Allahu Teala yarattığı
canlıları eşit kılmamıştır.. Bazısı bazısından bazı özellikleri ile üstündür..
Mesela kedi ile
kaplan, serçe ile kartal, boğa ile koyun, at ile eşek bir değildir.
Kurt ile kuzunun
durumu da aynı değil, karşılaştıklarında kuzu kurda yem oluyor.
Bu, Allahu Teala’nın
yarattığı mahlukata karşı bir zulmü, bir adaletsizliği midir?
Hayır!.. Mahlukat
Allahu Teala’nındır, dilediği şekilde yaratır.. Kurt kuzudan güçlü ama insanlar
kuzuları koruyor, kurtları öldürüyorlar.
İnsanlar da, hayvanlar
da Allahu Teala’nın yarattığı canlılar, fakat insan bütün hayvanata üstün kılınmıştır.
Buna karşı hayvanatın
“Bu adalet değil, biz eşitlik isteriz, insanla eşit olmalıyız”
demesi haklı bir itiraz olabilir mi?!
*
Mevlana’nın Mesnevî’de
anlattığı bir “eşek ve atlar” hikâyesi var.. Şöyle:
Yoksul
bir oduncunun ağır yük taşımaktan zayıflamış, yarı aç yarı tok yaşayan eşeğine,
oduncunun padişah sarayının ahırında görev yapan arkadaşı acır.
Saray
ahırında birkaç gün rahatına baksın diye alır götürür.
Tertemiz
ahırda bol yem yiyen, hizmeti görülüp tımar edilen gürbüz atları gören eşeğin
bedeni rahatlarken kafası altüst olur, iç dünyasında fırtınalar esmeye başlar.
“Rabbim,
ben bu kadar sıkıntı çekerken bu atlar neden bu kadar rahat yaşıyor? Ben de
senin yarattığın bir mahluk değil miyim?” diye düşünüp söylenerek, elindekiler
yetmiyormuş gibi kendisine yeni dertler bulur.
Derken
bir savaş patlak verir, atlara gem vurulur, eğerlenip götürülürler.
Birkaç
gün sonra ok, mızrak ve kılıç yaralarıyla perperişan ve bitkin halde, yarı ölü
yarı diri geri dönerler.
Eşek manzaraya
bakıp tevbe eder, şöyle der: “Rabbim, yoksulluğuma da, çektiğim sıkıntı ve
açlığa da razıyım. Ne o refahı isterim ne de bu yaraları.”
Ancak,
insanların çoğu zihniyet olarak bu eşekten daha kötü durumdadır.
O
ibret almış, tevbe etmiş, bunlar ne tefekkür eder, ne ibret alır, ne de tevbe
ederler.
*
Nimetle
beraber külfet de artar, şükür borcu da.
Mehmed Zahid Kotku rh. a.’in şöyle bir
sözü var: “Dünya nimetlerinin dışı tatlı, içi zehirdir.”
Çoğu
nimet “Dışı seni yakar, içi beni” kıvamındadır.
Allahu
Teala dağına göre kar verir, nimet sahiplerinin yükü ve sorumluluğu ağırlaşır.
Nimetin
gereğini yapar, şükrünü eda ederse ne âlâ, aksi takdirde onun için felaket
sebebi olur.
“İnsanın
akıldan başka neyi artarsa helaki ondan olur” diyenler vardır.
*
Kâmil
(olgun, bilge, hikmet sahibi) insan, iyi kul, kendisinden üstün olana haset
etmez.
Hatta
gıpta bile etmez, imrenmez.
İmrenmesi
bile doğru değildir.. Anadolu irfanı denilen (“coğrafya” eksenli ve hakkı
batıla karıştırma anlamına gelen “tarihsel” nitelikteki) safsata değil fakat
evrensel, çağlar üstü İslam irfanı (Ehl-i Sünnet irfanı; Kur’an
irfanı, Sünnet irfanı) bunu öğretiyor.
Onun için
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Yalnız
şu iki kimseye gıpta edilir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp
tüketen, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve
onu başkalarına öğreten.”
(Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13; Müslim, Müsâfirîn 268. İbni Mâce, Zühd 22.)
*
İnsanlar,
durumlarındaki farklılıkla imtihan olunmaktadır:
“Sizi yeryüzünün halîfeleri kılan ve size verdiği
şeyler husûsunda sizi imtihân etmek için bazınızı bazınızın üstüne
derecelerle yükselten de O'dur. Muhakkak ki Rabbin, azâbı pek çabuk olandır
ve şübhesiz ki O, elbette Gafûr’dur (çok bağışlayandır), Rahîm’dir (çok
merhamet edendir).” (En’âm, 6/165)
“Her nefis ölümü tadıcıdır. Bir imtihan olarak sizi şerle
de hayırla da deneriz. Ve ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35)
“Celâlim hakkı için, içinizden cihâd edenleri ve sabredenleri
belli edinceye ve haberlerinizi (durumunuzu, nasıl insanlar olduğunuzu)
ortaya çıkarıncaya kadar, sizi imtihân edeceğiz!” (Muhammed, 47/31)
Sabır;
zorluk, meşakkat, bela ve musibetlerle birlikte olur.. Böyleyken (Riyazü's-Salihîn'de de yer alan) bir hadîste “Hiç
kimseye sabırdan daha büyük bir hayır verilmemiştir” buyurulmuştur.
“Asr’a andolsun ki, hiç şüphesiz insan, kesinlikle
hüsrandadır. Ancak îmân edip sâlih ameller
işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye
edenler müstesnâdır.” (Asr, 103/1-3)
*
Allahu
Teala’nın kendisine verdiğine “razı” olan, başkalarına gıpta etmeyen,
onların elindeki nimetlere heveslenmeyen insan, kâmil insandır
Bir
başka ifadeyle, kâmil insan (kâmil iman sahibi mümin), dünya hayatında çok
nimete sahip olan insan değildir, Allahu Teala’nın kendisi hakkında takdir
ettiği şeye “razı olan” insandır.
Nefs-i
emmare (çok emredici nefs) ve nefs-i levvame (hatalarından dolayı kendisini çok
kınayan nefs) gibi nefs mertebelerini aşıp nefs-i mutmainne (yatışıp itminan
bulmuş nefs) mertebesine erişen insanların temel özelliği “Allah’tan razı” (Allah'ın emir ve yasaklarına, hükümlerine, şeriatine, ve kendisi hakkındaki takdirine razı) olmalarıdır:
“Ey nefs-i mutmainne! Râzı
olan, (ve) kendisinden râzı olunan olarak Rabbine dön!” (Fecr, 89/27-28)
İblis, Allahu
Teala’nın takdirine razı olmadığı, rıza lokmasını yiyemediği, Hz. Adem
a.s.’ın kendisine üstün kılınmış olmasına katlanamadığı için rahmetten kovuldu.
“Bu
bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?”
*
Dünyada
devlet işleri de böyledir..
Bir
devlet başkanı dilediği kişiyi bakan, genel müdür vs. yapabiliyor..
Bir
kimse çıkıp, “Bakan olmaya layık olan bendim, devlet başkanı haksızlık
yaptı, artık bu devleti de, devlet başkanını da tanımıyorum, böyle
devlet de, böyle devlet başkanı da olmaz olsun.. Ortada (toplumsal cinsiyet
lafında olduğu gibi) toplumsal devlet bile değil kişisel devlet
var” diye yüksek sesle konuştuğu zaman ya “devlete karşı işlenen suçlar”
kapsamında cezaî kovuşturmaya uğrar ya da devletlular ona hayatı “örtülü”
yollarla zindan ederler.
Evet,
dünyada bir şekilde güç ve yetki sahibi olan insanlar, bazılarını bazılarına
tercih edebiliyorlar, ve onların bu tasarruflarına “razı olmadıklarını”
söyleyenler bunun bedelini ödüyorlar.
Halbuki
hasbelkader devlet başkanı olan kişiyle sıradan vatandaşlar arasında insan olma
bakımından hiçbir fark yok.
Hatta
belki yönetilenlerden birçoğu devlet başkanından (manevî hasletler bakımından)
“daha insan”dırlar.
*
Evet,
herşeyi yaratan Allahu Teala erkeğe, kadın karşısında cüz’î bir üstünlük
vermiştir.
Kulların
buna itiraz etme hakkı yoktur.
Allahu
Teala dilediğini dilediğine üstün kılar, Adem a.s.’ı İblis’e üstün kıldığı
gibi.
Erkeğin
üstünlüğüne “razı” olan kadın bahtiyar olur, olmayan İblis’in avanesi
haline gelir.
“Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler; Allah'ın
bazılarını bazısından üstün kılması ve erkeklerin kendi mallarından sarf
etmeleri sebebiyle,. Sâliha kadınlar, itâatkâr olan, Allah'ın (kendilerini)
korumasına mukabil, gaybı (kocasının yokluğunda koruması gerekenleri) muhâfaza
eden kadınlardır,,,.” (Nisa, 4/34)
Hal böyleyken, KADEM’in
dergisinde makalemsisi yayınlanan aklı kısa doç. gibi “ilahiyatçı”
tipler, “tarihsel” diyerek İslam Şeriati’nin spesifik emir ve yasaklarını
reddedebiliyor, laik (siyasal dinsiz) demokrasinin (topluma taparlığın)
vaz’ ettiği (koyduğu) hükümleri onlara tercih edebiliyorlar.
*
Kadınların erkeklere
verilen bu üstünlüğe itiraz etmemeleri gerektiği gibi, erkeklerin de bu
üstünlüğün hakkını vermeleri, kadınlara karşı sorumluluklarını yerine
getirmeleri, bu üstünlüğü istismar etmemeleri gerekmektedir.
Erkeğin karısını
koruması, onun ihtiyaçlarını karşılaması gerekirken, köle gibi çalıştırıp
parasını yiyorsa, kendisi yatıyorsa, bu üstünlüğün hakkını vermiyor demektir..
Cezaya müstehak hale gelir.
Sorumluluğunun
şuurunda olmayan bir erkeklik, üstünlük sebebi değildir.
[Bir zamanlar
“âlemlere üstün kılınmış” olan Yahudiler’in durumu da budur.
Onların üstünlüğü Tevrat
ileydi.. Hakimiyeti kayıtsız şartsız Tevrat’a
vermeleri gerekirken onun işlerine gelmeyen bölümlerini (kelimelerin yerlerini
değiştirerek ve ekleme-çıkarma yaparak) tahrif edince, görünüşte itaat
ediyormuş gibi yaparken fiiliyatta millet olarak onun üzerinde hakimiyet kurmaya çalışınca, üstünlüklerini
kaybettiler. Allahu Teala’nın gazap edip lanetlediği aşağılık bir kavim haline
geldiler.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder