Selçuk Özdağ ile Veli Toprak‘ın kaleme aldığı “Son Alperen - Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri” adlı kitap ilginç bilgiler içeriyor.
Kitaptan öğreniyoruz ki, Sivas eski milletvekili Mahmut
Işık şöyle konuşmuş:
Meclis’te Muhsin beyle konuştum. Bolu Tüneli’nde bir minibüs sıkıştırmış. Zor kurtarmışlar, tünelin duvarına, bariyerlerine çarptırmak istemişler. “[Tekliflerini kabul etmediğim için] Beni öldürecekler. Bana [birilerini “vatan haini” diye] vur diyorlar, [ortalığı] karıştır diyorlar” dedi.
Yazıcıoğlu'nu bu şekilde
kullanmaya kimler yeltenebilir?
Cevap belli: Kendilerini devlet
(derin devlet) olarak gören birileri.
FETÖ'cüler Yazıcıoğlu'na böyle birşeyi teklif etme cesaretini gösteremezler.
Hatta akıllarından bile geçirmeye
cesaret edemezler.
*
Aynı kitapta Avrupa Nizamı Alem Ocakları Kurucusu
Zülfü Canpolat'ın sözleri de yer alıyor:
“Yurt dışına çıktım, firardım. Beni aradı, Almanya’da buluştuk. '13 defa suikast geçirdim’ dedi. ‘Komplo teorisi değilmiş, beni öldürmek istiyorlar. Allah’ın takdiri ve mukadderatından kaçmam, ben döneceğim Türkiye’ye’ dedi. Vedalaştık, 2.5 ay sonra şehadet şerbetini içti.”
Demek ki bu görüşme, kendisine "Türkiye'ye dönme,
öldürüleceksin" diye haber gönderildiği sırada gerçekleşmiş.
Onu öldürmeye karar verenler, önce "manen öldürme"
(manevî suikast, itibar suikasti) seçeneğini hayata geçirmek istemişler.
"Almanya'dan dönmesin, biz de arkasından 'paranoyak
korkak' diyerek alay edelim, takipçilerinin gözünde zerre kadar kıymeti
kalmasın, itibarını yerle bir edelim" demişler.
Yazıcıoğlu'nun sözüne güvendiği biri kanalıyla mesajlarını
iletmişler.
İmdi, soru şu:
Said Sefa gibi siyasî hayatta bir ağırlığı
olmayan, birileri tarafından lider olarak görülmeyen, sosyal bakımdan izole bir
adamın susturulması için Türkiye'den gönderilen ekiplerden Kanada gizli servisi
haberdar olabiliyor, ve onları sınırdan geri çevirebiliyor da (Türkiye'nin
Kanada Büyükelçiliği'ndeki Türk istihbaratçıları, Kanada Hükümeti'ne bu iddiayı
yalanlatmak için neyi bekliyorlar?), Yazıcıoğlu gibi Türk siyasetini derinden
etkilemiş bir lider şahsiyete yönelik "kanlı" senaryolardan Milli İstihbarat
Teşkilatı'nın (MİT) ve Emniyet İstihbarat Dairesi'nin haberi nasıl olmuyor?
*
Bir zamanlar FETÖ, Türkiye'nin gülen yüzüydü..
FETÖ'cüler, dincilerin aksine, hoşgörülü aydın dindarlardı.
Fethullah Gülen de "Hocaefendi"ydi.
Siyasetçilerin (Demirel, Erdoğan, Çiller, Türkeş, Ecevit) gözdesiydi.
Erbakan bile "iftar"ına davet etmiş, onu
"tanıdığını" göstermişti, fakat "Hocaefendi", Erbakan'ın
davetine icabet etmeye tenezzül etmemişti. Adamın havasından geçilmiyordu.
Ve "Hocaefendi"yi eleştirme cesareti gösteren
"densiz"ler birkaç kişiden ibaretti: Kadir Mısıroğlu, Emin Çölaşan,
Necip Hablemitoğlu, Hikmet Çetinkaya.. Aklımda iz bırakan başka isim yok.
Mısıroğlu "Hocaefendi"yi dinci olmadığı, diğerleri
de dinci ile dindar arasında fark bulunmadığını düşündükleri için
eleştiriyorlardı.
*
ABD (CIA) Türkiye'deki kullanışlı aparatları bazı subaylar
ve MİT'çiler eliyle Erbakan hareketini budayınca, önce Abdullah Öcalan'ı
Türkiye'ye teslim etti, ardından da "Hocaefendi"yi Pensilvanya'ya
taşıdı.
CIA'in emrindeki kullanışlı subaylar ve MİT'çiler, Erbakan'ı
ezme hizmetlerinin karşılığı olarak CIA'in azat kabul etmez uşağı olma
rütbesine terfi edeceklerini umarken, ABD'nin planının başka olduğunu fark
ettiler.
ABD, İslam'ı laikleştiren, İslamcılık yerine sözde İslam'ı
temsil eden "dindar" bir Türkiye'nin Ortadoğu'ya ve diğer İslam
ülkelerine örnek olmasını istiyordu. Bu yüzden, İslamcılığı terk edip
"sade suya tirit müslüman" haline gelen dindarların önünü açacaktı.
Bu, Türkiye'de, Erbakan'ı terk edip "Millî Görüş"
gömleğini çıkaranlar ile "Hocaefendi" cemaatinin önünün açılması
demek oluyordu.
Ancak, pabuçları dama atılan kullanışlı subaylar ile MİT'çiler buna fena
bozuldular.
Bu yüzden, MGK'ya "sızmış" adamları vasıtasıyla
"İrtica ölmedi ya Atatürk, dinciler kıtalar dolaşıyor, hatta
Pensilvanya'ya yerleştiler" makamında şiirler okumaya başladılar.
Bu arada, "Hocaefendi"nin bir numaralı düşmanı Necip Hablemitoğlu da öldürülmüştü.
Birilerini "Hocaefendi"
tehlikesine karşı uyandırmak için gereken kan ve gözyaşı çeşmesi akmaya başlamıştı.
"Hocaefendi"nin şakirtleri, Hablemitoğlu cinayetinin "olağan şüpheliler"iydiler.
Alınlarına silinmez
mürekkeple "Hablemitoğlu'nun katilleri" yazısı nakşedilmişti.
Silemiyorlardı.
*
Hablemitoğlu'nun gerçek katillerinin kimler olduğu ancak 20
yıl sonra ortaya çıkmaya başladı.
İstihbaratı gayet güçlü olan, devletin her tarafına adamları
sızmış bulunan "Hocaefendi", Hablemitoğlu'nun öldürüleceği bilgisine
önceden ulaşmamış olabilir miydi?
Bugünden bakıldığında cevap "Hayır" gibi
görünüyor.
Muhtemelen, "Dinsizin hakkından imansız gelir.. Allah,
iti ite kırdırıyor. Bırakalım gebersin" diye düşünmüştür.
Soru şu: Aynı şey, Yazıcıoğlu suikasti için de geçerli
olabilir mi?
Yazıcıoğlu'nın "Hocaefendi"cilerle arası iyi
değildi.
Onlara sert davranıyordu.
Mesela, Avustralya'da Esad Efendi ile birliktelerken Zaman gazetesi muhabirinin kendilerine karşı sergilediği tavırdan rahatsız olduğu için onun elindeki kayıtlara arkadaşları vasıtasıyla el koydurttuğu, çok sert konuştuğu biliniyor.
Onlara karşı tavrı böyleydi.
İmdi, baştaki soruya dönelim: Yazıcıoğlu'nun öldürülmek
istendiği, dolaylı biçimde tehdit edilerek Almanya'ya ihraç edilmeye
çalışıldığı MİT ile Emniyet İstahbaratı'nın (ve "Hocaefendi"nin Emniyet'teki şakirtlerinin) gözünden kaçabilir mi?
"Hocaefendi"nin adamları bunu hocalarına müjdelememiş
olabilirler mi?
Böylesi bir durumda, "Yazıcıoğlu Türkiye'ye döndü,
öldürülecek" denildiğinde "Hocaefendi"nin tepkisi ne
olabilir?
"Dinsizin hakkından imansız gelir.. Allah, iti ite
kırdırıyor. Bırakalım gebersin" diye düşünmüş olabilir mi?
*
İlginç olan nokta şu ki, daha sonraki süreçte Erdoğancılar
Fethullah'ın, Fethullahçılar da Erdoğan'ın böyle bir tavır sergilediğini iddia
ettiler.
Fethullahçılar'a göre, Erdoğan, Yazıcıoğlu'nun öldürülmesini
isteyenlerin "Devletin bekası için bu gerekli" şeklindeki
"olağanüstü" ikna edici argümanları yüzünden bu "infaz"a onay vermişti.
Zaten ecdadımız, devletin kutsal bekası için oğlunu, kardeşini, hatta babasını bile
öldürmüyor muydu?
Erdoğancılar'a göreyse, Fethullah, Yazıcıoğlu'nun ölümünden birkaç gün sonra, "Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz. Bir perşembe günü akşamı vefat edersiniz, bir cuma günü cenazenize ulaşırlar" diye konuşmuştu.
Demek ki olayı sevinçle karşılamıştı.
O halde, bu cinayeti adamlarına işletmiş olduğunu, arkasında onun bulunduğunu düşünebilirdik.
(Fethullah başka cinayetler işletmiş olabilir, bilemem,
fakat Yazıcıoğlu'nu öldürten o olsaydı böyle konuşmazdı. Katiller cinayeti aşikâre işlediklerinde övünür ve bununla başkalarına gözdağı verirler, gizli işlediklerinde ise maktul için herkesten fazla gözyaşı dökerler: "Gettiii, gettiii, höngürt, buna yürek mi dayanir!..")
*
Burada mesele şu: Bir cinayeti sizin işlememiş olmanız, eğer
cinayetin işleneceğinden haberdarsanız, sizi sorumluluktan kurtarabilir mi?
Bilginiz varsa, sorumlusunuzdur. O bilginiz sizi sorumlu hale
getirir.
Mesela Fethullah, Erdoğan'ın daha partisini kurma
aşamasındayken bir "bal tuzağı"na çekilmek istendiğini haber aldığını
ve hemen telefon edip uyardığını söylemişti.
Bunu yapmasaydı, vebalde kalırdı.
Öldürülecek kişiler için de aynı durum söz konusudur.
Bir insan haksız yere öldürüldüğünde oraya Allahu Teala'nın laneti iner.
Engelleyecek gücü olduğu halde bunu seyredenler de o lanetin
kapsamına girerler.
Hadîs-i şerîf şöyle:
“Haksız yere bir adam öldürülürken hiçbiriniz (engellemeye gücü yetmiyorsa) orada durmasın. Çünkü lanet, orada durup da öldürülen kimseyi savunmayan kişinin üstüne iner. Bir adam haksız yere dövülürken, sizden biri orada durmasın. Çünkü lanet orada durup da dövülen kimseyi savunmayan kişinin üstüne iner.” (Taberanî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)
*
Sonradan Fethullahçılar, Yazıcıoğlu cinayeti ile ilişkili gösterilmişlerdiyse, nedenlerinden biri, işte bu lanetin onları da kuşatmış olmasındandır.
Katillerle ve işkencecilerle aynı kurumlarda çalışan,
onlarla aynı yerde duran "karınca incitmez lanetli (melun) dindar"lara duyurulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder