Rasulullah Efendimiz s.a.s., Tebük Seferi'nden döndüklerinde şöyle
buyurmuştu:
"Küçük cihattan büyük cihada geldiniz."
*
Mevlana, Mesnevî'de bir savaşçı dervişin (ya da
derviş savaşçının, alp erenin) halet-i ruhiyesini, yaşadığı iç çatışmasını
şöyle anlatır:
Ayyazî dedi ki: Tam doksan kere belki yaralanırım diye,
Zırhsız savaşa girdim, okların önüne gittim, belki birisi gelir saplanır dedim.
Fakat boğaza, yahut can alacak bir yere ok isabeti, devlet sahibi bir şehitten başkasına nasip olmuyor.
Vücudumda yaralanmadık bir tek yer yok. Bedenim, oktan kalbur gibi delikdeşik oldu.
Fakat bu (şehitlik) ne yiğitlik, ne de zekâ işi. Baht işi bu.
Bir türlü can alacak bir yerime ok isabet etmedi.
Şehitliğin kısmet olmadığını anlayınca halvete gittim, çileye girdim.
Kendimi "büyük savaş"a attım, riyazata, zayıflamaya koyuldum.
Halvetteyken kulağıma gazilerin savaşa giderken çaldıkları davul sesleri geldi.
Sabah çağıydı, can kulağımla duydum, nefsim, içimden seslendi:
"Kalk, savaş zamanı geldi, yürü! Kendini savaşa at!"
Dedim ki: "Ey vefasız habîs nefis, savaşa meyletme nerde, sen nerdesin?
Ey nefis, doğru söyle, bu hilebazlık, nedir? Yoksa şehvete düşkün nefis, ibadete yanaşmaz bile.
Doğru söylemezsen üstüne saldırır, seni riyazatla adamakıllı sıkar, sıkıştırırım."
O anda nefsim, içimden seslendi, dilsiz, ağızsız, fasih bir surette söz söylemekteydi:
"Beni her gün burada öldürüp duruyorsun. Canıma, kâfirlere yapılan eziyetleri yapıyorsun.
Kimsenin halimden haberi yok.. Sen, beni uykusuz, yemeksiz öldürüp durmadasın.
Bari savaşta bir yarayla şu bedenden kurtulurum da halk da erliğimi, fedakârlığımı görür."
Dedim ki: "A nefisceğiz, hem münafık olarak yaşamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?
İki âlemde de müraî imişsin, iki âlemde de hiçbir şeye yaramazmışsın meğer.
Bu beden sağ oldukça halvetten çıkmamaya nezrettim."
Çünkü bu beden, halvette ne yaparsa kadına, erkeğe görünmek için yapmaz.
Halvetteki hareketi de ancak Tanrı içindir, huzuru ve sükunu da. Orada niyetinde başka bir şey bulunamaz.
Bu büyük savaştır, o küçük savaş. Her ikisi de Haydar'la (Hz. Ali ile) Rüstem'in harcıdır.
Öyle bir farenin kıpırdamasiyle (korkup) uçup gidecek akıl sahibinin harcı değil!
O çeşit adama karılar gibi savaştan, kılıçtan uzak durmak gerek.
O da sofî, bu da.. Yazık o sofîye! O, bir iğneyle (korkusundan) ölmede, bu kılıçlara karşı durmada.
Sureti (görüntüsü) sofîdir ama canı (özü) yok. Bu çeşit sofîler öbür sofîlerin de adını kötüye çıkarır.
*
Evet, büyük savaş, küçük savaştan daha zordur.
Koşunun heyecanı ve cazibesiyle, birilerini geçme arzusuyla, ödül umuduyla, tribünlerin alkışlarıyla koşmaktan daha zor olan, koşu bittikten sonra da koşan, kimsenin yerinden kıpırdamadığı zaman da koşmaya devam eden adam olabilmektir.
"Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız" diyebilmek...
Yuhalandığın zaman bile durmamak, gevşememek, sarsılmamak..
Derin duyarsızlık, sessizlik ve yalnızlığın sisli ormanında keskin ve soğuk rüzgâra karşı koşabilmek..
Sağanak yağmurlara, diz boyu çamurlara aldırmamak..
Yolundan dönmemek..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
*
İşte Afganistan'ın mücahidleri şimdi bu küçük cihad sonrası zorlu
imtihanı yaşıyor.
Bütün koşulardan sonraki koşudalar..
Onlar, cihad ettiler ve Batı'ya diz çöktürdüler.
Herkesin yapamadığı, suret (şekil, görüntü) sofîlerinin hayal etmekten ve dile
getirmekten bile korktukları uzun ve yorucu savaşların ağır imtihanlarından
tökezlemeden geçtiler.
Allah yolunda (fî sebîlillah) cihad ettiler. Öldüler,
öldürüldüler.. Ölümün üzerine koşa koşa gittiler..
*
Ve şimdi önlerinde yeni bir imtihan var: Allah'ın hükümlerini
(Şeriat'i) mi uygulayacaklar, yoksa "Zamandır, zemindir, şartlardır
şurtlardır, insanların rızası ve hoşnutluğudur" diyerek Şeriat'ten taviz
mi verecekler?
Direnecekler mi, yoksa, kendi nefislerinin ve etraflarındaki gâvur
işbirlikçisi ya da ajanı kişilerin nefislerinin dizginlenemez heva ve hevesleri
karşısında teslim bayrağını mı çekecekler?
Afganistan küçük cihaddan büyük cihada, kolay savaştan zor savaşa
gelmiş durumda..
Bu imtihan daha çetin.
Bütün savaşlardan daha zor.
*
Mepanews.com'daki haber şöyle:
Afganistan Yüksek Öğretim Bakanı Mevlevi Nida Muhammed Nedim açıklamalarda bulundu.
Mevlevi Nedim, ülke genelinde tesettür zorunluluğunun uygulanması kararını destekleyerek bunun İslami bir zorunluluk olduğunu belirtti.
Afganistan'daki İslam Emirliği yönetimine yönelik eleştirilere cevap veren Mevlevi Nedim, "Biz hepimiz Müslümanız. Bizim için en önemli şey Allah'ın dinidir. Şayet İslam Emirliği kalkınma gibi meseleleri asıl maksat olarak belirlemiş olsaydı zaten en baştan savaşa gerek olmazdı. Usame'yi onlara teslim eder ve kadınlara (onların istedikleri türden) özgürlük verirdik." ifadelerini kullandı.
Mevlevi Nedim, tesettür zorunluluğunun Allah'ın emri olduğunu belirterek, "Bize yaptırım da uygulasalar, atom bombası da atsalar, savaş da açsalar, başka planlar da yapsalar, bizler yine de dinimizin hükümlerini tatbik etmeye mecburuz. Bu yüzden, bu konuda kimsenin talebini dinleyemez ve bunun sebep olacağı sorunlardan endişe duyamayız." şeklinde konuştu.
*
İşte adam diye ben böyle
konuşana derim.
Laikliğin (siyasal
dinsizliğin) hükümferma
olduğu ülkemize gelince, tarihselci modernist soytarılar ile onlarla aynı
dilden konuşan sözde tasavvufçu özde batınî irfan edebiyatçılarının sırf
Şeriat'ı değersizleştirmek için ahlâk da ahlâk diye riyakârlık
destanı yazdıklarını görüyoruz.
Bu ahlâksız ahlâkçı
tipler, güzel ahlâkın en temel ilkelerinin şu üç fazîlet
olduğunu unutuyorlar: Sıdk (doğruluk), ahde vefa (Allahu
Teala'ya ve kullara verilen sözlerde durmak, vaadinden dönmemek), emanete
riayet (sorumluluklarını yerine getirmek, insanların güvenini istismar
etmemek, nimetleri kötüye kullanmamak).
Tersinden söylersek,
ahlâksızlığın temelinde şu üç haslet yer alır: Yalancılık, sözünden
dönmek, emanete hiyanet.
Bunlar, münafığın alâmetleridir.
*
Taliban, "İslam
için savaşıyoruz, bu topraklarda Şeriat (Allahu Teala'nın hükümleri) yürürlükte
olacaktır" dedi.
Halka bunu vaadetti.
"Demokrasi
getireceğiz, feministlerin önünü açacağız, Allah'ın dediği değil insanların
çoğunluğunun dediği olacaktır" demediler.
Dediklerinin arkasında
duruyor, popülizme, halk dalkavukluğuna, demagogluğa, "siyaset icabı"
safsatasına prim vermiyorlar.
Neyi vaad ettilerse onu
yapmaya çalışıyorlar.
Sözlerinden dönmüyorlar.
Halkın dinî duygularını
istismar için savaşta (Allah yolunda cihadın sonucu olan) şehitlikten ve
Cennet'ten söz edip de sonra barışta çark ederek laik (siyasal dinsiz) düzenden,
dinler arasında tarafsız olmaktan bahis açmıyorlar.
Döneklik yapmıyorlar.
Halkın kendilerine olan
güvenini boşa çıkarmıyor, emanete hiyanet etmiyorlar.
Batılıların ellerine
tutuşturdukları reçeteleri "güncellenmiş İslam" diye yutturma
hokkabazlığına yeltenmiyorlar.
*
Öyle anlaşılıyor ki,
Türkiye'deki ahlâksız ahlâkçılar, İslamcılık karşıtı sözde dindarlar,
Taliban'ın Atatürk'ü örnek almasını istiyorlar.
Kendileri örnek alıyor,
hatta "Atatürk'ün izinde olan biziz" filan diyorlar ya,
Taliban'dan bekledikleri de böyle birşey..
Atatürk, baştan itibaren
"Müslümanların halifesini, Osmanlı Devleti'ni kurtaracağız, İslam'ı
koruyacağız" vs. diyerek takiyye yaptı yalan söyledi.
(Daha kibar tabirle algı operasyonu yaptı.)
Sözler verdi, TBMM'nin ilk
açılışında olduğu gibi vaadlerde bulundu, Padişah'ı kurtarmak dışında bir
gayesinin bulunmadığına dair yeminler etti.
Millet onun bu vaatlerine
güvendi, ona birtakım yetkileri emaneten devretti.
Afganistan ve Hindistan
müslümanları bile bu "İslam mücahidi"ne inanıp servet
gönderdiler.
Öyle konuştu, durumu öyle
idare etti ki, başarısız olsaydı, Osmanlı Devleti devam etseydi, kimse ona
"Sen bizi kandırdın, ihanet ettin, devletin altını oydun"
diyemeyecek, hesap soramayacaktı. Diyelim ki bir iki kişi "Başka planları
vardı" dedi, o takdirde "Ben onları ikna etmek, kullanmak için taktik
icabı öyle konuştum" diyebilecekti.
Ne zaman ki zafer
kazanıldı, karizma binasının sıvası badanası tamamlandı, ipleri tamamen eline
geçirdi, işte o zaman gerçek düşüncelerini ortaya koydu.
Alışmış kudurmuştan
beterdir hesabı Atatürk'e alışmış olan yerli-millîler,
Afganistan'dan da aynı şeyi bekliyorlar.
Görünen o.
*
İmdi, burası,
başörtülülerin daha dün okulların kapısından kovulmakta olduğu bir ülke..
Üstelik, demokratik,
sosyal bir hukuk devleti olma iddiasındaydı.
Vatandaşlarına eşitlik vaat
ediyordu.
Ayrıca, "Başını
açmayan kız öğrenciler okullara alınmasın" hükmünün yer aldığı bir "demokrasi
kutsal kitabı" da mevcut değildi. Çiğnemekle günaha girecekleri
bir "başı açıklık" ayetleri yoktu.
Çünkü demokrasinin esası,
akıllarına eseni, gönüllerinden geçeni yapabilmeleriydi.
Buna rağmen, "Kızlar
da okusun, fakat başlarını açmaları şarttır, açmıyorlarsa evlerinde
otursunlar" diyebildiler.
Taliban da tam tersini diyor: "Kızlar da okusun, fakat
tesettürlü.. Ve de İslam'ın şart koştuğu edep ve erkân dairesi içinde.."
Fakat arada şöyle bir fark
daha var:
Demokratlar yalan söylüyor,
fırsat bulduklarında vaatlerini tutmuyorlar. Çifte standart uyguluyorlar.
Taliban ise neyi vaat
etmişse onu yapıyor.
*
Birileri dinî doğruları "sahte Bektaşî" usulü yarım yamalak anlatarak istismar etmeyi de ihmal
etmiyorlar: Efendim ilim kadın erkek herkese farz, beşikten mezara kadar ilim..
Bir, kadın ve erkek herkese
farz-ı ayn olan ilimler var, bir de farz-ı kifaye olan
ilimler.
Ayrıca, beşikten mezara
kadar ilim öğrenme emri, kadınların Afganistan'da İslamî tesettüre riayet etmemesini
gerektirmiyor.
İslam'ın bir emri, diğer
emrini iptal için istismar edilemez.
Genç kızın tesettürü farz-ı
ayn, bazı okullarda okuması ise olsa olsa farz-ı kifayedir. Madem ilmi bu kadar
önemsiyorsun, ilminin gereğini yap ve başını ört, Allah'a
itaat et..
Allah'a itaat etmiyorsan, o
zaman sanki Allah emrettiği için ilim öğrenmek istiyormuşsun gibi görünerek
numara yapma, dini istismar etme, riyakârlık ve münafıklık
yapma!
Üstelik, farz-ı ayn olan
ilimleri öğrenmek için üniversiteye gitmek de şart değildir.
*
İmdi siz, kadın erkek
eşitliği var diye, mesela futbol takımlarında erkeklerle beraber
kadınlara da yer veriyor musunuz?!
"Spor kadın erkek
herkese lazım, kadınların oynatılmaması insanî değil" diyor musunuz?!
Bir futbolcunun takımının
forması yerine rastgele bir kıyafetle sahaya çıkmasına razı oluyor
musunuz?!
Bu engellendiğinde
"Böylesi kararlar sporun ruhuna aykırı" diyerek ortalığı
velveleye veriyor musunuz?!
Uluslararası spor
müsabakalarında sporcuların millî forma yerine herhangi bir kıyafetle çıkmasına
müsaade ediliyor mu?
İzin verilmediğinde
"Sporcuların spor hakkı engellenemez, büyük haksızlık, çağdışılık"
filan diyerek yaygara koparıyor musunuz?!
Yahut "Niye sadece
erkek erkeğe güreşiliyor, erkekle kadın da güreşebilsin, kadınların
neyi eksik?! Lütfen kadın erkek eşitliğine saygı gösterelim, bu yaptığınız insanî değil" diyerek
güreşçilere akıl veriyor, insanlık öğretiyor musunuz?!
*
"Tamam, kadın erkek
eşit de, her işin bir raconu var, bu işin kuralı böyle.. Ayrıcana kadın başka,
erkek başka" diyorsunuz, değil mi?
İslam, sizin futbolunuzdan
ya da güreşinizden daha az kuralcı ve daha az ciddî değildir.
Dahası..
"Vatanseverlik
herkesin hakkıdır" diye söze başlayıp "Kızlar da erkeklerle birlikte askere
gitsin, aynı koğuşlarda yatıp kalksınlar, vatan sevgisini birlikte
yudumlasınlar, onlar da nöbet tutsunlar. Kızların askerlikten mahrum bırakılmaları insanî değil" demek aklınıza gelmiyor.
Demek ki, kadın erkek
eşitliğinin gerektiğinde birtakım sınırlamalara tabi tutulabildiğini, daha doğrusu kadının yaratılışı/doğası gereği buna mecbur kalındığını siz de
biliyorsunuz.
Edebiyat, retorik ve söylem yumurtaları, yaşamsal gerçekler kayalığının sivri taşlarına tosladığında paramparça oluyor.
*
Bunlar bu kafayla
giderlerse yarın şöyle şeyler de diyebilirler:
"Camilerde niye sadece
erkekler imamlık yapıyor? Kadın da pekâlâ yapabilir. Namaz kadın erkek herkese
farz değil mi?!.. Sonra niye kadınlar en arkada ayrı saf tutmak zorunda
olsunlar ki, kadın erkek karışık saf tutulabilsin.. Çünkü ibadet kadın erkek
herkese farz.. Kadınlar da toplumun bir parçası, onların da sosyalleşmeye
ihtiyacı var. Sonuçta beşikten mezara kadar değilse de büluğdan mezara kadar
iki kesim de ibadet etmek zorunda.. Camide niye kadınlara ikinci sınıf insan
muamelesi yapılıyor?.. Beraber omuz omuza saf tutsunlar.. Kadınlar da imamlık
yapsınlar, müezzin olup ezan okusunlar.. Bu kadın-erkek ayrımcılığı, camilerde erkek egemenliğine izin
verilmesi İslam'ın ruhuna aykırı.. Ayrıca insanî de değil. Güzel sesli bir kadın imamın, bir imam hanımefendinin namazdan sonra camide aşr-ı şerif okumasına, kadınlara özgü sevecenlik ve şefkatle vaaz edip insanları irşad etmesine izin verilmemesi ne İslamîdir, ne de insanî.. Bunu reddediyoruz."
Yarın bunu da diyebilirler. Bu kafadan herşey beklenir.. Hafazanallah!
*
Laik başkan Erdoğan adına
konuşmasıyla tanınan İbrahim Kalın hocaefendi hazretleri Taliban'a İslam dersi
vermiş..
Şöyle bir açıklama yapmış:
"Taliban yönetimi Afganistan'da kız öğrencilerin üniversiteye girişini yasaklayan bir karar almış. İslam'ın ruhuna aykırı bir karar. Bu yasağın dinde yeri yok."
Dışişleri Bakanı Mevlüt durur mu, o da insanlık dersi vermiş:
"Bu yasak gerçekten İslami de değil, insani de değil. Dolayısıyla böyle bir yasağı biz reddediyoruz, doğru bulmuyoruz."
İslam'ın ruhunu İbrahim biliyor,
Taliban bilmiyor.. İbrahim'in sözlerinin altında yatan mantık bu.
Tahsil için ta Amerikalara gitmiş, saz ve söz sanatlarını Arif Sağ
gibi ustalardan meşk etmiş İbrahim, İslam'ın ruhunu Amerikalılar'a da öğretmiş
olacak ki, ABD de Taliban'a tepki gösterdi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price şöyle konuştu:
"Eğitim, uluslararası düzeyde tanınan bir insan hakkıdır ve Afganistan'ın ekonomik büyümesi ve istikrarı için esastır. Bu kabul edilemez duruşun Taliban için önemli sonuçları olacak.”
Görüldüğü gibi, İslam'ın ruhu için ızdırap çeken, yüreği sızlayan sadece laik (siyasal dinsiz) Kemalist Türkiye Cumhuriyeti'nin bürokratı İbrahim değil.
Haçlılar da (Haç'a inananlar da) İslam'ın ruhunu kurtarmak için
ayağa kalkıyor, feryat koparıyorlar.
Yahudisi, Hrastiyanı, Budisti, ineğe tapanı, ateşe tapanı, ateisti, Satanisti, laiki (siyasal dinsizi) ile bütün dünya İslam'ın ruhu kurtulsun diye omuz omuza veriyor, onulmaz acılar çekiyor, o ruha bir tek Taliban saygı duymuyor.
Bir tek o duyarsız.
İbrahim'in mesajından anlaşılan bu.
*
Esasa gelirsek.. Herkesi kendileri gibi cahil zanneden birileri Taliban'ı hafife alıyorlar.
Her sakallıyı deden, her gördüğün sarıklıyı da senin köyündekiler
gibi (altmışında tevbe edip tarikata giren, sarık saran) cahil sofu zannetme!..
Taliban hareketi, esas itibariyle medrese talebelerinin (hocalarıyla
beraber gerçekleştirdikleri) bir hurucun sonucuydu.
Onların okudukları medreseler, Türkiye'deki, rejimin elinden yakasını
kurtarmak için köşe bucak saklanan, laikliğin müsaadesini alabilmek için kırk takla atıp kılıktan
kılığa giren, imkânsızlıklar (ve istikbal vaadetmemesi) yüzünden eksik gedik
öğretim yapan medresemsi yapılar gibi değildir.
Onların medreselerinde icazet alan bir adam fıkıh usulünü iyi
öğrenir. Dinde neyin delil olacağını, neyin olmayacağını gayet iyi bilir, İslamî olan ile olmayanı ayıracak formasyonu kazanır.
Ayrıca Kelam'ı da iyi öğrenirler, bu yüzden, epistemoloji (bilgi
felsefesi) ve felsefenin temel konuları hakkında yeterli bilgileri, söyleyecek sözleri vardır.
Özgüvenleri tamdır, iflas edip son durak postmodernizm bataklığında
çırpınan Batı düşüncesi karşısında aşağılık kompleksine kapılmazlar.
Türkiye gibi ülkelerdeki Batı hayranı sözde eleştirel düşünce
sahibi, özde ise taklitçi modernist tarihselci soytarıların
aksine, onlar, Batılı'dan duydukları lafları kendi ilmî müktesebatları
çerçevesinde eleştiriye tabi tutar ve sorgularlar.
İslam'ın ruhunu iyi kavradıkları için kalkınma putuna ibadet eden dünyaperestler olmaktan uzak durmayı önemserler. Batı'nın teknolojisine ne hayranlık duyarlar ne de onu reddederler (Ki bu red de aslında hayranlıktan kaynaklanan bir marazî ruh halidir).
Batılıların yaldızlı ve parlak laflarının, göz kamaştırıcı
safsatalarının büyüsünden etkilenmez, onların üzerindeki makyajı, yaldızı ve
boyayı süpürüp atar, gerideki kokuşmuş leşi gözler önüne sererler.
Türkiye'nin ilahiyatlarındaki pırasasörler, (istisnalar bir tarafa bırakılırsa) onların medreselerinden icazet (diploma) alabilecek yeterliliğe sahip değildir.
Bunlar genelde yarım yamalak bir yüksek lisans yapar, hocalarının keyfine
göre bir doktora tezi hazırlarlar, sonra da sıkça işin ucunu bırakır, memur
zihniyetiyle ders anlatırlar. Doğru dürüst bildikleri tek konu, hakkında doktora tezi
yazdıkları mevzu olarak kalır, ki o doktora tezlerinin önemli bir bölümü de
aslında hem kalitesizdir hem de konusu (Pırasasör İbrahim Lavaş'ınki gibi) kıytırık ve lüzumsuzdur, filanların dedikodusu kabilindendir.
Beğenmediğiniz Taliban'ın medreselerinden icazet almak, Türkiye'de
pırasasör ya da pırasaför olmaya benzemez.
Onlar böyle tuz ruhu makamından üretilip üfürülmüş "İslam'ın ruhu"
filan türünden yaldızlı laflardan etkilenecek adamlar değillerdir.
Senin ilahiyatlarındaki prof. unvanlı, laik (siyasal dinsiz) rejimin kapıkulu durumundaki pırasasörlere benzemezler.
*
İbrahim Kalın ve Mevlüt Çavuşoğlu açıklama yaptığında bu, onların kişisel açıklaması
olarak anlaşılmaz.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etme durumundalar.
Yaptıkları şey, uluslararası teamüllere aykırı.. Başka bir ülkenin
içişlerine ne diye karışıyorsun?
Sonra siz, Taliban gibi mücahid ve ilim ehli bir topluluğa "İslam'ın
ruhu" ve İslamîlik dersi verecek en son kişilersiniz..
Onlar, nezaket gereği size, "Gidip Atatürk'ün
mozolesinde saygı duruşu yapmanız, milletinizin onun ilke ve inkılaplarına
bağlılık yemini etmek zorunda bırakılmasına itiraz etmediğiniz gibi bunu en başta sizin büyük bir huşu ve vecd içinde yapmanız İslam'ın ruhu ile ne kadar
bağdaşıyor, laikliğin (siyasal dinsizliğin) mollaları?" diye sormayabilirler, fakat sizin bunu akıl etmeniz gerekir.
"Oturduğu ahır sekisi, söylediği İstanbul türküsü"
diye sizi tefe koyabileceklerini hesaba katmalısınız.
Laik (siyasal dinsiz) bir devletin kendi haline bakıp utanması ve
İslam'ın ruhu ve İslamîlik edebiyatından uzak durması gerekir.
"Bizim müslümanlığımız Şeriatçı Arap müslümanlığı değil, laik (siyasal dinsiz) Türk müslümanlığı, Afganistan'daki uygulama laik (siyasal dinsiz) Türk müslümanlığının ruhuna aykırı" denilseydi anlardım.
*
Taliban doğru yoldadır,
Allahu Teala istikametten ayırmasın!
Onların bugünkü cihadı, ve dünyaya verdikleri ders, dünkünden daha az değerli değildir.
Daha büyüktür.
Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın
Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer
Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere
Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı
Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin
Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin
Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı.
Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden
Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası
Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden rüzgar
Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el.
karma eğitimin zararları
YanıtlaSil👇
http://www.nurnet.org/karma-egitimin-zararlaribilimsel-arastirma