Bir dost, Sedat Peker, Muhammed Yakut, Cevheri Güven ve Ali Yeşildağ gibi
isimlerin iddiaları hakkında “Çoğu
iftira” dedi.
“Kelebek etkisi”yle Türkiye’nin Ortadoğu politikasında önemli
değişikliklere yol açan Sedat Peker fırtınası erken başlayıp bitmişti.
Muhammed Yakut ile Ali Yeşildağ ise, son seçim öncesinde infilak eden bomba
düzenekleriydi.
İddiaları Türk medyasına yansımadığı, yansımasına müsaade edilmediği için ulaşabildikleri kesimler zaten öteden beri Erdoğan karşıtı çizgide olanlardı.
Dolayısıyla yayınladıkları videoların kamuoyu üzerinde fazla bir etkisinin olması ve seçmen
tercihlerini değiştirmesi beklenemezdi.
*
Seçim öncesinde bu adamların iddialarıyla birlikte Cevheri Güven’in kimi
videolarını da izledim.
Biri Prof. Cevat Akşit’in savunma sanayii alanında görev yapan (Amerika’da
tahsil görmüş) mühendis oğluyla ilgiliydi.
Cevheri, Cevat Akşit’in, hiç ilgisi yokken, Erenköy Cemaati’nden olduğunu söylüyordu. Ayrıca
bazen Cevat Hoca’nın ismini de yanlış telaffuz ediyordu (Cavit mi ne, öyle bir
şey diyordu).
Bu bana şunu düşündürdü: Cevat Hoca’yı tanıdığım için Cevheri’nin
yanlışlarını hemen anlayabiliyorum, o halde yabancı olduğum konularda da böyle
(kasıtlı veya kasıtsız) hataları olabilir, ve ben bunu fark edemeyebilirim.
Ancak, Cevheri gibi tiplerin hatalarını görenlerin (benim şimdi burada
Cevat Akşit konusunda yaptığım gibi) hatalarını ortaya dökmeleri ve yanlış
iddiaları hakkında kamuoyunu aydınlatmaları gerekir.
Biz onun Almanya’daki evini değil, iddialarının içyüzünü merak ediyoruz.
Aynı şey benzer isimler için de geçerli.
*
Özellikle istihbarat örgütleri yani gizli servisler adına çalışan gazeteci,
aktivist vs. taifesi, okurlarının ya da izleyicilerinin saflığını ve iyi niyetini
istismar eder, doğruların arasına yalanları ve iftiraları ekleyerek “algı
operasyonu” yaparlar.
Türkiye’de sorun şurada: Sadece yukarıda isimlerini andığım türden “muhalif”
şahıs ya da çevreler değil, “yerli milli” kabul edilen odaklar da çok rahat
yalan söylüyor, milleti aldatıyorlar.
Bu noktada milli olma iddiasıyla ortaya çıkanlarla “gayri milliler” arasında bir fark yok.
Misal: “Nuh’un kelekleri” modunda yayın yapan, MİT iltisaklı olduğu öne sürülen Odatv..
Genel dindar kitleyi aşağılamak, psikolojik baskı altına almak için
adi, bayağı, iğrenç ve çirkef her yöntemi kullanıyor.
Diyelim ki sakallı şalvarlı biri bir suç işledi, hemen onu mercek altına
alıyor, büyütüp şişiriyor, devasa bir ülke meselesi haline getiriyor, ve de bu suçu sakallı ve şalvarlı olmanın bir uzantısıymış gibi gösteriyor, sakal ve şalvarı adeta potansiyel suç aletleriymiş gibi sunuyor..
Fakat başka kesimler için şu türden haberler yapmıyor: “Atatürkçü falan şu
suçu işledi, filan laik şöyle bir dolandırıcılık yaptı, Atatürk ilke ve
inkılaplarının sıkı takipçisi feşmekan şu ahlâksızlığı sergiledi…”
O zaman suç "şahsîleşiyor", ideolojiden, dünya görüşünden, yaşam tarzından, kılık kıyafetten, saç sakal mevzularından vs. bağımsız hale geliyor.
*
Evet, Odatv tipi yayın organları bu tür “Müslümanları aşağılayan” yayınlar yaparak “iktidar muhalifi” kesimlere kendilerini kabul ettiriyor, sonra da onlar nezdindeki kredilerini “Tamam iktidara karşıyız da, emperyalistlerin oyununa da gelmemeli, şu şu noktalarda iktidara destek olmalıyız” türünden yayınlar yapıyorlar.
Buradaki ahlâksızlık, affı asla mümkün olmayan cinayet şu:
Laik (siyasal
dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “ulusal çıkarları” için İslam tabiri
caizse paspas yapılıyor.
Bu yolun sonu felâkettir.
“Hak sillesinin sedası yoktur, bir vurdu mu devası yoktur.”
Bu silleyi Osmanlı’nın son on yılının “ilerici-vatansever” İttihatçı beyinsizleri
tattılar.
Onların son kalıntılarının defterini de, hırslı bir adam diyerek önünü kestikleri yoldaşları Mustafa
Kemal dürdü, İttihatçı sergerdelerin cinayet, suikast, komitacılık ve darbecilik potansiyelini gayet iyi bildiği için hiç acımadan köklerini kazıdı.
Allahu Teala, Mustafa Kemal'i o ilerici-vatanseverlere de, bu beyinsizlerin yarım yamalak "dindarlık" gösterilerine aldanan dindarlara da musallat etti.
Günümüzün yerli-milli, "İttihatçıların Teşkilat-ı Mahsusa’sının geleneğini
izleyip onların beyinsizliklerini allayıp pullayan" sivri zekâları, akıllarını başlarına
almalıdırlar.
“Ulusal çıkar” işret sofraları için İslam’ı meze yapmaktan vazgeçmezlerse
korkarım Osmanlı’nın son dönemindeki gibi bir fırtına daha yaşanır, o İttihatçı
beyinsizlerin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hangi enkazın molozuna başlarını
vuracaklarını bilemeyişleri gibi perişan olurlar.
Unutmasınlar: "Hak sillesinin sedası yoktur..."
*
Erdoğanizm'in savunucuları (yandaş
medya) bu noktada çifte standart sergiliyor, MİT iltisaklı olduğu ileri sürülen
maneviyat katilleri karşısında gereken tepkiyi vermiyorlar.
Bunun yanı sıra,
yukarıda ismini saydığımız isimlerin yaptıkları türden “algı operasyonları"na aşkla şevkle alet
oldukları, alet olmayı vatana millete hizmet saydıkları biliniyor.
Bir misal..
2015 yılının Şubat ayının sonlarında,
yandaş gazeteler Sümeyye’ye suikast haberiyle
yeri göğü inletmişlerdi..
Yine bir seçim dönemiydi..
7 Haziran’da seçim olacaktı..
Seçime üç - üç buçuk ay kadar bir zaman
kalmıştı.
Yandaş gazeteler Sümeyye’ye suikast
haberiyle ortalığı velveleye verdiler..
Habere göre, “Emre Uslu’nun yönettiği @fuatavni_f hesabından CHP’li
Umut Oran’la kan donduran yazışmalar ortaya çıktı. Kayıtlara göre,
seçimlere yakın Fethullah Gülen’in ‘icaplarına bakın’ talimatıyla,
Sümeyye Erdoğan’a suikast düzenlenecekti. Kiralık katilin İstanbul’a
geldiği de yazışmalarda yer almıştı”.
Yandaş medyanın "algı operasyoncuları"ndan alıp ortaladığı topu sürmeye başlayan Erdoğan, 21 Şubat 2015 tarihinde
yaptığı kahramanca konuşmada şöyle demişti:
"Dün gazetelerde
görmüşsünüzdür. Tehditler alıyoruz diye. Ailece tehditler aldığımızı
söylemiştim. Ben ailem hepsi. Şimdi şeyler dökülmeye başladı. Kızımla
ilgili, şahsımla ilgili tehditler ortaya çıktı. Biz bu yola çıktığımızda bir
şey söyledik. Kefenimizi giyerek yola çıktık."
Ancak, Umut Oran söz konusu haberleri yapan
gazetelere ayrı ayrı tazminat davası açmış, mesela Akşam gazetesi asılsız ve iftira içerikli yayınları nedeniyle 6 bin TL manevi tazminat ödemeye mahkum
edilmişti. Star ise 10 bin TL.
Çünkü suikast haberi düzmeceydi..
*
Erdoğan kefenini
giyerek yola çıkmışmış da… Ailece tehdit alıyormuş
da.. Şehadete inanıyormuş da…
Sen laikliğe Şeriat'in şehadetinden daha fazla
inandığını Mısır ve Tunus‘a gidip “Şeriat’e karşı laiklik” çağrısı yaparak ispatlamıştın..
Hadi Türkiye’de “Efendim, Türkiye’nin şartları malum; laikliği savunmazsak darbe olur,
şu olur bu olur, üstelik kefenimiz hazır değil, şehadet için de şimdi çok erken, daha karpuz keseceğiz“ diyerek
zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkıyorsunuz..
Peki Mısır ve Tunus’taki bu
laikçiliğiniz neyin nesiydi?
*
Sonra, sen ailece tehdit alsan ne olur,
almasan ne olur..
Koskoca bir devlet ve polisi, istihbaratı senin güvenliğin
için çalışıyor.
Mesela bir devlet binasında senin de
katıldığın bir toplantı oluyor, orada çalışan memurlar tam üç ayrı noktada
aranarak işlerine başlayabiliyorlar.
Durumun bu..
Yediğin içtiğin kontrol altında.. Zehirlenmeyesin diye..
Sürdüğün hayat neredeyse Osmanlı padişahlarınınkinden bile daha güvenli, daha muhteşem ve görkemli.
Bir de, bu mazisi faili meçhullerle dolu ülkede sırf devletçilik dinine iman etmediği, vatan putunu yaldızlamadığı için nerede ne yaşayacağını
bilemeden meçhule doğru yürüyen Allah’ın gariban kulları var.
Onlar, kefen ve şehadet edebiyatı
yapmaya bile korkuyorlar.
Fakat, senin gibi özde laikçi sözde şehadetçilerle ve işbirliği yaptığın
derin devletçilerle hesaplaşmak için Mahkeme-i Kübra’yı
bekliyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder