Dr. Nurullah
Çakmaktaş “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği Tenkitler” başlıklı
makalesinde, Makdîsî’nin “ana akımcı”lara yönelttiği bazı eleştirilere yer
veriyor:
El-Makdîsî, kendilerinin takip ettiği söz konusu bu metodun
bazı kimselerce İslam davetinin maslahatına halel getirmesi ve fitneye sebep olması düşüncesiyle
eleştirilmesinden de yakınmaktadır. Ona göre; tevhidin hakiki anlamını gizlemek
ve insanlar için anlaşılması noktasında dinlerini daha çetrefilli hale getirmek
daha büyük bir fitnedir. Yine Müslüman için, İbrahim Milletini ikame etmekten, Allah’ın dinine dost olanları
dost ve tağutu da düşman olarak ilan
etmekten daha büyük bir maslahat bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu temel mesele
için Müslümanların sıkıntıya uğraması ve bunun için fedakârlıkta bulunması tabiîdir.
Zira kelime-i şehadetin ilk yarısı mucibince tüm tağutları aleni bir şekilde
inkâr etmek, tüm Müslümanlar üzerine vaciptir
(El-Makdîsî, 1988, 137; a.mlf, 1984, 23).
İslamî
hakikatlerin açıkça söylenmesini fitne
olarak gören fitneciler Türkiye’de de mevcut..
Mottoları
da şu: “Her söylediğin doğru olsun,
fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir.”
Doğru
bir söz, fakat bunu söyleyenlerin büyük çoğunluğu yanlış uyguluyorlar.
Bir
defa, takiyyeciliği meslek ve hatta
karakter ve yaşam tarzı haline getirdikleri için, “her söyledikleri doğru”
değil.
Yalan
söylüyorlar.. İşleri güçleri yalan söylemek; orda öyle, burda böyle konuşmak..
Daha
kötü olan ise şu: Bir süre sonra o söyledikleri yalanlar onların kesin ve
vazgeçilmez doğruları haline geliyor.
*
Misal: FETÖ’nün (Fethullahçı Tefessüh Örgütü) lideri Fethullah..
(“Düşene bir tekme de biz vurmayalım, ehl-dil [gönül ehli] diyemeyiz düşene vurana, ehl-i
dil düşene vurmak insaf değil” diyoruz, fakat, Erbakan’ın düştüğü sırada ona
tekme vurma kalleşliğini yapan Fethullah’la ilgili bazı gerçekleri de “hakkın
hatırı için” söylemek gerekiyor.)
28 Şubat
sürecinde, 16 Nisan 1997 günü Kanal D'de Yalçın Doğan'a
verdiği
röportajda Fethullah, Milli Güvenlik Kurumu’nun “anayasal” niteliğine vurguda bulunup darbeciler için şunları
söylemişti:
Mesela şimdi onlar da şöyle düşünüyorlarsa, “Biz burada milli
güvenlik, milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak ister gerçekten öyle olsun ister bizim
içtihatlarımıza göre, algılamalarımıza göre şu gelişmeler de rejim için şayet bir tehlike ise bizim
sorumluluğumuz altındadır bunlara müdahale etmek. Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz”
mülahazasıyla hareket ediliyorsa, meseleyi böyle algılıyorsa, bana göre onlar masumdurlar. Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. Hatta
fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap
kazandırır mülahazası.
Bir insanın
bu kadar yalanı bir arada söyleyebilmesi kolay değildir, “deccal” (çok yalancı) diye nitelendirilmeyi hak edecek kadar
pervasız olmalıdır.
Kur’an
ve Sünnet’i az buçuk bilen bir adamın böyle konuşabilmesi için ondaki tefessüh (bozulma, çürüme, kokuşma)
katsayısının kaç olması gerekir?
Bu
laflardaki hatalar bir değil, iki değil, üç değil..
Bir
defa, bu sözler, şirkin ve küfrün ta
kendisi..
Darbeciler
“tarih” önünde suçlu olurlarmış.. Tarih
önünde suçlu olmayacak şekilde hareket etmelilermiş..
Allahu Teala’nın önünde suçlu olmamanın
bir önemi yok.. Önemli olan “tarih” putu..
*
Fethullah’ın
“şu gelişmeler” dediği şey, dönemin
başbakanı Erbakan’ın icraatları..
Bunlar
neler?
Dışarıda,
D-8’ler ile küresel emperyalist
küfür düzeninin işine gelmeyen bir “İslam ülkeleri arası dayanışma” oluşturmaya
çalışması, içeride ise “havuz”
sistemi ile faizci sömürgen
asalakların çanına ot tıkaması..
Fakat
darbeci askerlerin (ve onları sahaya süren MİT’çilerin)
görünüşte rahatsız oldukları
gelişmeler şunlardı: Sincan’da Kudüs
Gecesi düzenlenerek Filistinliler’e destek verilmesi ve İsrail’in
lanetlenmesi, Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda Ali Rıza oğlu Selanikli Mustafa
gibi dans partisi düzenleyip milletin karısı ve kızıyla dans etmek yerine yaşlı
başlı alimlere iftar yaptırması,
yine Erbakan’ın darbeci kuvvet komutanlarıyla birlikte yemek yerken zamanın
Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın önüne “yerli
ve milli içki rakı” koydurmayarak Selanikli’nin
sünnetine aykırı hareket etmesi..
Bu
türden şeyler..
Hem
milletin karısı kızıyla dans etmiyor, hem rakı ikramında bulunmuyor, hem şişman
herkesten..
Vatansever
darbeciler, laik (siyasal dinsiz) rejimin bekçileri buna dayanabilirler mi?
ABD ve beynelmilel Masonluk teşkilatı bile Erbakan’a dayanamazken onların “dahil”deki “our boys”ları hiç dayanabilirler mi?
*
Fethullah’a
göre, bir defa mevcut Kemalist/Atatürkçü
ve de laik (siyasal dinsiz) rejimin korunması en büyük farz..
Ve de bu
“siyasal dinsiz” rejimin siyasal
nitelikteki dinsiz imansızlığını korumak için ne yapılsa caiz..
Bunu
yapanlar masum..
Hatta masum olmanın da ötesinde, içtihatlarında hata etmiş, “algılamaları”nda yanılmış bile olsalar, yine de “bir sevap” alıyorlar.
Bu,
masumiyetten fazla bir şey.. “Sevap
sayacı”nın fıldır fıldır döndüğü bir “ibadet”.
Siyasal
dinsiz rejim mabedinde “tarih” tanrısının önünde yapılan bir
ibadet.
*
Rejimi
bir tarafa bırakıp İslam açısından bakalım olaya.. Bu da “Helali haram, haramı helal yapmak” (Ki küfrün ta kendisidir) değilse, “Helali haram, haramı helal yapmak”
nasıl birşeydir?
Şurası
kesin: Fethullah (Ki çok zeki ve de ilmi olan bir adam) bu tür konuşmalarıyla küfre girdi.. Müşrikliğin daniskasını
sergiledi.
Onun bu
tür konuşmaları “Takiyye yapıyordu”
filan denilerek caiz gösterilemez.. İslam’da böyle bir takiyye yok.. Takiyyenin
bu kadarını takiyyeciliğin şampiyonu Şia
bile yapmıyor ve savunmuyor.
Bu
düpedüz hakkı batıl, batılı hak gösterme
deccalliği ve küfrü..
Evet,
Fethullah’ın yanında yöresinde olup da ilmi olanlar onun bu tefessüh ve
sapıtmasına ses çıkarmadıkları için onlar da resmen şirke ve küfre bulaştılar.
Tevbe
Suresi’nin 31’inci ayetinde belirtilen Yahudi
ve Hristiyanlar’ın hahamlarını ve rahiplerini rabler edinme sapıklığını
Fethullah için sergilediler.
Bu
ayetle ilgili olarak (eskiden hristiyan olan) Adiyy bin Hatem r. a. Peygamber
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e “Biz rahiplerimizi rab kabul etmezdik”
dediğinde Rasulullah s.a.s., “Onların
Kitab’a aykırı olsa bile helal dediğine helal, haram dediğine haram diyordunuz,
bu, onları rab edinmektir” anlamına gelen bir cevap vermiş bulunuyor.
FETÖ’cü
kitlenin durumu budur..
Eğer
tevbe etmezlerse dünyada çektikleri, ahirette yaşayacaklarının yanında bir
hiçtir.
Şayet Fethullahçılar samimi İslamcı/Şeriatçı (müteşerrî) olarak hareket etseler, şirkin her türlüsünden kaçınmayı şiar olarak benimseseler, laik (siyasal dinsiz) rejimin bekçilerine karşı hak ve hakikati (vebalden kurtulmak ve tebliğ vazifesini yerine getirmek için) açıkça söyleme yolunu seçselerdi, ve sırf o yaptıklarından dolayı bugün yaşadıklarını yaşıyor olsalardı, "dünyalarını ahiret için feda etmeyi" göze almış sadık, istikamet üzere ve muhlis insanlar olarak (tarih önünde değlise bile) Allahu Teala katında büyük sevaba ve mükâfata layık hale gelirlerdi.
Şimdi ise ellerine hüsrandan başka geçen birşey yok.
*
Evet,
Fethullah’ın burada önemsediği husus, laik (siyasal dinsiz) Kemalist rejimin selameti..
Rejimin
(bırakın değişmesini) tehlikede bile
olmaması gerekiyormuş.
Hatta,” gerçekten” tehlikede olmaması bile
önemli değilmiş.. Tehlikede olduğunun vehmedilmesi durumunda bile rejimin “anayasal”
bekçileri hemen, haklı haksız demeden,
rejimi tehlikeye düşürdüklerini zannettikleri
insanların tepesine çullanmalılarmış.. Çullanabilmelilermiş..
Diyelim
ki aslında rejim tehlikede değil.. Ne gam!.. Birilerinin hatalı içtihatlarıyla, algılamalarıyla öyle
olduğunu düşünmeleri, kendilerine her tür müdahale, baskı ve zorbalığı yapma
hakkını otomatikman kazandırıyormuş.. “Böyle
buyurdu anayasa tanrısı” diyerek onları “masum” kabul etmek gerekiyormuş.
Hatta
masum olma nerde, sevap bile
alıyorlarmış..
Rejim
tehlikede olmadığı halde tehlikede zannedip bu yüzden birilerinin ensesinde
boza pişirdiklerinde, onların başına pişmiş tavuğun başına gelmeyenleri
getirdiklerinde, sadece “bir sevap” alıyorlarmış.
Tehlike gerçek
olsa “iki sevap” alacaklarmış..
Hayır,
bunları İslam dünyasındaki “cihatçı”
(mücahit) topluluklar için
söylemiyor. Laik (siyasal dinsiz) Kemalist rejimin bekçileri için söylüyor.
Fethullah
o cihatçıları müslüman saymıyor ki onlara “hatalı
içtihat” nedeniyle “iki yerine bir sevap” versin..
Onları otomatikman tekfir edip Cehennem’e gönderiyor..
Gönderdi.
*
Şimdi aynı Fethullah, aynı FETÖ, 15 Temmuz’dan sonra yaşadıkları için feryad ü figan koparıyor.
Siz
kendinizle ilgili fetvayı 15 Temmuz
olayından 19 sene önce vermiştiniz.
Sizin
itikadınıza göre AK Parti iktidarı
sizinle ilgili tasarruflarında tümden masum
kabul edilme durumunda..
Eğer
sizinle ilgili içtihat ve algılamalarında yanılıyorlarsa
(masum olmanın yanı sıra) ayrıca bir de “bir
sevap” alıyorlar.
Yanılmıyorlarsa
“iki sevap” almaktalar.
Yani
ortada size yönelik bir zulüm mulüm yok.. Siz, onları zulüm yapmakla
suçladığınızda iftira atmış
oluyorsunuz.
Niye
ABD’de, Avrupa’da feryad ü figan koparıyorsunuz, anlamak mümkün değil..
Ne
yapsın AK Partililer, “tarih önünde”
suçlu duruma düşmeyi mi seçsinler?
Sizin
hakkınızdan gelmek suretiyle “masumiyet”i
garanti altına almak ve “bir ya da iki
savap” kazanmak varken suçlu mu
olsunlar?
*
Demek ki
keser döner sap dönermiş, bir gün gelir hesap dönermiş..
Demek ki
bıldır hurma yerken sonraki seneleri de düşünmek gerekiyormuş.
Demek ki
ne ekerseniz onu biçermişsiniz.
Ve bu
biçmenin bir de ölümden sonrası, ahireti var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder