İSLAM’IN
ŞERİATI, LAİKLİĞİN
(SİYASAL DİNSİZLİĞİN) ‘DÜZEN’İ
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM: LAİK (SİYASAL DİNSİZ) DÜZENİN KODLARI
BANA ANAYASANI SÖYLE, SANA KİM
OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM 5
“KÖTÜLÜĞÜ İSTEMEM, YAN
CEBİME KOY!” 11
DEMOKRATİK “HERKES BANA ‘İTAAT’ ETSİN, ASAR
KESERİM!” REJİMİ 17
ŞERİATÇILARI LAİKLİK (SİYASAL DİNSİZLİK) HESABINA
TUFAYA GETİRMEK 25
GAYRİMEŞRU MEŞRUİYET ANLAYIŞI 34
İKİNCİ
BÖLÜM: LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) SAĞI SOLU, MUHAFAZAKÂRI DEVRİMCİSİ
AYNI MADALYONUN İKİ YÜZÜ 43
İSLAM
DEVLETİ VE LAİK (SİYASAL DİNSİZ) DEVLET 53
SİYASETTE ÖVME VE ÖVÜNME 60
LAİK (SİYASAL DİNSİZ) SEÇİMLER, DİNÎ FARZLAR 66
BİR DE LAİKLİĞİ BEYAN İLE LAİKLİĞE DAVET
MESELESİNİ AÇIKLASA 83
NE YAZDI, NİÇİN YAZDI? 85
HAYRETTİN KARAMAN’IN MASALI 91
“OLMAYACAK
DAVA” 98
SORUN İSLAMÎ NİZAMA GÖRE YÖNETİLMEME DEĞİL, İSLAMÎ
NİZAM ALEYHTARLIĞI 112
İSLAMCILIKTAN
LAİKÇİLİĞE, İSLAM'DAN SİYASAL DİNSİZLİĞE 118
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TSE DAMGALI DİNDARLIK (YA DA
KAMULAŞTIRILIP DEVLETLEŞTİRİLMİŞ DİN İSTİSMARI)
LAİK (SİYASAL
DİNSİZ) DEVLET TARAFINDAN "GÜÇ VE ÖRGÜTLEŞME" İÇİN KULLANILAN İSLAM 129
DÂRU'L-HARB KONUSU 138
HANGİ GEÇİŞ DÖNEMİ? 163
SİYASETTE “YA HEP YA HİÇ” Mİ? 165
“SAHİH İSLAM”
ETİKETLİ “SAHİH DEVLETÇİLİK” 175
DÜZEN, BEKA
VE AHLÂK 185
TASAVVUFTAN BAHSEDERKEN ŞERİATÇI,
DEVLETTEN BAHSEDERKEN ŞERİAT’I (HUKUKU) BIRAKIP AHLÂKÇI OLMAK 194
AYNI NOKTADA DURMA İNATÇILIĞI 200
HAYRETTİN KARAMAN HANGİ SAİKLERLE YAZIYOR? 206
PUTLAR VE “ÖRTÜLÜ” AKIL 215
DEVLETİN KUCAKLADIKLARI VE KOVALADIKLARI 222
SENİN SANMAMAN YETMEZ! 241
ŞEYH ŞAMİL VE KAPIKULU
MOLLALARI 250
FİTNEYLE
MÜCADELE Mİ, FİTNEYE HİZMET Mİ? 253
SEYYİD
KUTUB İSTİSMARI 256
*
AYNI NOKTADA
DURMA İNATÇILIĞI
Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman “İktidar tenkit edilir ama…” başlığını
taşıyan 9 Kasım 2017 tarihli yazısında şunları söylüyordu:
Ben referandumdan önce bir yazı
yazmıştım, … maksadımın dışına çekerek eleştirenler, hatta hakaret edenler
oldu. O yazımda özet olarak şunu demiştim: Bir inancı,
bir davası olan insanların bir iktidarı desteklemelerinin ölçütü, o iktidar ile
dava arasındaki ilişkidir. Eğer iktidar –davanın sahibi olmasa
da- başarıya ulaşması bakımından elverişli ise
ve herkesin (başka inanç, dava ve hedef sahiplerinin de) içinde
oldukları gemiyi tehlikeye sokmuyorsa desteklenir, değilse
desteklenmez.
Fıkıhta, “Vacip olanı tamamlayan, vacibin yerine getirilmesine yardımcı
olan şey de vaciptir” diye bir kural vardır. O yazımda bu kurala da atıfta bulunmuştum.
Yine aynı noktada duruyorum.
Evet, Karaman’ın bu fetvası gaflettir..
Dalalettir..
Hıyanettir..
Gaflet, dalalet ve hıyanet oluşu, “iktidar“ı (yani Erdoğan‘ı ve Akparti‘yi) salt desteklemesinden kaynaklanmıyor.
Söz konusu desteği bir “vacip” olarak
sunmasından, İslam’ı istismar edip kötüye kullanmasından, ve bu
istismara alan açmak için İslam’ı tahrif etmesinden
kaynaklanıyor.
*
Kurnaz Hayrettin efendi, bir yandan
da “batıl cephesi”ne, “Siz endişelenmeyin, sizin için bizden yana bir tehlike yok” mesajı vermekten de geri kalmıyor.
“İktidar”ın herkesin kendi davası için
“tehlike”siz olması garantisini veriyor..
Herkesin (başka inanç, dava ve hedef sahiplerinin de)
içinde oldukları gemiyi tehlikeye sokmama şartı
getiriyor.
Yani o başka inanç, dava ve hedef sahiplerine göz
kırpıp işmarda bulunuyor.
Adeta, “Gemide keyfinizi sürmeye devam edebilirsiniz, biz
sizin tehlikesiz biçimde menzil-i maksudunuza varmanız
için burada kalem oynatıyoruz, birilerini FETÖ’den miras haşhaşla
uyuşturmaya devam ediyoruz” demeye getiriyor.
*
Eğer “oy veren vatandaşlar“ın
“iktidar”ın politikalarını desteklemesi vacipse, söz konusu
“iktidar“ın o politikaları izlemesi evleviyetle vacip
olur.
Akparti’nin izlediği politika ise, İslam açısından, en
iyi ihtimalle, hak ile batıl’ın
telfikinden/birleştirilmesinden ibaret..
Bunun değil vacip, caiz olması bile söz konusu olamaz.
Aslında burada telfikten söz etmek bile
gereksizdir. Hakkın, batıl’ın emrine verilmesi söz
konusudur.
Bu da, açıkça haramdır.
Hayrettin Karaman fıkhî gözbağcılık ve
hokkabazlık sergileyip “vacibi tamamlayan”dan söz etmek
yerine “haramı tamamlayan” sapmalardan bahsetme
dürüstlüğünü göstermeye ne zaman başlayacak?
Galiba bu gidişle bunu sadece mahşerde yaptığına şahit
olabileceğiz.
*
Türkiye’deki sözde özgürlükçü anayasal
düzenin İslamî bir siyasal harekete izin vermediğini
hepimiz biliyoruz.
Bu yüzden Erbakan, Millî Görüş ve Adil Düzen gibi tevriyeli ve tevilli ifadeler
kullanıyordu.
Erdoğan ise, kendi siyasal hareketini
“Millî Görüş gömleğini çıkardığını” söyleyerek başlattı.
Batı tipi “muhafazakâr demokrasi“yi
savunduğunu söyledi.
Laikliği benimsediğini ilan etti.
Din devletini (İslam devletini) savunmadıklarını,
din devletinin çağının geçtiğini ileri sürdü.
Din milliyetçiliğinin (İslam milliyetçiliğinin) ayaklarının
altında olduğunu söyleme cüretini gösterdi.
Aziz Atatürk vurgusu yapmaya, onu “tüm
yönleriyle kucaklama”dan söz etmeye başladı.
Üstüne üstlük, rejim yanlılarına, parti olarak gizli gündemlerinin bulunmadığı yönünde açıkça teminat
verdi.
Düzenle ya da rejimle bir
sorunları bulunmadığı yönünde güvence sundu.
Fakat bu arada, devlet ile milleti barıştırma adı
altında, başörtüsüne kısmî özgürlük, imam hatip liselerine eşit haklar
tanınması, okullarda Kur’an ve siyer derslerinin okutulması gibi
müslüman halkı da memnun eden adımlar da attı.
Bu sayede, dinî hassasiyeti bulunan kesimlerin
desteğini almayı sürdürdü.
*
Peygamber Efendimiz s.a.s. ile ilk müslümanların Mekke’de neler yaşadıkları bilinmektedir.
Öyle bir boykota maruz
kaldılar ki, bir ara onlarla bütün sosyal ve ekonomik ilişkiler kesildi,
açlıktan ağaç yapraklarını yemek zorunda bile kaldılar.
Halbuki Mekke ileri gelenleri Peygamber Efendimiz
s.a.s.’e “iktidar” olma fırsatını sunmuşlardı.
Said Ramazan el-Butî’nin Fıkhu’s-Siyre‘sinden okuyalım (çev. Ali Nar ve
Orhan Aktepe, İstanbul: Millî Gazete, s. 126-8):
… Keyfiyeti ve türü ne
olursa olsun, davetin seyri konusunda lüzumlu gördüğün her siyaseti ortaya
koymak hikmet olur mu? Ve nihayetinde hedefin, hakikate
ulaşmak diye, her gördüğün yol ve sebebe sarılma yetkisini sana
Şeriat koyucusu verdi mi? Hayır! Gerçekten İslam şeriatı gayelere yönelmeyi
emrettiği gibi, sebep ve yollara başvurmayı da emretmiştir. O halde Allah’ın gayeye ulaşmak için vesile kıldığı belirli bir
yolun dışında; Allah’ın emrettiği gayeye varmak için herhangi
bir yola girmen, senin hakkın değildir. Siyaset-i Şer’iyye ve hikmetin kabul
gören birçok anlamları vardır. Fakat, sadece meşru kılınan sebep ve
vasıtaların hududu dahilinde olması gerekir.
Az önce yaptığımız nakiller buna
delildir. Resulullah’ın, Kureyş’in ileri gelenlerinden gelen başkanlık veya hükümdarlık teklifini kabul
etmesi, liderliği ve başkanlığı kendinde toplayarak, ileride bunu İslam davetinin gerçekleşmesinde araç olarak
kullanması, [fıkhî derinlikten uzak yüzeysel bir bakışla] siyaset ve hikmet
babında düşünülebilecek şeylerdir. Özellikle de sultan ve hükümdarın kişiler
üzerinde kuvvetli bir otoritesinin olduğu göz önünde bulundurulduğunda,
ideoloji ve ekol sahiplerinin, halk kitlelerine kendi ideolojilerini ve
ekollerini kabul ettirebilmek için, kendi otoritelerini kullanma
bakımından yönetimi ele geçirme fırsatını kullandıkları bir
gerçektir.
Fakat Resulullah s.a.s. böyle bir
siyasete girmeye ve bunu davası için bir araç olarak kullanmaya asla razı
olmadı. Çünkü, bu bizzat davetin prensiplerine aykırı düşer.
Böyle bir tutumun, siyaset ve hikmet
türlerinden telakkisi (sayılması) caiz olsaydı;
elbette doğruluğu apaçık olan ile yalanını gizleyen bir yalancı arasındaki
fark ortadan kalkardı. Davalarında sadık olanlar, ismi [sözde] hikmet ve
siyaset olan [ilkesiz] geniş bir yol üzerindeki gözbağcılarla
ve deccallarla karşı karşıya kalırlardı.
Şüphesiz ki, bu dinin
felsefesi, her türlü gaye ve vasıtayı kullanmada doğruluk
ve şeref kaideleri üzerinde kurulmuştur [Makyavelist
fırsatçılığı, yalancılığı, aldatmayı kabul etmez]. Nitekim gayeyi ancak doğruluk, şeref ve kelime-i Hak [hak söz,
batıl sözler değil] kıymetlendirir. Aynı şekilde vasıtayı da ancak kelime-i Hak, şeref ve doğruluk
prensiplerinin tayin ve tespit etmesi gerekir [Gayenin sözde ulvîliği, güya bu
gayeye yardımcı oluyor diye, araçların süflî olmasını kabul edilebilir hale
getirmez].
Bundan dolayıdır ki İslam devletinin
sahipleri, birçok hal ve durumlarda fedakârlık ve cihada mecbur
kalırlar. Çünkü tuttukları yol, sağa sola fazla yalpalanmaya izin vermez
[tehdit ve tehlikelerden kurtulmak için eğilip bükülemezler, saldırılara göğüs
germek zorunda kalırlar].
Davette “hikmet” prensibinin, sadece davetçinin işini kolaylaştırmak veya
meşakkat ve felaketleri bertaraf etmek için meşru kılındığını
sanmak yanlıştır. Bilakis davette hikmetin (siyasetin) meşruiyetindeki sır
sadece [Şeriat’in izin verdiği sınırları taşmadan] insanların akıl ve
fikirlerine en uygun gelen yolları denemekten ibarettir [yoksa kolaylık var
diye yanlış ve batıl araçlara yönelinmez]. Bunun anlamı şudur: Durumlar
farklılaşır ve davet yolunun önüne, karşı çıkma ve
yoldan alıkoyma gibi engeller dikilince; işte o zaman hikmet sadece savaş için araç gereç hazırlamak, malı ve canı feda
etmekten ibaret olur [ya da hicret etmek, hicret imkânı yoksa
sabır ve sebatla kendi davanı sahiplenmeye devam etmek olur. Gömlek çıkarıp
davanı terk etmek, “davet yolunun önüne çıkan engeller” karşısında teslim
bayrağı çekmek, Türkiye’de bazılarının laikliği savunmaya başlaması gibi o
engelleri benimseyip savunmaya başlamak, küfür düzenine biat etmek, siyasal düzeyde
İslam’ı savunmayacağı yönünde kâfirlere güvence vermek değil]. Gerçekten
hikmet, ancak birşeyi yerli yerine koymak demektir [Küfür ayaklar altına
alınır, hak ise yüceltilir]. Hikmet ile hilecilik ve teslimiyetçilik arasındaki fark işte budur. …
Özet olarak diyebiliriz ki; bir müslümanın, İslam’ın ahkâm ve prensiplerinden herhangi birini değiştirmeye veya davet ve öğüt vermede hikmete uyma adı altında, Şeriat’ın hudutlarını çiğnemeye ya da onu hafife almaya hakkı yoktur. Çünkü hikmete; ancak Şeriat’ın hudutları, prensipleri ve ahlâkî kaideleri dahilinde sınırlandırılmış ve kayıtlandırılmış olduğu takdirde hikmet olarak itibar olunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder