulsun diye
yurtdışına çıkmasını isteyen merhum Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca'nın
emri üzerine 2000 yılı sonlarında ABD'ye yerleşmek üzere vize başvurusunda
bulunmuş, bu elektronik çağında aylarca bekletilmiş, sonra da red cevabı
almıştı.. Evet, ben ABD'ye yerleşemedim, MİT'çilerin elinden kurtulamadım,
Benim vize talebime ret cevabı alışımdan 12 gün önce ise Esad Efendi,
yerleştiği Avustralya'da öldü. Öldürüldü.)
İngilizler, bir günde vize verdikleri
Selanikli daha Samsun'a çıkar çıkmaz, onu geri çağırması için Vahideddin'e
baskı yapmaya başladılar. Galip işgal güçleri olarak bu taleplerini resmî
yollardan ilettiler.
Maksat, Selanikli'nin Vahideddin'den
bağımsız hareket etmesini sağlamak, bunun zeminini hazırlamaktı.
Çünkü, Selanikli başına buyruk hareket
ettiğinde, böyle bir İngiliz talebi ve baskısının bulunmadığı bir ortamda
Vahideddin onu hemen görevden alabilirdi.
Fakat İngilizler resmen böyle
bir talepte bulununca, Selanikli'ye ordudan istifa etme ve Padişah'a
başkaldırma yolu açılmış oldu.
Selanikli olduğu için Anadolu'da
kimsenin tanımadığı sapı silik bir adam olan Mustafa, İngilizler'in sihirli bir
dokunuşuyla, onların korkup çekindiği, kendisiyle (örtülü biçimde
değil) açıkça uğraşılan bir kahraman halini
almıştı.
Gerçek şu ki, İngilizler bu "oyun
kurma" işini, siyaset satrancını, algı operasyonu ve psikolojik savaş
sanatını çok iyi biliyorlardı.
Vahideddin'den Mustafa Kemal'i geri
çağırması talebinde bulunmak suretiyle ön alıp Selanikli'ye,
Padişah'a baş kaldırma gerekçe ve mazeretini altın tepsi içinde sundular.
Selanikli millete, "Padişahımız
baskı altında, İngilizler'i oyalamak için böyle davranıyor"
diyebiliyordu.. Padişah'a itaat edilirdi, fakat İngilizler'in ona zorla
söylettikleri şeyleri elbette kaale almamak, düşmanın oyununa gelmemek gerekiyordu.
"Felek her türlü esbab-ı
cefasın toplasın gelsin"di, "dönersem kahpeyim"di
"millet yolunda bir azîmetten"di.
Millet Padişah'ın yaverine inanıyordu.
İnanmamak için bir sebep yoktu.
Ve İngilizler bu yaveri çok seviyordu.
*
İngilizler'in bu göstermelik
"Mustafa Kemal düşmanlığı" ile, Sultan Vahideddin'in, işgalci
düşmanın taleplerine boyun eğen, "vatanı kurtarmaya çalışan fedakâr bir
kahraman"a İngilizler'in hatırı için cephe alan bir hain olarak
damgalanmasının önü açılmış oluyordu.
Böylece "yürüyen takiyye"
Selanikli, Mazhar Müfit ile Süreyya'ya açıkladığı "gizli gündem"ini
rahatça gerçekleştirme imkânı buldu.
İngilizler, Lozan'a kadar
kendilerindeki Mustafa Kemal sevgisini (Türkiye sevgisini değil)
sakladılar.
Lozan'dan sonra ise sevgilerini açığa
vurma zamanı gelmişti.
Gelsindi Dizbağı Nişanı..
Selanikli
artık "İngilizler beni sever" diye konuşabilirdi.
"İngiliz uşağı bir hain"
olarak gösterilen Vahideddin ise, İstanbul'u bir İngiliz
gemisiyle terk etmiş olmakla birlikte, İtalya'da yaşamaya
başlamıştı.
İngiltere'de değil.
İngilizler'in Selanikli'ye son
hizmeti, Ali Kemal gibi linç edileceğinden korkan Vahideddin'i
bu şekilde alıp götürerek tacını tahtını yitirmiş, vatanından kovulmuş bir
sürgün olarak bir çöp gibi İtalya topraklarına atmaları, böylece onu bir
"hain" olarak gösteren yağlıboya tablodaki son fırça darbelerinin de
gereken noktalara ustaca vurulmasını sağlamaları oldu.
İngilizler Selanikli'yi
seviyorlardı.
Vahideddin İstanbul'da kalıp da linç
edilse veya bir şekilde öldürülseydi, bu yargısız infaz akıllarda,
taşkın bir sel gibi kesilmeden akan sorulara neden olurdu.
Yargılanması ise Vahideddin'in
konuşmasına ve böylece Selanikli'nin ipliğinin pazara çıkmasına, ettiği
yeminlerin, el etek öpmelerin, cömertçe yaktığı yağların mahkeme zabıtlarına
kara bir leke olarak geçmesine yol açabilirdi.
İngilizler Selanikli'yi seviyorlardı.
*
Bu "İngiliz dostu"
öyle biri ki, sağ kolu, en büyük yardımcısı İsmet İnönü bile
bir zaman sonra bunun saçmasapan, çılgın kaprislerine dayanamaz hale geldi.
Fakat memlekette dalkavuk mu yok, o da
hemen bunun defterini dürüp yerine kullarından Celal Bayar’ı
getirdi.
Fakat ölürken, vasiyetine “İsmet’in
çocukları”nı da ekledi.
Niye?
Bazılarına göre, İsmet’in
öldürülmesini emretmiş, birileri de ona öldüğünü söylemişler, hatta böyle
bir haber taşıyan bir gazete bastırıp önüne koymuşlar.
O da, ölü İsmet’in çocuklarını
vasiyetine dahil etmiş.
Bu iddia gerçekçi görünmüyor, çünkü
Selanikli’nin çevresinde İsmet’e diş bileyenler vardı, ve onlar, kendisinin
aldatılmakta olduğunu Selanikli'ye haber verirlerdi.
Ayrıca, İsmet’i kurtarmak için kimse
kendi hayatını riske atmazdı.
*
Doğrusu şu:
Selanikli hastaydı, hayatından ümidini
kesmiş, vasiyetini yazmayı kafasına koymuştu.
Fakat, İsmet’in de ölümcül
hasta olduğunu, belki kendisi kadar bile yaşamayacağını zannediyordu.
Çünkü, evine kapanmış olan
İsmet’in ağır hasta olduğu söyleniyordu. Safra kesesi
iltihaplanmıştı, ölmesi kesindi.
Selanikli nerden bilecekti onun önünde
daha 35 yıl olduğunu.
Bu yüzden, ölümünden iki ay önce, 5
Eylül günü hazırlattığı vasiyetnamesine şu ifadeyi ekletti:
“İsmet İnönü’nün
çocuklarına, yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım
yapılacaktır.”
Aradan iki ay geçti, fakat İsmet’in
ölüm haberi gelmedi.
Bunun üzerine, ölüm döşeğindeki
Selanikli’yi ziyaret etmesi için İstanbul’dan davet telefonu geldi.
İsmet’in yakın adamları ise, İstanbul’a
giderse sağ dönemeyeceğini, bunun bir tuzak olduğunu düşünüyorlardı.
Bundan eminlerdi.
İnönü’nün İstanbul’a gideceğini duyan
eski Sağlık Bakanı Refik Saydam ona telefon edip, gitmemesini,
öğrendiği bazı şeyler olduğunu söyledi.
Telefonu yeterli görmeyip hemen
İsmet’in köşküne koşan Saydam, ona, İstanbul’a giderse kesinlikle
öldürüleceğini, hatta bunun için Selanikli’nin yakın çevresi tarafından
bir tetikçi bile ayarlandığını söyledi: Daha önce metresi
Fatma Medine’yi öldürdüğü halde Fahrettin Kerim Gökay’ın verdiği sahte deli
raporuyla ceza almaktan kurtulan, fakat bu deli haliyle Zonguldak
milletvekili yapılan (Selanikli’nin eski hempası) Recep Zühtü Soyak..
İnönü’yü kurşun yağmuruna tutunca bir
deli raporu daha alabilirdi, ya da eski raporu tekrar devreye konulabilirdi.
Saydam’ın İnönü’ye söylediği şuydu:
“Gitmeye kalkarsanız
ben trenin önüne yatarım, ancak üzerinden geçerek gidebilirsiniz.”
Suikast planının arkasındaki isim, İçişleri Bakanı Şükrü
Kaya’ydı.
Suikastle ilgili planın ayrıntılarını
Saydam’dan dinleyen İsmet, İstanbul’a gitmekten vazgeçti.
Ankara’da İnönü’ye birşey
yapamıyorlardı, çünkü Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak evini
koruma altına aldırmıştı.
Mareşal bununla yetinmeyecek,
İstanbul’da kendisi Genelkurmay Başkanı iken müsteşarlığını yapan eski samimi
dostu İnönü’nün yeni cumhurbaşkanı olmasını da sağlayacaktı.
*
İnönü İstanbul’a gitmekten vazgeçince,
Selanikli’nin ölümünü kesin görenler, onun Fevzi Çakmak’ın desteğiyle
yeni cumhurbaşkanı olması ihtimalinin önüne geçmek için yeni bir plan
yaptılar.
Bu defa devrede İçişleri değil Dışişleri
Bakanı vardı: Tevfik Rüştü Aras..
Selanikli’nin ölümünün arefesinde
İsmet’in Washington’a büyükelçi olarak atanması gündeme geldi.
İnönü, kendisini ziyarete gelen
Bakan’a, o daha konuyu açmadan, “Nedir bu büyükelçilik işi?” diye sordu.
Aras’ın cevabı şöyleydi:
“Siz bana derdiniz ya
‘Amerika’ya gidemedim. Görmeyi çok arzu ederim’ diye. Ben de bir vesile bulup
sizin Amerika’yı görme arzunuzu gerçekleştirmek istedim.”
İnönü sert tepki gösterdi, kabul
etmedi.
Yıllar sonra, Aras’ın torunu Sevin
Zorlu bu tayin işini şöyle açıklayacaktı:
“Dedem, İnönü’nün
başına bir iş gelmesin diye kendisini Washington’a göndermek istedi.
Asıl sorun, Atatürk’ün İnönü’ye duyduğu öfkeydi. Dedem, bu öfkenin
yol açabileceği sonuçlardan İsmet Paşa’yı kurtarmaya çalışıyordu.”
Görüldüğü gibi bu ifadelerden kan
kokusu geliyor.
Durum şuydu:
“Washington
büyükelçiliği teklifinden Atatürk’ün haberi var mıydı? İnönü ailesi
‘Olmaması mümkün değil’ görüşündeydi. Ama İnönü sağlam durmuştu. Ordu
arkasındaydı. Çakmak da ondan yana ağırlık koyunca Köşk’e o çıktı. Ve ilk
yaptığı iş, Aras’ı Londra büyükelçiliğine atamak oldu. …
“Dönemin ilginç
görüşmelerinden biri de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Genelkurmay Başkanı
Mareşal Fevzi Çakmak arasında yaşandı. Kaya, ordunun bu seçimde ağırlık koyup
koymayacağını merak ediyordu, Mareşal’in nabzını ölçmeye çalışıyordu. Bir
toplantıda bu konuyu sorunca Çakmak’tan tokat gibi bir yanıt aldı: ‘Bir
ordu kumandanı çıkıp Meclis’in seçimine müdahale ederse kendi elimle
gider orada vururum onu..’
“Şükrü Kaya emin olmak
için alaycı bir dille ‘Ya Meclis, Satı Kadın’ı cumhurbaşkanı
seçerse..’ diye sordu.
“Satı Kadın kendi
halinde bir milletvekiliydi. Ama Mareşal’in yanıtı yine değişmedi:
“ ‘Eğer Meclis,
hiçbir müdahale olmadan Satı Kadın’ı reisicumhur yaparsa ben, ona itaat
ederim. Müdahale eden komutanı gider elimle vururum’.”
("İsmet Paşa'nın
Köşk yoluna da mayın konmuştu", Milliyet, 8 Nisan
2007, https://www.milliyet.com.tr/pazar/ismet-pasanin-kosk-yoluna-da-mayin-konmustu-195144)
*
İnönü’nün ailesine göre, Atatürk
soyadlı Selanikli’nin, Dışişleri Bakanı Aras’ın İnönü’yü tasfiye planından
haberi vardı.
Peki, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın
"deli raporlu Recep Zühtü Soyak"lı planından da haberi var
mıydı?
İngilizler Selanikli'yi seviyordu.
*
Devam edeceğiz inşallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder