Türkiye'deki mücadele, zannedilenin aksine İslamcılar ile
Atatürkçüler arasında yaşanmıyor.
Mücadele Kamalistler ile Kemalist(leştirilmiş)ler arasında.
Kamalistler, Atatürk döneminin (asr-ı saadetlerinin) geri
gelmesini istiyorlar.
Ezan Türkçe okunsun, dinî eğitim ve öğretim yasaklansın, Said-i
Nursî'nin kitaplarını okumak ve bulundurmak suç olsun, İslam Şeriati'ne sabah
akşam hakaret edilebilsin, şapka giymeyenlere değilse bile şapkanın
kutsallığına laf söyleyenlere dokunulsun, İskilipli Atıf Hoca zihniyetindeki
insanlar idam edilmeseler bile hapsedilsin istiyorlar.
Kemalist(leştirilmiş)ler ise şöyle diyorlar: "Atatürk'ün yedikçe yiyesin gelen, bağımlılık yapan laikliği çok tatlı birşeymiş, bizi Şeriat'in perhizinden kurtarmış, bunu anladık, artık laiklikten geri dönüş
yok, fakat dedemizden babamızdan gördüğümüz İslamî adet ve gelenekler de devam
etsin. İsteyen örtünsün, isteyen örtünmesin, çıplaklık da saygıyı hak ediyor. İsteyen (laiklikle uğraşmamak, ülkeye Şeriat getirmek için
teşkilatlanmamak, örgütlenmemek, İslam'da güncellemeye razı olmak, TSE damgalı yerli-milli olmak şartıyla) İslamcı olabilsin. İsteyen de
dinsiz imansız, ateist, Şeriat düşmanı olsun. Şeytan'a tapan da Şeytan'a tapsın, devlet bunu da güvence altına alsın."
Kavga gürültü bu iki kesim arasında.
Kamalistler İslam'a tümden karşıyken, Kemalist(leştirilmiş)ler İslam'ın "otantik"liğinden rahatsızlar. "Bir kısmını değiştirelim, zamana (modern çağa) ve zemine (Atatürk Türkiyesi'ne) uyduralım"
havasında güncelleme türküsü çığırıyorlar.
*
İslam’ı
güncelleme meraklıları neden düzen/rejim söz konusu olduğunda hallerinden
memnunlar?
Dinde
reform olsun, çağa (çağdaş heva ve hevese, çağdaş arzulara) uydurulsun; fakat
rejimde reform olmasa da olur! Bu havadalar.
Allahu
Teala’nın Kur’an’da yer alan hükümlerinin "Tarihseldir (Son kullanma tarihi geçmiştir)" etiketiyle bir tarafa
atılmasını isteyebiliyorlar, kendilerine göre bir son kullanma tarihi belirleyebiliyorlar, fakat Atatürk gibi putlaştırılan
şahısların koydukları kuralların "tarih üstülüğü"ne bir itirazları yok.
“Atatürk ilke ve inkılaplarıymış… Yemişim sizin ilkenizi de inkılabınızı da” diyen bir güncellemeci ya da reformiste hiç rastladınız mı?!
Bunların Atatürk’ü, Atatürkçülüğü, laikliği sorguladığını hiç gördünüz mü?!
*
Bir
anayasaya “ebediyen değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez”
maddeler yazmak, kendini haşa tanrı kabul etmektir.
Sen
kimsin ki gelecek kuşakların kaderine bile hükmetmeye çalışıyorsun? Tanrı
mısın?!
Gelecek
kuşakların iradesini hiçe sayarak onlar hakkında kendi iradenle nasıl böyle
karar alabiliyorsun?
Şunu
desen anlarız: "Allahu Teala'nın iradesi, emirleri söz konusu olduğunda
bizim de, bizden sonra geleceklerin de iradesinin hükmü yoktur. Bize göre Allahu Teala'nın emirleri
'değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez' niteliktedir. Bunu
kendiliğimizden söylemiyoruz."
Böyle
demiyorsun, "Biz temel esaslar konusunda böyle irade ettik, ne Allah'ın iradesinin ne de bizden önceki kuşakların iradesinin bizim için bağlayıcılığı var! Fakat bizden sonra gelecek olanların iradesinin de (aklının da) hükmü yoktur, biz ne diyorsak o. Gelecek kuşaklar ancak ayrıntı kabilinden meselelerde kendi akıllarını kullanarak hüküm verebilirler" diyerek tanrılık taslıyorsun.
Sonra
da utanmadan demokrasiden, “fikri hür, vicdanı hür” olmaktan,
akıldan bilimden, ilerlemeden gelişmeden, millet iradesinden, milletin
hakimiyetinden bahsediyorsun.
Peki buna karşı tarihselci soytarılardan bir inilti, bir fısıltı, bir vızıltı olsun duyuluyor mu?!
*
Bu tarihselci soytarılar “Ne demek değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi
edilemez dayatması! .. Böyle saçmalık olur mu!.. Bunların doğruluğu tartışılır, doğru bile olsalar tarihseldir,
tarihte kalmıştır, eskimiştir, değil geleceğe, bugüne bile hitap etmemektedir.
Bu köhne anlayışa karşıyız” diye niye aslanlar gibi kükremiyorlar?
Niye
Atatürkçülerin karşısında narkoz yemiş gibi baygınlar?
Niye
Kamalistlerin önünde süt dökmüş kedi gibi süküm püklümler?
Bunlar neye inanıyorlar?.. Allahu Teala’nın gelecek zamanları
bilemeyeceğine, dolayısıyla Kıyamet’e kadar geçerliliği olan hükümler
koyamayacağına, fakat Atatürk'ün laik mirasçısı ya da "halife"lerinin geleceği de bilebileceğine,
ve buna göre “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükümler
koyabileceklerine mi?!
Bunlara
göre, laik efendileri yanılmaz, Allahu Teala ise yanılabilir mi?
Neye
inanıyor bu tarihselci soytarılar?
Kime
tapıyorlar?
*
Bu soytarılar, mesela şu heryerde milletin karşısına çıkan Atatürkçü
yemin konusunda niye hiç konuşmuyorlar?
Bir
defa, bir insan Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmeden
bazı vatandaşlık haklarından yararlanamıyorsa, orada insanlar “fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür” değil demektir.
Orada
fikir ve inanç hürriyeti bulunmuyor demektir.
Faklı
düşüncelerin önü kapatılıyor, insanlara belirli düşünceler dayatılıyor
demektir.
İnsan
aklına bir dogmalar dizisi ile sınır çiziliyor demektir.
Bu
durumda insanları akla ve ilme değil, belirli bir şahsı putlaştırmaya
çağırıyorsunuzdur.
*
“Hayatta
en hakiki mürşit ilimdir” diyorsanız, insanlardan ilme riayet hususunda yemin
etmelerini beklemeniz makul karşılanabilir de, belirli bir şahsı adeta
“yanılmaz tanrı” yaparak herkesi onun ilke ve devrimlerine bağlı kalmaya
zorlamanız insan onuruna, insan aklına, insanlık şeref ve haysiyetine savaş
açmaktır.
Ve
maalesef bu ülkede bu yapılmıştır, yapılmaktadır.
Ve
tarihselci soytarılardan buna karşı inilti kabilinden olsun bir itiraz sesi
çıkmamaktadır.
Oysa,
azmanlaşmış egolarına bakılırsa onlardan aslan gibi kükremeleri beklenir.
*
Diyelim ki şimdi burası bir İslam devleti, Şeriat’le yönetiliyoruz, ve vatandaşlara şu deniliyor:
“Başka dinden olmakta serbestsin, fakat devlet memuru,
milletvekili, cumhurbaşkanı vs. olabilmen için önce şu yemini edeceksin: ‘Allahu
Teala’nın Kur’an’da bildirilen ilkelerine ve Hz. Muhammed s.a.s.’in
gerçekleştirdiği inkılaplara bağlı kalacağıma…’ Böyle yemin etmezsen
resmî görev alamazsın.”
Adam
böyle bir yemin ettiğinde zaten artık müslüman olmuş demektir.
Müslümanca
yaşayacak demektir.
Böyle
bir durumda o adama (zaten müslüman değilse) din ve vicdan hürriyeti tanımamış
olursunuz.
İşte,
ülkemizdeki laik Kemalist yönetim, bu şekilde, Müslümanlara (müslümanlığını
önemseyen müslümanlara) din ve vicdan hürriyeti tanımamaktadır.
Türkiye’deki
illüzyonist rejim, millet iradesi masalı etrafında oynanan bir tiyatrodan
ibarettir.
İslam
böylesi illüzyonlara başvurmaz, dürüst hareket eder. Sahte özgürlük ve eşitlik
iddiasında bulunmaz. Açık, dürüst ve şeffaftır.
*
Türkiye’deki rejim esas itibariyle bir tür teokrasidir.
Çünkü
İslam’daki Allahu Teala’ya ait tanrısal konum, bu rejimde Atatürk’e verilmiştir.
Atatürk,
yani Ali Rıza ile Zübeyde’nin oğlu Selanikli Mustafa, bir tür yanılmaz, kendisine
itiraz edilemez tanrı yapılmıştır.
Durum
bundan ibarettir.
Daha
korkunç olan ise, herkes tarafından bilinen bu gerçeğin yok denecek kadar az
kişi tarafından dile getirilmesi ve sorgulanması, “Tarzan görüntülü kralın ancak üstün zekâlı seçkinlerin görebildiği muhteşem elbisesine övgü”
tiyatrosunda figüranlık yapmaya kiminin çıkarı gereği, kimisinin de korku
belasına razı olmasıdır.
*
Eğer
bir yemin edilecekse, bu, ancak her inanç sahibinin kabul edebileceği şekilde
genel nitelikte olmalıdır.
Mesela, ilme,
hakka, hukuka, gerçeğe bağlı kalmak gibi..
Yemin,
demokrasiye vs. bağlı kalmaya da olamaz. Çünkü çoğunluktan yana değil, haktan
yana olmak önemlidir.
Namus,
şeref vs. üzerine yemin etmek de İslam’a göre caiz olmadığı gibi, fiilen de bir
anlam ifade etmez.
Adam
zaten namus diye bir değere inanmıyorsa, mesela “Dini ve namusu olanlar
kazanamazlar, aç kalmaya mahkumdurlar. Din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz”
diyorsa, onun namus üzerine yaptığı yeminin ne kıymeti vardır?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder