1988 yılıydı. Ağustos ayı.
Memleketim Gürün'de, doğudan gelip İstanbul'a giden bir yolcu otobüsüne binmiştim.
Otobüsün en arkasında, en büyükleri 12-13 yaşında gösteren çocuklar tıkış tıkış yerleşmişlerdi.
İstanbul'a yaklaştığımızda otobüs, yolda inenlerden dolayı biraz tenhalaştı.
Yanımdaki koltukta oturan yolcu, 40-45 yaşlarında sakallı, takkeli bir yolcuyu göstererek, "PKK'dan kaçıyor" dedi, "yanındaki de amcasının oğlu.. Arkadakiler de çocukları."
Bunun üzerine o sakallı yolcunun yanına gittim, boş koltukları göstererek "Şurada biraz konuşabilir miyiz?" dedim.
Oldukça edepli bir şekilde oturan bu mahzun yüzlü yolcu, evini, bağını bahçesini, tarlasını bırakmış kaçıyordu.
Bunu ve amcasının oğlunu PKK'lılar dağa kaçırmışlar, "Bize katılacaksınız" demişler, eziyet etmişlerdi.
Sakallı yolcu, "Ben onlara dedim ki" diye sözlerini sürdürdü, "Eğer Şeriat için savaşıyorsanız ben sizinle birlikteyim, yoksa ben bu işin içinde yer almam. Böyle dedim diye bizi ölümle tehdit ettiler, karar vermemiz için de süre verdiler. O yüzden herşeyi bıraktım, çoluk çocuğumla İstanbul'a gidiyorum."
Pendik'e geldiğimizde sakallı-takkeli yolcu ve ailesi otobüsü terk ettiler.
Bagajdan aldıkları eşyalarına pencereden baktım, bir yatak ve birkaç denk vardı.
Otobüs onları yol kenarında bırakıp hareket etti.
Yüreğimden kopan bir parça onlarla birlikte kaldı.
*
İki ay sonra..
Almanya'dayım..
Münster şehrinde üniversiteye kaydımı yaptırıyoruz.
Buraya önceki yıl gelmiş olan İstanbul Siyasal'dan sınıf arkadaşım Hacı Murat tercümanlığımı yapıyor.
Memure hanım, bir kâğıda birşeyler yazıp Hacı Murat'a veriyor.
Çıktığımızda kâğıdı göstererek, "Arkadaşın Kürt'se bu vakıftan burs alabilir dedi bana" diyor.
Sonra fark ediyorum ki bu şehir Kürt "öğrenci" kaynıyor.
*
19 yıl sonra.
Gürün'e gitmek için Harem'de bir Malatya otobüsüne biniyorum.
Kırşehir civarında otobüsümüz arıza yapıyor. Tamiri için birkaç saat beklemek üzere minibüslerle yakındaki bir dinlenme tesisine götürülüyoruz.
Yolculardan bazılarının bir grup halinde oturmuş sohbet etmekte olduklarını görünce yanlarına yanaşıyorum.
Konuşmalarına vakıf olunca hayrete düşüyorum, "Memleket bölünmüş, haberim yok" diye düşünüyorum.
Bu arada oradakilerden biriyle tanışıyorum. Cağaloğlu'ndaki seçkin okul İstanbul Erkek Lisesi'nde öğretmen.
"Kürtler Birinci Dünya Savaşı'nda fıkhen (İslam hukukuna göre) doğru, siyaseten yanlış hareket ettiler" diyor. "Her millet, hatta Araplar'da her aşiret kendi devletini kurarken Kürtler hâlâ eski kafada hareket ettiler, ulusalcılıktan, milliyetçilikten uzak durdular, böylece bugünkü perişan halleriyle yüzleşmek zorunda kaldılar. Hakları çiğnendi, gaspedildi, üçüncü sınıf insan sayılmalarını geçtik, Kürt kimlikleriyle insandan bile sayılmadılar."
Siyasal İslamcı diye nitelendirilen taifeden olduğum, fıkıhsız siyaseti de (ithal adı laiklik olan siyasal dinsizliği de), siyasetsiz fıkhı da (siyasal'ı kesilip budanmış uydurma İslam'ı da) kabul etmediğim için ona itiraz ettim.
"O günün Kürtler'i siyaseten de doğru hareket ettiler" dedim. "Bak şimdi Avrupa'nın Hristiyanları Avrupa Birliği adı altında tek devlet olma yolundalar. Hedefleri ortak bayrak, tek para birimi, ortak parlamento, Avrupa Konseyi adlı ortak bakanlar kurulu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diye ortak bir üst mahkeme, üst yargı.. Bizde ise milliyetçilik olmasını, hatta mikro milliyetçiliklerle daha fazla bölünüp parçalanmamızı istiyorlar."
Konuştuklarımız kelime kelimesine böyle değildiyse de ana fikir bunlardı.
Yol arkadaşım itiraz etmedi.
Fakat ikna olmamıştı.
*
İmdi, milliyetçilik Kürt'te kötü, Türk'te iyi olamaz.
Kürtler, Çaldıran'da 10 bin kişiyle Yavuz Sultan Selim'in yanında yer aldılar.
Yeniçeri Ocağı Bektaşî olduğu, Rumeli akıncıları da Alevîliğe temayül gösterdikleri için Yavuz en çok Kürtler'e güveniyordu.
Çaldıran'a geldiklerinde Şah (Şıh/Şeyh) İsmail'in ordusunun aksine çok yorgun oldukları halde, beklemeleri durumunda ordusundan karşı tarafa geçenler olabilir diye Yavuz savaşı hemen başlattı.
Kürtler, Osmanlı egemenliğini ulemadan İdris-i Bitlisî'nin tavassutuyla kendiliklerinden savaşsız kabul etmişlerdi.
O güne kadar Osmanlı'nın doğuda esamesi okunmuyordu. Elbistan ve civarı bile Dulkadiroğulları'nın elindeydi.
Osmanlı, Tanzimat'a kadar doğudaki sosyal yapıya dokunmadı. Mesela Evliya Çelebi, Van Valisi (bir dönem sadrazam olan) Melek Ahmet Paşa'nın Bitlis Hanı ile olan savaşını anlatır.
Evet, Bitlis'te bir "han", Osmanlı'ya bağlı olarak hüküm sürüyordu.
Çelebi'ye göre, teyzesinin oğlu olan Paşa, Bitlis Hanı'na zulmetmiş, haksızlık yapmıştı.
*
Devlet Bahçeli, MHP'nin bugünkü (26 Aralık 2023) TBMM grup toplantısında esip gürlemiş, mangalda kül bırakmamış.
Sözlerinde bazı önemli doğrular varsa da bazıları da resmen saçmalık.
Bahçeli kafası ile devlet yönetilemez. Batar.
İyimser bir yaklaşımla, devletin topluma karşı "iyi polis - kötü polis" oyununda kötü polis rolünü üstlenerek iyi polisin hedefine kolayca ulaşmasını sağlamak istediği düşünülebilir, fakat kullandığı dil tehlikeli.
Siz kurusıkı tabancayla karşınızdakini korkutmak isteyebilir, blöf yapabilirsiniz, fakat karşınızdaki bunu gerçek zannedip sizi kurşun yağmuruna tutabilir.
*
İmdi, Selanikli Mustafa Kemal'in İstiklal Harbi sırasında Erzurum ve Sivas Kongrelerinde millete verdiği bütün sözleri sonradan ayaklarının altına aldığı biliniyor.
Millet egemenliğinden bahsediyordu fakat yaptığı aslında milleti hiçe saymaktı.
Şeyh Said'in Selanikli'ye karşı ayaklandığı, isyan ettiği doğrudur. Millete verilen sözlerin tutulmasını istiyordu.
Kürtlük ya da Kürtçülük için hareket etmiyordu.
Arkasında İngilizler de yoktu.
İngilizler'le asıl anlaşan (bu blogdaki diğer yazılarda ortaya koyduğumuz gibi) Selanikli'nin ta kendisiydi.
Şeyh Said İngiltere Kralı'nı Diyarbakır'da ağırlayıp, o karşısında ayak ayak üstüne atıp burnundan kıl aldırmaz havalarda otururken bir yanaşma edasıyla ona şirinlik yapmadı.
Bunu yapan Selanikli'ydi.
Belge mi istiyorsunuz?..
Fotoğraflar ortada..
Beden dili uzmanlarına o fotoğrafların analizini yaptırın bakalım ne diyorlar..
*
Sonra, sen İngiliz'le anlaşınca iyi, başkası anlaşınca kötü olamaz.
Sen milliyetçilik yapınca iyi, başkası yapınca kötü, bu da olamaz.
Kürtler'e milliyetçiliği bu devlet öğretti..
Atatürk ilkelerinden birisi ne?.. Milliyetçilik.. İşte adamlar Selanikli Mustafa'dan bunu öğrendiler, Kürt milliyetçiliği yapmaya başladılar.
Unutmayın, ısırgan otları da, güller lâleler de aynı topraktan bitiyor, aynı suyla sulanıyor.
Tarlaya ısırgan otu tohumu ekecek fakat buğday hasat etmeyi umacaksın, böyle bir dünya yok.
Bu "devlet idaresi" tarlasına milliyetçilik tohumu ekersen Türk milliyetçiliğinin yanı sıra Kürt milliyetçiliği de boy verir.
Tutup Şeyh Said'i aşağılamak, bütün Kürtler'i PKK saflarına itmek demektir.
Akıllı bir adam düşman saflarını kalabalıklaştıracak şekilde konuşmaz.
Kürtler'le Boşnakları, Arnavutları vs. de aynı kefeye koymamak gerekir.. Kürtler, bu coğrafyaya sonradan gelmediler.. Dedelerinin yurdu burası.
Bu insanların dilini ve kimliğini aşağılamaya kimsenin hakkı yok.
*
Şeyh Said ayrı bir devlet kurmak için isyan etmemişti, Hükümet'le "rejim" konusunda pazarlık yapmak istiyordu. Laikleşen Kürtler ve onların sözcüsü PKK ise ayrı devlet istiyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Şeyh Said'in istediği türden bazı adımları atmış, Tek Parti diktası yanlışlarının önemli bir bölümünden vazgeçmiş olduğunu söylemek varken onu aşağılamanın kime ne faydası olabilir diye sormak gerekir.
Faydası PKK'ya olur.
Varsa bir yiğitliğin, PKK'nın arkasındaki ABD'ye, Fransa'ya, Almanya'ya laf sokuştur.
Bahçeli gibi konuşmalarında "haddi aşan" kişiler, kırdıkları potlarla PKK'nın ekmeğine yağ sürdüklerini görmüyorlar mı?
Tamam sen böylesi tehditlerle içerideki "silahsız"ları korkutabilirsin, fakat, dışarıdaki silahlıların, içerideki silahsızlara, "İşte görüyorsunuz, biz olmasak size daha neler neler söylerler" demelerini de sağlıyorsun.
Nitekim, "Bizim silahlı mücadelemiz olmasaydı bugün Türkiye'de hâlâ Kürt yoktu, dağ Türkleri vardı. Biz olmasaydık bugün de kazara Kürtçe bir şarkı söyleyen, Türkiye'yi bölmek isteyen bir hain kabul ediliyor olacaktı" diyorlar.
Demiyorlar mı?!
*
Bahçeli'yi konuşturan "derin"ler yanlış yapıyorlar.
Bu derinlerde bir numara olsaydı zamanında elemanları Apo'ya PKK'yı kurdurup da milletin başına bela etmezlerdi.
Yine, bunlarda bir numara olsaydı, Fethullah'ın önünü açıp Fethullahçı Takiyye Örgütü'nü kurdurarak yüz binlerce Anadolu gencinin dolaylı yoldan yabancı istihbarat servislerinin hammadde kaynağı haline gelmesine yol açmazlardı.
PKK ve FETÖ gibi "yerli, yerel" örgütlenmeleri yabancı istihbarat servisleri sıfırdan oluşturamazlar.
Onlar ancak, yerli-milli akılsızların kurdukları taşeron örgütlerden gelişip palazlananları yarı yolda satın alır, "liderlik" düzeyinde devreye girip dümene geçerler.
*
Son olarak..
Bahçeli büyük konuşmak yerine büyük lokma yemeyi tercih etmeli..
Sen ki daha dokuz sene önce CHP ile birlikte cumhurbaşkanı adayı (Ekmeleddin İhsanoğlu) çıkarmışsın.
Erdoğan'a akla hayale gelmedik hakaretleri sıralamışsın.
17-25'e ayarlanmış duran saat odandaki baş köşeyi süslemiş.
Benim gibi Fethullahçılar'a 28 Şubat'tan beri tepki gösterenlerin aksine Fethullah hakkında olumlu laflar etmişsin.
28 Şubat'ta da (Muhsin Yazıcıoğlu'nun aksine) sende bir dürüstlük ve kahramanlık görülmemiş.
Arkasında ABD'nin ve İsrail'in yer aldığı bu projeye duruşunla destek vermişsin.
"Ürkeklere değil erkeklere oy verin" demişsin, fakat yaptığın ilk erkeklik, partindeki Antalya milletvekili başörtülünün başını açtırmak olmuş.
Sabıkan sayılıp dökülse bir ansiklopedi hacmini bulur.
Herkese parmak sallayıp had bildirmek sana kalmadı.
Tamam, sözlerin tümden boş ve yersiz değil, laflarını fazlasıyla hak edenler de var.
Fakat, vatanını milletini gerçekten seviyorsan, bu "millet"in Türk'ü, Kürd'ü, Çerkez'i vs. ile kardeş olarak yaşaması gerektiğine inanıyorsan Şeyh Said gibi zatları rahat bırak.
Ayrıca, devlet kurumunu bir eşkıya çetesinden ayıran temel özelliğin "hukuk" olduğunu öğren.
Mafyayla objektiflere poz vermekten hukuku da, kanunu da unutmuşsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder