Hüseyin Likoğlu, Yeni
Şafak gazetesinin son
genel yayın yönetmeni..
İbrahim Karagül’ün halefi..
Bugünkü (2 Eylül 2023) azısının başlığı
şöyle: “FETÖ, FETÖ’den ibaret değildir”.
Hay maşallah, nihayet bunu anlamayı
başarmışlar.
*
Şöyle diyor:
“FETÖ’nün yargı ve
emniyetteki mensupları, yasa dışı dinlemeler, kumpaslar ve montajlarla
biriktirdiği dosyaları, milli iradeye müdahale için kullanmaya kalkıştılar. Bu
uğurda suç ortaklıkları, iş ortaklıkları, hısımlık, nüfuz avcılığı yaparak,
amaca ulaşmaya çalıştılar. …”
Evet, FETÖ’nün “milli iradeye müdahale”
etmeye kalkıştığını biliyoruz.
17-25 Aralık böyle birşeydi.
Amaç sadece adaletin
sağlanması olsaydı mesele yoktu.. Fakat asıl maksat siyaseti (ABD’nin istediği
doğrultuda) dizayndı.
O süreçte dört tane bakan gitti.. Evet,
bakan.. Ve iktidar, bu bakanlarının arkasında durmadı, duramadı..
Bunu da not etmek gerekiyor.
*
Burada önümüze iki soru çıkıyor.
Birincisi şu: FETÖ’ye izafe edilen bu
faaliyet biçimleri sadece ona mı özgü?..
Açık söyleyelim: MİT de
böyle çalışıyor mu, çalışmıyor mu?..
Hatta MİT, başta FETÖ olmak üzere hemen
her cemaat, tarikat, vakıf, dernek, parti pırtı içindeki adamları vasıtasıyla,
bazen fatura onlara çıkacak şekilde faaliyet gösteriyor mu,
göstermiyor mu?
FETÖ’nün yargı ve emniyette mensupları
vardı da, MİT’in bu kurumlarla bağlantısı yok muydu?
Yok mu?
Hangi devlet kurumu MİT’çilerden
gelen ricaları geri çevirebilir? (Mesela MİT’çi Yılmaz Tekin
anılarında müftüleri bile nasıl ziyaret ettiğini ve nasıl işbirliği
yaptıklarını anlatıyor. Gerisini siz düşünün.)
MİT’in nasıl çalıştığına
gelince.. TRT’nin Teşkilat dizisi önemli ipuçları
veriyor. Mesela, fedakâr MİT’çimiz Ömer, düşmanın yanına sızabilmek için adamın
kızına yaklaşıyor, onu baştan çıkarıyor. MİT’çi Zehra’nın neyi eksik, o da
bazı kişileri tuzağa çekmek için “karşı cins”liğini kullanıyor.
Daha neler neler..
MİT’çilerin böyle çalıştığını söyleyen ben
değilim.. Devletin televizyonu..
İkinci sorumuza geçelim: FETÖ’ye
Likoğlu’nun anlattığı şekilde çalışma aklını, ilk ortaya çıktığı yıllarda
MİT’çiler vermiş olabilir mi?
*
Devam ediyor Likoğlu:
"Fetullahçı Terör Örgütü,
özünde uluslararası istihbarat örgütlerinin bir aparatıdır. Onun
için bu örgüt, küresel istihbaratı çok güçlü olan ülkeler tarafından korunuyor.
Bazı İskandinav ülkeleri tarafından himaye edilmesi de o ülkelerin küresel
örgütlerin üssü olmalarından kaynaklanıyor. Söz konusu ülkelerin aynı zamanda
emperyalist devletlerin uyduları olduğunu unutmayalım."
FETÖ’nün uluslararası istihbarat örgütlerinin
bir aparatı haline gelmiş olduğu doğru.
Fakat, şu soruyu kendimize sormadan
edemiyoruz: FETÖ, başlangıçta yerli-milli ulusal bir istihbarat teşkilatının
aparatı mıydı, değil miydi?
Böylesi yapıları yabancı istihbarat
örgütleri aparat olarak kullanıyor da, MİT kullanmıyor mu?
Aparatları haline gelmeyen yapılar için
benimsemiş oldukları slogan şu olabilir mi: "Ya aparatımız olacaklar, ya
da yok edilecekler!"
Soru şu: Yerli-milliler "aparatları FETÖ"yü
fazla destekleyip devasa bir örgüt haline getirince uluslararası istihbarat
örgütleri “Bizim Türkiye topraklarında sıfırdan böyle bir yapı meydana
getirmemiz mümkün değil, fakat o yapıyı, lideri vasıtasıyla devşirmemiz çocuk
oyuncağı" demiş olabilirler mi?
1999 yılında Apo’yu MİT’e
verirken Fethullah’ı “tam” kontrolleri altına girecek şekilde Pensilvanya’ya
buyur etmiş olabilirler mi?
Bu süreçte MİT ayakta uyumuş, uyutulmuş
olabilir mi?
*
Şunu biliyoruz:
O günlerde MİT’çilerin daha 'önemli' işleri
vardı.
FETÖ ile bir sorunları yoktu.. Dertleri
Siyasal İslam ileydi.. Şeriatçılarlaydı..
Erbakan'ın başında bulunduğu yasal hükümet
ile idi.
Şeriatçılara (ve hükümete) karşı yabancı istihbarat örgütleri ile birlikte hareket ediyorlardı.
CIA ve MOSSAD müttefikleriydi.
Onlarla işbirliği içindeydiler.
Bunların terörist diye damgaladıkları bazı müslümanları mesela CIA’e verdikleri de medyada yazılıp çizildi.
Çağdaş ve uygar yabancı müttefikleri, 28
Şubat’ta laiklik (siyasal dinsizlik) şövalyesi MİT’çileri ve “vatansever” subayları tepe tepe kullandılar.
Sonra da çöpe attılar.. Son kullanım tarihleri gelmişti.
Ve bunların ayakları suya erdi.. Büyük
kazık yediklerini anladılar.
*
Likoğlu’nun sözlerine dönelim:
“En güçlü ortaklık, suç
ortaklığıdır. FETÖ bu konuda çok mahirdir. Geçmişte yargı, emniyet ve
istihbaratta çok güçlü oldukları dönemde çok kuvvetli bir suç ortaklığı ağı
oluşturdular. Mesela bir mafyanın suçunu tespit ettikleri zaman gereğini
yapmak yerine mafyayı kendilerine hizmetçi yaptılar. Bir bürokratın görevi
kötüye kullanmasını fark ettilerse, gereğini yapmak yerine o bürokratı
kendilerine köle yaptılar. İşadamlarının ihaleye fesat
karıştırarak iş almasını sağladılar, kendilerine mahkûm ettiler. Nüfuzlu
kişilere kadrolu fahişelerini gönderdiler, gizli görüntü
çektiler, bu kişileri kendilerine bağımlı hale getirdiler.”
Bu anlatılanlar aslında dinden diyanetten
bahseden, “hizmet” edebiyatı ile insanların gönüllerini kazanmaya çalışan bir
hareketin değil, istihbarat teşkilatlarının çalışma yöntemi.
Günümüzün çağdaş, uygar, vatansever,
işbilir, profesyonel, laik (siyasal dinsiz), “duygusallıktan uzak” istihbarat servisleri tam da
bunları yapıyor, ağlarını böyle kuruyorlar.
Bu işleri öyle ustaca yaparlar ki, fatura
genellikle kendilerinin değil, sızdıkları ve kullandıkları
yapıların (cemaat, tarikat, mafya çetesi, parti, dernek, vakıf vs.) hesabına
yazılır.
Özellikle dinî grupların liderleri (ya da
o liderlerin en yakınları, en güvendikleri kişiler, oğulları, kardeşleri, kadîm
dostları ve dava arkadaşları vs.) bu tür yöntemlerle “kontrol” altına alınır.
İstihbarat örgütleri bunlara “suç”
işleme imkânı ve fırsatı verirler, bunun zeminini hazırlarlar,
şayet bunlar ticaretle meşgulseler ihaleye fesat karıştırarak iş almalarını sağlarlar,
kadrolu fahişelerini (fahişe olarak değil, irşad olmak isteyen
tesettürlü din kardeşi olarak) gönderirler (İşin sonunun nereye varacağı
bellidir. Kaset çekilir, kasalara kilitlenir, mürşidimiz, abimiz, şeyhimiz, hocamız,
namuslu dindar lider olarak "İslam'a hizmet"e devam eder).
Sonrası, “klasik son”..
Mürşidimiz, hocamız, abimiz yerli-milli,
vatansever, devletçi, devletine sadık, milli mücadelenin Mustafa Kemal gibi
kahramanlarını da minnet ve şükranla yâd eden (en azından
aleyhlerinde konuşmayan) “gönül ehli”, elinden ve dilinden kimsenin incinmediği
bir muhabbet fedaisi, sevgi pınarı haline gelir.
Tek derdi "milli birlik ve
beraberliğimizi dinamitleyen, fitne çıkaran aşırılar" olur.
*
Evet, dediğim gibi, bu anlatılanlar
aslında dinden diyanetten bahseden, “hizmet” edebiyatı ile insanların
gönüllerini kazanmaya çalışan bir hareketin değil, istihbarat
teşkilatlarının çalışma yöntemi.
Bunu da Hüseyin Likoğlu’ndan öğrenmiş
olduğumu varsayabilirsiniz.
Çünkü sözlerinin devamı şöyle:
“Örnekler sıralamakla
bitirilemez. Bunu yıllardır yapıyorlar. Bu yöntem uluslararası istihbaratı
güçlü olan ülkelerin yöntemidir. ABD’li milyarder, sözde işadamı Jeffrey
Epstein ne ise, Fetullah Gülen de o dur.”
“Bu yöntem(ler) uluslararası istihbaratı
güçlü olan ülkelerin yöntemidir”miş..
Son zamanlarda birileri MİT’in artık
uluslararası çapta güçlü bir istihbarat teşkilatı haline gelmiş olduğunu
söylerken bunu anlatmaya çalışıyor olabilirler mi?
Bana kalırsa MİT'çiler (damarlarındaki laik kandan aldıkları kudretle), bu yöntemleri zaten uygulamaktaydılar,
hatta bu konuda müttefikleri uluslararası istihbarat teşkilatlarına ders
verebilecek hale gelmişlerdi..
Yalnız bu yöntemleri (diğer uluslararası
çapta güçlü istihbarat teşkilatlarının aksine) daha çok kendi vatandaşları
üzerinde uyguluyorlardı.
*
Likoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Fetullahçı Terör Örgütü
bilinenin ötesinde bir örgüttür ve ABD’deki elebaşı Gülen’in kurduğu bir örgüt
de değildir. Bu topraklarda çok daha eski yıllarda kurulmuş bütün örgütlerin
son çatısıdır.”
Gülen kurmadıysa kim kurdu?
Bunu da söyleseydi iyi olurdu.
Likoğlu’nun sözlerinin devamı, bir
istihbaratçının kaleminden çıkmış gibi görünüyor:
“FETÖ gerçekten biterse
bilin ki yerine bir örgüt ikame edilmiştir. Zaten son zamanlarda bu yönde
emareler görülmeye başlandı. FETÖ’cü olmayan ama FETÖ’vari yöntemler kullanan
bazı gruplar türedi. Eğer, ‘bu gruplar FETÖ’nün işlevini yerine getirir’
kanaati oluşursa işte o zaman FETÖ biter. Bir bakmışsınız bu zamana kadar
Fetullahçı alçakları himaye eden devletler, bir bir bunlardan kurtulmaya
çalışır. Dolayısıyla sadece FETÖ ile değil, yerine ikame edilmek istenen
yapılarla da kesintisiz mücadele edilmeli.”
*
Bu sözler yanlış değil, doğru..
Sorun şurada: Bu tür doğru tespitler,
yanlış maksatlar için vasıta haline getirilebiliyor, istismar edilebiliyor.
Hz. Ali k. v.’nun tabiriyle, hak söz ile
batıl kastedilebiliyor.
Böyle konuşan birinin bunları gerçekten
samimi, dürüst ve iyi niyetli bir şekilde mi söylediğini, yoksa (aparat haline
gelmeyi kabul etmeyen) birilerini “Sen de gelecekte bir FETÖ olabilirsin, sende
o potansiyel var” diyerek ezmek için bahane mi üretilmeye çalışıldığını
kestirmek zor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder