HIRS KÜPÜ ZAMPARA ATATÜRK'ÜN BÜYÜK HAYALLERİ

 













Henüz 32 yaşındaki genç dostu Selanikli Mustafa Atatürk’ü 1913 yılı sonuna doğru İngiltere’deki evi Pixton Park’ta ağırlamış bulunan İngiliz casus Aubrey Herbert, Selanikli ile olan dostluğunu Çanakkale Savaşı sırasında pekiştirecekti.

Çünkü Aubrey, megafonla Türk askerlerine Türkçe seslenerek moral bozmaya çalışan, propaganda yapan, ve Türk savaş esirlerini sorgulayıp bilgi alan bir casus olarak savaşta arz-ı endam etmiş bulunuyordu.

Savaş sırasında Selanikli zampara ile gizlice görüşmeyi de ihmal etmemişti.. Mehmet Hasan Bulut, ciddi emek mahsulü kitabında konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:

“[Ağustos 1915'te gerçekleşen Conkbayırı Muharebesi’nden sonra] İki siper arasındaki ölülerin kokusu ve yaralıların çığlıkları artık dayanılmaz bir hal almıştı. Cesetlerin hastalık yayacağını düşünen Aubrey, ölülerin gömülmesi için bir ateşkes ayarlamayı düşündü. Karşı taraftan Mustafa Kemal ile gizlice buluştu ve bir günlük mütareke (ateşkes) ilân etmeye karar verdiler.”

(İngiliz Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert, 4. b., İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2018, s. 292-3.)

Gizlice buluşmayı nasıl başardıkları ve başka gizli saklı işlerinin ve de çevirdikleri dolap ve dalaverelerin olup olmadığı hususu bilgimiz dışında.

Selanikli ile Aubrey kısa süreli bir ateşkes için anlaşmışlardı, fakat Aubrey’in ateşkes ilan etme yetkisi yoktu, konuyu üst makamlara iletmesi gerekiyordu:

“… Aubrey, General Birdvvood’u mütarekeye iknâ etti, fakat [Müttefik Güçleri Komutanı General] Hamilton hayır cevabı verdi. Bunun üzerine Aubrey, Hamilton ile yüz yüze görüşmek için 19 Mayıs’ta İmroz’a [İmroz Adası’na] giderek karargâh gemisi Arcadian’a çıktı. George Lloyd’u da yanına alarak Hamilton ile görüştü. …

“… Aubrey ve Hamilton gemide konuşurken Mustafa Kemal de harekete geçmiş ve beyaz bayrakla bir Hilâl-i Ahmer [Kızıl Ay] memuru siperden çıkmıştı. Fakat İngilizler adamı yanlışlıkla vurmuş ve İngiliz bir general araya girerek çatışmanın yeniden alevlenmesine son anda mâni olmuştu. Nihayet Hamilton Aubrey’e, gidip Türklerle konuşmasını söyledi. Aubrey yanma istihbarattan bir adam alıp sahil boyunca ilerledi. Kızgın bir Arap subay ve Türk bir teğmen ile buluştular. Gelinciklerle bezenmiş bir tarlada oturup sigara içerek, Mustafa Kemal’in Hârbiye’den [Harp Okulu’ndan] sınıf arkadaşı Ohrili Kemal Bey’in gelmesini beklediler. Kemal Bey gelince gözlerini bağlayıp, Aubrey’in yanındaki istihbaratçı ile beraber ateşkes şartlarını görüşmesi için karargâha gönderdiler.

“Ohrili Kemal, gittiği yolu anlamaması için bazan yaya, bazan at, bazan da sedye üstünde dolaştırıla dolaştırıla götürülürken, Aubrey de Türklerin tarafında rehin olarak kaldı. Türkler de onun gözünü mendille bağlayıp bir ata bindirdiler. Kumandanlarının bulunduğu çadıra götürürlerken atın yularını tutan asker, sigara içmek ve çiçek toplamak için yuları bırakıverdi. Türk su bayın askeri ikâz etmesi üzerine Aubrey son anda gözü kapalı bir şekilde uçuruma uçmaktan kurtuldu. Görüşmeler iyi geçmişti. Ateşkes 24 Mayıs Pazartesi günü yapılacak ve sekiz saat sürecekti. Aubrey yanındaki adamlarıyla beraber Pazartesi sabah 7.30’da Türklerle buluştu. Cesetlerin olduğu yere gittiler. Bir Hilâl-i Ahmer eri gelip, kokudan mütessir olmaması için Aubrey’e, üzerine kokulu antiseptik dökülmüş bir bez verdi. Yerde dört bin Türk’ün naaşı vardı. Yağan yağmur kanlarını temizliyordu. Yüzlerce yaralı çoktan can vermiş, geriye sadece iki yaralı asker kalmıştı. Ölenlerin çoğu Mustafa Kemal’in, “Ben size ölmeyi emrediyorum” dediği askerlerdi. Makineli tüfek biçmişti hepsini.” (Bulut, s. 293-6)

Evet, Aubrey’in Selanikli dostu, “Size ölmeyi emrediyorum” diyerek Türk askerini makineli tüfeklerin önüne atmıştı.

“Düşmanı öldürmenizi emrediyorum” dememişti..

Onlar da emre itaat edip ölmüşlerdi..

Selanikli’nin ise ölmeye niyeti yoktu.

*

Yazar Bulut, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“İki düşman siper arasında 10-15 metre gibi kısa bir mesafe olduğundan her iki taraf da diğer tarafı görebiliyordu. Aubrey Türk ordusundaki Arnavut askerlerle buluştu. Bazılarını daha önceden tanıyordu [muhtemelen özellikle subayları]. Arnavutlar da Aubrey’i tanıdıkları için alkışlamaya ve tempo tutmaya başladılar, fakat bir yandan cenazeler gömülüyordu. Hürmetsizlik olmaması için Aubrey onları susturdu. Arnavutlara “Ölüleriniz için imâm ister misiniz?” diye sorduğunda ateist bir Arnavut [O dönemde ateist özellikle subaylar arasından çıkıyordu] gülerek kendi ruhlarının böyle iyi olduğunu söyledi.

“İngilizler binlercesini öldürdüğü halde Türkler onlara karşı hâlâ çok kibardı. Türk ve Anzak askerleri, bir yandan birbirlerine sigara ikram ediyor, bir yandan da ölülerini gömüyorlardı. Bir grup Türk, Aubrey’e gelip etrafta hiç subayları olmadığını ve ölülerin ceplerinden para alacaklarını söylediler ve kendisinden şahit olmasını istediler. Saat 16’de Türkler tekrar gelip Aubrey’e bir emri olup olmadığını sordu. Vedalaşma zamanı gelmişti. Aubrey hem kendi askerlerini hem Türkleri toparladı. Ayrılırken, “Beni yarın vurursunuz” dedi. Türkler hep bir ağızdan, “Allah korusun!” derken Arnavutlar gülerek, “Seni asla vurmayız” diye cevap verdiler. Anzaklar “Goodbye” diye vedalaşırken Türkler de onlara ‘ Uğurlar ola, güle güle gidesiniz güle güle gelesiniz” diyordu.” (Bulut, s. 296)

Görüldüğü gibi, savaş sırasında Hilal-i Ahmer de (Kızıl Ay) faaliyetteydi.

Yazar Bulut, bu teşkilatla ilgili olarak şu notu düşmüş:

“Hilâl-i Ahmer (Kızılay), ilk defa 1868’de kuruldu. II. Meşrûtiyet’ten sonra fesh edildi ve 1911’de İttihâtçılar tarafından tekrar kuruldu. İlkinde olduğu gibi Cemiyetin kurucuları arasında Hahambaşı Haim Nahum başta olmak üzere çok sayıda Yahudi de vardı. Edirne Hahambaşısı Hayim Moşe Becerano’nun kızları Raşel ve Diyamanti de Edirne’deki Hilâl-i Ahmer hastanesinin müdürleriydi. Edirne Hahambaşısı Becerano Bükreş’te Alyans mektebinde İbrânîce hocası iken, Osmanlı Hahambaşısı Haim Nahum tarafından Edirne Hahambaşısı tâyin edilmişti. M. Kemal, Edirne’de alay komutanı iken sık sık Hahambaşı Becerano’nun evine gider ve kızları ile ahbaplık ederdi. Sofya’da ataşe iken de irtibatını koparmadı. Çanakkale Harbinden sonra yanına gidip uzun bir müddet kaldı (Maureen Jackson, Mixing Musics, Stanford Unv. P., Kalifornia 2013, s. 183). Becerano, Haim Nahum’dan sonra 1920’de Osmanlı Hahambaşısı oldu. Türk-Yunan Harbi’nde Ankara’yı destekledi. Türkiye Cumhuriyetinin ilk hahambaşısı oldu. M. Kemal kendisini çok severdi, Becerano bir keresinde hasta olduğu zaman başyaverini yardımcı olması için yanına göndermişti (Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, Gözlem, İstanbul 1995, s. 212). Aynı aileden Leon Becerano (Bejarano), Vehbi Koç ile Beko’yu kurdu. Beko’nun ‘Be’si, Becerano’dan gelmektedir.” (s. 294)

Selanikli zamparanın Haham Becerano’nun kızlarıyla ahbaplık etmiş olması şaşırtıcı değil.

*

Yazar Bulut’un kitabındaki şu satırlar, Selanikli’nin daha Çanakkale Savaşı sırasında İngiliz istihbaratı ile dirsek teması kurarak Türkiye’nin (Osmanlı Devleti’nin) iç politikasına (dış güçler lehine) yön vermeyi, hatta bunun için darbe yapmayı planladığını ortaya koyuyor:

“Aubrey … Savaşı sona erdirmek için Türklere esir düşerek İttihâtçı liderlerle temasa geçmeyi ve onları Almanya’dan ayrı münferit bir sulh için cesaretlendirmeyi düşündü. Neyse ki buna lüzum kalmadı. Türkiye Maşrık-ı Âzâm’ın [masonların Türkiye Büyük Doğu locasının] başında bulunan Talât Paşa ve ekibi kendisiyle irtibata geçti. Aubrey 22 Haziran’da, yeni koalisyonda hâriciye nâzın (dışişleri bakanı) müşaviri olan arkadaşı Lord Robert Cecil’e, yani Cemiyeti Akvâm’ın [iki dünya savaşı arasında varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler benzeri Milletler Cemiyeti’nin] gelecekteki mimârına yazarak, Türkiye ile münferit [Türkiye’nin müttefiki Almanya’yı dışarıda bırakan, sadece Türkiye ile yapılacak] bir sulh (barış) ihtimâli olduğunu söyledi:

“İlerlediğimizi ve diyelim 1 Ağustos’ta Türk Hükümetinin yenilmez olduğumuzu sandığı bir hâle geldiğimizi düşün. Arkadaşım Talât tarafından [onu temsilen] (Liberallerden de olabilir) bir Türk geliyor ve “[Çanakkale’den] şu ve şu şartlarla geçmenize izin veriyoruz” diyor. Buradaki kumandanlık hangi şartları kabul edebileceğimizi biliyor mu ve pazarlık salâhiyeti var mı?”

“Aubrey İngiltere’yi razı etmeye çalışırken, Talât’ın ekibinde bulunan Mustafa Kemal de Türkiye tarafında münferit sulh için uğraşıyordu. Bu fikrini Cemal Paşaya açtı ve İstanbul’da bir darbe yaparak hükümet değişikliği yapmayı teklif etti. Cemal Paşa sadrazam, kendisi de hârbiye nâzırı (milli savunma bakanı) olacaktı. Fakat Cemal Paşa korkunca bu iş yattı.” (s. 298-9.)

Cemal Paşa’nın korkmuş olması doğal, çünkü Selanikli zamparanın yaptığı teklif, Enver Paşa’nın tasfiye edilmesi anlamına geliyordu, ve daha kıdemli ve tecrübeli bir darbeci olan Enver’in böylesi bir darbeye boyun eğmesi, karşılık vermemesi ihtimali düşüktü.

Yok gibiydi.

Öyle anlaşılıyor ki, Çanakkale Savaşı sırasında bir şekilde biraraya gelen eski dostlar, yani Selanikli zampara ile İngiliz casus, hayata geçirdikleri kısa süreli ateşkesi kalıcı bir Türk-İngiliz barışına çevirmeyi planlamışlardı.

Aralarında işbölümü yapmış oldukları tahmininde bulunmamıza bir engel yok.. Bu bağlamda Aubrey’e düşenin, İngiliz yönetimini ikna etmek olduğu söylenebilir.. Selanikli zampara için ise ikna seçeneğinin mevcut olmadığı açık.. Bu yüzden darbe yaparak hedefe ulaşma peşinde.. “Üç beyinsiz”lerin en beyinsizi Cemal Paşa’ya, “Darbe yapalım, İngilizler arkamızda” demiş olduğu düşünülebilir.

Mevcut Osmanlı yönetimini ve Almanlar’ı karşısına alan böylesi bir darbe, İngilizler ile müttefiklerinin desteğini almadan başarıya ulaşamazdı.

Selanikli’nin hırsı büyüktü.. Daha henüz general bile olamamışken gözü harbiye nazırlığı (milli savunma bakanlığı) koltuğundaydı..

*

Türk medyasının kalemşorlarının sevdiği bir tabir var: “Fikri takip”.

Selanikli’nin bir “fikri takip” hassasiyetinin bulunduğu kesin.. Buna “fikr-i sabit” ya da takıntı da diyebiliriz.

Daha doğrusu, fikirden değil, tutkudan ve hırstan söz etmek gerekiyor.. Onunki fikir değil, hırs ve tutku..

Evet, Selanikli zamparanın hırsı devasa boyutlardaydı ve tutkularından asla vazgeçmedi.. Kendisi mutlaka daha iyi makam ve mevkilere gelmeliydi.

Almanlar’la işbirliği şansını Enver Paşa’ya kaptırmış olduğu için umudunu İngilizler’e bağlamıştı.. Casus Aubrey gibi İngiliz dostlarıyla iyi ilişkiler ve samimiyet kurmayı da başarmıştı.

Kötü olan şuydu ki, o sırada İngilizler, Osmanlı Devleti’ne saldıran, mermi ve gülle kusup yakıp yıkan, kan döküp can alan düşman durumundaydı.

Bu yüzden Selanikli, İngilizler’le “behemahal” (her ne pahasına olursa olsun, neye mal olursa olsun) bir barış yapılmasını istiyordu.

Bu barış, Türkiye’nin İngilizler tarafından işgal edilmesi ile sonuçlanacak bir mütarekeyi (ateşkesi) gerektiriyor olsa bile..

Kendi istikbal hesaplarının, hırslarının tahakkukunun böylesi bir gelişmeye bağlı olduğunu görüyordu.

Çünkü İngilizler’le barış yapılmasının (daha açık ve doğru bir ifadeyle İngilizler karşısında teslim bayrağı çekilmesinin), Enver liderliğindeki İttihat ve Terakki’nin tasfiyesi ile sonuçlanacağı kesindi.

Bu da, Selanikli zamparanın bu topraklarda önünün açılması için şarttı.

*

Fakat, talih bir türlü Selanikli’nin yüzüne gülmüyor, işleri ters gidiyordu.

Daha doğrusu, talih, Selanikli’nin yüzüne istediği tarzda ve hızda gülmüyordu..

Yoksa, keyfine diyecek bulunmuyordu, ordudaki en bahtı yaver subaylardan biri oydu.. Fakat bu, Selanikli’nin hırsları için yeterli bir cevap değildi.. Enver yerine o, “bir numara” olmalıydı.

Enver’i alaşağı edip yerini almak için fırsat gözleyip duruyordu, fakat bir türlü aradığı fırsatı yakalayamıyordu.

“Fırsatçı” zamparanın (İttihatçılar’ın Selanikli’nin karakteriyle ilgili tespitlerinden biri “fırsatçılık”tı) aradığı fırsat, Çanakkale’de darbe hayalleri kurduğu zamandan ancak üç yıl sonra önüne gelebildi

Sultan Mehmet Reşat ölüp Vahideddin padişah olunca..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...