Dr. Nurullah
Çakmaktaş, “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği
Tenkitler” (Akademik İncelemeler Dergisi, C. 16, S. 1, Nisan
2021) başlıklı makalesinde “demokrasi” konulu tartışmalar için
şunları diyor:
Dini radikal
düşüncenin bu süreçte İhvan özelinde ana akım İslami harekete din-siyaset
ilişkisi bağlamında yönelttiği en baskın tenkitlerin biri demokrasi meselesi
etrafında olmuştur. Ana akım İslami hareketin; cari politik sistem içinde var
olmaya çalışması, müesses nizamın koyduğu kurallar çerçevesinde siyasal
mücadelesini vermesi ve iktidara gelmek için mevcut araçları kullanmayı tercih
etmesi; İslamlaşma yöntemi olarak silahlı mücadeleyi ve şiddeti bir değişim ve
dönüşüm aracı olarak gören dini radikal düşüncenin ve bu düşünceyi benimseyen
grupların tepkisine neden olmuştur. Hâkim siyasal paradigma içinde de demokrasi
konusu eleştirilerin en çok odaklandığı mesele olmuştur.
Özellikle yetmişli
yıllardan sonra teo-politik radikal düşünce içinde önemli yere sahip pek çok
ideolog, demokrasiyi din dışı bir düşünce ve uygulama biçimi
olarak kabul etmiş ve onun İslamî akidenin temeli olan “tevhit” ilkesine
halel getirdiğini savunmuştur. Zira onlara göre demokrasi, çoğunluğun talep
ve iradesine göre hükümde bulunmayı kendine şiar edinmiş ve bu iradeyi
Allah’ın indirdiği hükümlerin önüne koymuştur. Öyle ki bu durum,
toplum iradesini Allah’a şirk koşmak anlamına gelmektedir.
Ayrıca demokrasi, insanlara yasama yetkisi vermek suretiyle beşeri
ilahlaştırmakta ve böylece yeni bir din ihdas etmektedir.
Dolayısıyla demokrasi bir küfür dini olarak İslam’ın karşısında kendisine
pozisyon açan müstakil bir din olarak addedilmiştir. Öyle ki
yasama yetkisi vermek suretiyle beşeri ilahlaştıran kimse demokrasi
dinine girmiş olur ki bunun anlamı bu kimsenin İslam dairesi dışına
çıkıp kâfir olmasıdır. İslam ve demokrasi tam anlamıyla
birbirlerinin karşıtıdırlar ve bir kimsenin aynı anda hem İslam’a ve hem de
demokrasiye insanları davet etmesi mümkün değildir (Ez-Zevâhirî, 2005, 31-36;
El-Makdîsî, ts., 11-13; Et-Tartûsî, 1999, 1-2; El-Lîbî, ts., 7-8; Eş-Şankîtî,
2011, 7-10).
Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor:
Dinî radikalizmin ya da radikal dinciliğin ideologları ve teorisyenleri diye
bilinen isimler öyle (Türkiye’deki AKP’li “eski İslamcı”lar gibi) sloganlarla
hareket eden, çelişkiler içinde bocalayan, bir dediği öbürünü tutmayan, dinî
duyarlılığı (Gazze meselesinde olduğu gibi) modaya göre şekillenen dünyadan habersiz boş beleş adamlar
değiller..
Demokrasi konusunda söyledikleri de
tamamen doğru.
Demokrasi için “din” derken de “din” kelimesinin Arapça’daki asıl anlamından hareket ederek konuşuyorlar.
(Bugün Türkiye’de milletin “din”den anladığı, Kur’an’da geçen “din” kavramıyla tam olarak örtüşmüyor. Batı’nın “religion”ı ile, yani Hristiyanlığın “din” tasavvuruyla örtüşüyor. “Din”in anlamını öğrenmek isteyenler TDV İsâm Ansiklopedisi’nin “Din” maddesini okuyabilirler.)
*
Demokrasiyi mutlak olarak
benimseyenlerin küfre düşecekleri kesindir.
Ancak, Türkiye’deki demokrasinin “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” anayasal ilkeler içermesi gibi, Kur’an ve
Sünnet’e bağlılığı, çıkarılan kanunların Şeriat’e aykırı olmamasını
“değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilkeler kabul eden bir
“demokratik” sistem anlayışını benimseyenler tekfir edilemezler.
Fakat, böylesi bir demokrasi anlayışına
sahip olanların esas itibariyle demokrat kabul
edilemeyecekleri, İslamcı (Şeriatçı) sayılacakları bir gerçektir. (Zaten tekfir
edilmemelerini sağlayan da bu Şeriatçılıklarıdır.)
Buna karşılık (Türkiye’de bazılarının
yaptığı gibi) “Din devletinin, Şeriatçılığın devri geçmiştir.. Biz
muhafazakâr demokratız” diyenler kesin olarak küfre düşerler.
Bu sözlerinden tevbe etmedikçe kendilerini küfürden kurtaramazlar.
Bir taraftan da müslüman olduklarını
söylemeleri (Müslümanlar’ı aldatmaya çalışmıyorlarsa) kendilerini aldatmaktan
başka birşey değildir.
*
Çakmaktaş’ın sözlerinin devamı şöyle:
Diğer taraftan bu
kimseler nezdinde demokrasi, Batı menşeli bir tecrübenin ürünü olarak görülmüş
olması onun reddinin gerekçesi olarak da sunulmuştur. Öyle ki bu kimselere
göre; Batı’nın papalık ve ruhbanlık tarihi tecrübesi içinde bir anlam ifade
eden demokrasi kavramı, İslam toplumu için aynı anlamı ifade etmemektedir.
Ayrıca batının demokrasiyi İslam dünyasına ihraç çabaları, ona hâkim
olma araçlarından bir tanesidir. Zira Batı ilk olarak doğrudan sömürge yoluyla,
daha sonra diktatörleri kullanarak dolaylı sömürge yoluyla ve
son olarak da demokrasi yoluyla İslam dünyasına hâkim olmaya çalışmış ve
çalışmaya devam etmektedir. Öyle ki Batı; demokrasi ihraç ederken
onu İslam kültürünün bir alternatifi olarak inşa etmeye
çalışmakta, bu modeli Müslüman topraklara dikta etmekte ve böylece demokrasinin
oluşturduğu seküler atmosferi kullanarak Müslüman toplumun yozlaşmasını
hedeflemektedir (Eş-Şankîtî, 2011, 19-21).
Bu ifadeler tamamen doğru.
Üstelik, özellikle Türkiye gibi
ülkelerde demokrasi, “mutlak” bir demokrasi de değildir.
Laiklikle (siyasal dinsizlikle) kayıtlı ve şartlı (mukayyed) bir
demokrasidir.
Yani halkın yüzde 100’ü bile Şeriat
istese, (teorik olarak) böyle bir ülkeye Şeriat demokrasi yoluyla gelemez.
Çünkü bu, “laik demokrasi”nin yıkılması anlamına gelmektedir.
Yani halka önce laliklik (siyasal
dinsizlik, siyaset alanında dinsiz olma) dayatılıyor, bu konuda onlara söz
hakkı (irade) tanınmıyor, siyasal dinsizliğe iman etmeleri ve bu dinsizlik
dininin “kâfir”leri olmamaları kaydıyla bir söz hakkı (irade beyanı hakkı)
lütfedilip tanınıyor.
Siyasal dinsizlik sahası içinde top
oynamak serbest.. Siyasal dinsizlik sahasının dışına çıkarsan top elinden
alınıyor, başına laiklik sopasını yiyorsun.
*
Çakmaktaş’ı dinlemeye devam edelim:
El-Makdîsî’ye göre
demokrasi, tamamen halkın iradesini yansıtan masum bir sistem olmayıp batılı
fikir ve ideolojilere yaslanan “tağutî” rejimlerin kontrolü altındadır.
Öyle ki ona göre şayet toplumun iradesi ve talepleri, söz konusu rejimlerin
çıkarları ile çatışma içine girerse bu durumda o irade demokratik bir
hak olarak kabul görmeyecektir. Mesela çoğunluğun talebi şeriat
kanunlarının tatbiki yönünde olsa bile demokratik özgürlük, söz konusu talebi
karşılama esnekliğini gösteremeyecektir (El-Makdîsî, ts., 13-15). Teo-politik
radikal düşüncenin etkili isimlerinden Ebû Yahya El-Lîbî de demokrasi alanını,
sınırlarını müesses nizamların belirlediği bir tiyatro sahnesine ve bir oyuna benzetmektedir
(El-Lîbî, ts., 4-5).
Bu sözlere eklenecek birşey yok..
Türkiye gibi ülkelerdeki demokrasinin (mutlak olmaması,
laiklikle kayıtlı olması itibariyle) bir tiyatro oyunundan
ibaret olduğu kesindir.
Buna karşılık, “Şeriatçı bir
demokrasi” de aslında “gerçek” demokrasi zaviyesinden yine bir tiyatro
oyunu olmaktan öteye gitmeyecektir.
Ancak, “Şeriatçı bir demokrasiyi”
savunanlar kendileriyle çelişmiş olmazlar, çünkü asıl davaları (davetleri,
çağrıları) demokrasinin tecellisi (millet iradesinin, yani halkın taleplerinin;
çoğunluğun tercihi esas alınarak siyasete hakim olması) değildir.
Laiklerin savunduğu demokrasi ise,
gerçekte kendi kendisini yalanlayan bir davadır..
Millet iradesi dolandırıcılığıdır.
Dolayısıyla demokrasi için sadece
tiyatro oyunu demek yeterli olmaz.. Demokrasi aslında “ulusal
dolandırıcılık” ideolojisidir.
Halk egemenliği kalpazanlığıdır.
*
Çakmaktaş’ı okumaya devam edeceğiz
inşallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder