CUMHURİYET İLAHİYATÇILIĞI:
TEFAKKUHSUZ FIKIH
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM: sünnetsİz ehl-İ sünnet
İSLAM’DA RECM VAR MIDIR, YOK MUDUR? 5
İŞİTMEYEN ÖLÜLER 8
ŞEFAAT MESELESİ 14
NEDEN “ŞEHİT KORONALILAR” DEĞİL DE, “ŞEHİT
SAĞLIKÇILAR”? 27
ADALETİN MUTLAĞI VE İZAFÎSİ 35
HAYRETTİN
KARAMAN, TEKFİR VE “SÜRGÜN İNEK” 37
YÜZYILIN HİZMETİ 52
“SANA NE, BOŞ
VEER” FIKHI 56
İKİNCİ BÖLÜM: MEZHEP VE İÇTİHAT
KAVGANIN PERDE
ARKASI VE PERDE ÖNÜ 70
"USÛL,
USÛL" DİYEREK USUL USUL USÛL'Ü KATLETMEK ("NEREDEYSE GÖKTEN BAŞIMIZA
TAŞLAR YAĞACAKTIR!") 77
BÖLÜCÜ AVINDA 85
HAYRETTİN KARAMAN “FIKIH USÛLÜ”NÜ
GERÇEKTEN BİLİYOR MU? 92
ÜÇ İHTİMAL 99
ÇOK KAFA YORMUŞ AMA ANLAMAMIŞ 105
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: CEMAATLER, TARİKATLAR,
KURUM KURUM KURUMLANAN KURUMLAR
KOLAY DİNİN
YORGUN DİNCİ VE DİNDARLARI 109
DİNDAR BİLİNEN CAMİADAKİ “GİZLİ GÜNDEM”LİLER 117
TEK ADAMLIK VE TEKELCİLİK 122
HOCALAR ŞEYHLER TAMAM.. PEKİ YA SİYASETÇİLER? 131
NEREYE NASIL DAVET? 146
NESEBİ SAHİH OLAN VE OLMAYAN
ÂLİMLER 152
BİR ZAMANLAR ABANT’TA 160
UYARI VE
MÜCADELE 165
UYARDIN
DA NİYE KİMSENİN HABERİ OLMADI? 169
PARTİLER, LİDERLER VE MOLLALAR 171
HAYRETTİN
KARAMAN VE TASAVVUF 175
HAYRETTİN KARAMAN VE FETÖ 180
DİNLER ARASI DİYALOG VE MEDİNE SÖZLEŞMESİ 182
DİNLER ARASI DİYALOG VE MEDİNE
SÖZLEŞMESİ
Prof.
Hayrettin Karaman, Yeni Şafak’ta yayınlanan bir yazısında şunları söylüyordu:
Medine
Vesikası bir toplumun şahsında Peygamber Efendimiz’in ümmete
uygulamak üzere düzenlediği ilk anayasadır.
Bugün etnisiteler arasında olan çatışmalar, kavgalar o
dönemde kavimler, kabileler arasında sürüyordu, Medine Vesikası’nı kabul
edenlerin arasında Yahudiler, Hıristiyanlar ve
hatta müşrikler de vardı, fakat üst yetki sahibi
Hz. Muhammed (s.a.) idi. Vesika bu topluluğun tamamı için “ümmet” ifadesini kullanıyordu. Burada “ümmet”
bir siyasi birliği ifade ediyordu, ama bu birliğe
katılanların dinleri ne olursa olsun onlara
ümmet diyor ve aynı zamanda “bütün insanlığa gönderilmiş başka bir peygamber
olmadığı ve olmayacağı” için potansiyel olarak [müslüman] ümmete dahil olan
diğerlerini de kapsıyordu.
Bu
ifadeler yeterince açık değil. Karaman’ın aşağıdaki sorulara cevap vermesi
gerekiyor:
1. “Bilimsellik”,
bir konu hakkında hüküm verirken, konuyla ilgili bütün verilerin dikkate
alınmasını gerekli kılar. Eldeki verilerin sadece bir kısmını kullanarak çok
sayıda farklı yorum üretmek mümkündür. Bu nedenle, Peygamber Efendimiz
s.a.s.’in hayatının sadece bir bölümünü dikkate almak, İslam’ı tam anlamayı
sağlamaya yetmeyecektir; bütün bir hayatına bakmak gerekir.
Bu
açıdan bakıldığında şu soruyu yöneltmek gerekir: Allah celle celalühu, “Medine
Sözleşmesi” ile İslam’ı “tamamlamış”, Peygamber Efendimiz s.a.s.’in vazifesi de
böylece sona mı ermiştir ki “örnek” olarak ısrarla bu uygulama gündeme
getiriliyor?
2. Medine
Sözleşmesi, Müslümanlar’la Yahudiler’i eşit konuma mı getiriyordu, yoksa
Yahudiler “tabi” durumunda mıydı? Şu madde (ilk madde) ne anlama geliyordu:
“Bu, Peygamber Muhammed (a.s.) tarafından, Kureyşli ve
Yesribli Mümin ve Müslümanlar’la onlara bağlanmış ve katılmış olanlar ve
onlarla birlikte savaşanlar arasında yazılan bir yazıdır (belgedir).”
(Asım Köksal, İslam Tarihi, C. 8, s. 174.)
3. Yahudiler’in
Müslümanlar’a katılıp bağlanması bir “tâbilik” olarak görülmeyecekse, Medine
Sözleşmesi’ni küçük ölçekli bir uluslararası anlaşma kabul etmek gerekir.
Aslında durum buydu, fakat Sözleşme, Yahudiler’e Peygamber Efendimiz s.a.s.’in
izni olmaksızın birilerine savaş açma hakkı tanımıyordu.
Bu
sözleşmede, Müslümanlar’ın tabi olmak zorunda olduğu Kopenhag kriterleri
türünden hükümler de yoktu, AİHM gibi Yahudiler’e yargı yetkisi veren maddeler
de.
Tam
aksine hakem olarak Allah ve Resulü gösteriliyordu. Bununla birlikte Yahudiler,
Sözleşme yapıldığı sırada o kadar da güçsüz değillerdi ve Peygamber Efendimiz
s.a.s. onlara herhangi bir atıfette bulunmuyordu. Onların daha önce sahip
olmadıkları ve Peygamberimiz s.a.s. tarafından kendilerine verilmiş hiçbir hak
yoktu.
Nitekim
daha sonra Peygamber Efendimiz s.a.s. Yahudiler’e Sözleşme’yi çiğnemeleri
nedeniyle savaş açtı ve Medine’de Yahudiler “bir anlaşmanın tarafı olma”
konumunu yitirdiler.
Soru
şu: Peygamber Efendimiz s.a.s. neden yeni bir Medine sözleşmesi ile onlara
haklar tanımadı da topraklarını ellerinden aldı?
4. Peygamber
Efendimiz s.a.s., kendisiyle görüşmek üzere gelen Necran Hristiyanları ile
başlangıçta neden diyaloğa girmedi? Misafir oldukları halde neden yüzlerine
bile bakmadı?
5. İslam,
puthaneleri mescitlerle birlikte koruma altına mı almaktadır? Peygamber
Efendimiz s.a.s. neden Hz. Ali’yi 150 kişi ile Tayy kabilesinin putu Füls’ü
yıkmaya gönderdi? (Köksal, C. 16, s. 103.)
6. Taifliler’in
temsilcileri Peygamber Efendimiz’le Medine’de anlaşma yaptıklarında, Rabbe
(Lât) putunun üç yıl müddetle yıkılmaması teklifleri neden kabul edilmedi?
Onların iki yıl, bir yıl ve bir ay şeklindeki yeni önerilerine niçin hayır
denildi? Puthanenin varlığına niçin müsaade edilmedi?
7. Berâe Suresi ile
müşriklere hangi mesaj verilmiştir:
“Bu, müşriklerin içinden (kendileriyle) anlaşma
yaptıklarınıza karşı Allah ve Resulü’nden bir ültimatomdur/ihtardır. Ey
müşrikler! Haydi, yeryüzünde dört ay daha güvenlikle dolaşın!....” (Tevbe,
9/1-2)
8. Peygamber
Efendimiz s.a.s. vefatı yaklaştığında neden “Arap Yarımadası’nda (başka bir rivayette:
Arap toprağında) iki din bırakılmayacaktır” (Köksal, C. 18, s. 31) buyurmuştur?
(Bu rivayet, Medine Sözleşmesi’nden daha az kuvvetli değildir. Ayrıca, daha
sonraki döneme aittir.)
Ve
yine neden Üsame bin Zeyd r.a.’i görevlendirmiş ve, “Ey Üsame, Allah yolunda,
Allah’ın ismiyle savaşa çık! Allah’ı inkar edenlerle çarpış!...” buyurmuştur?
9. İmam Şatıbî,
ibadetler için aslî ve talî maksatlar ayrımı yapar. Talî maksatlar, ancak aslî
maksadı güçlendirdikleri oranda geçerli olurlar.
Mesela
namazın aslî maksadı Allah’a kulluktur; Cennet arzusu ise bu aslî maksadı
güçlendiren bir talî maksat olarak makbuldür. Riya ile kılınan namaz, aslî
maksadı ortadan kaldıran bir maksada yaslandığı için merduttur.
Peygamberlerin
asıl maksadının Allah’ın vahdaniyetini bildirmek ve insanları şirkten
kaçındırmak olduğu açıktır. O halde neden Peygamber Efendimiz s.a.s.’in şirke
karşı verdiği mücadeleye değil de, sanki “demokrasinin kurucusu ve laikliğin
bekçisiymiş gibi”, daha çok onun din hürriyetine verdiği öneme dikkat
çekiliyor?
Dinde
zorlama olmaması, putperestliğe saygı gösterilmesi anlamına mı geliyor?
10. Bakara Suresi’nde
sözü edilen “bakara”nın kurban edilmesi ile ilgili olarak Elmalılı şunu
söylüyor: Mısırlılar Apis öküzüne tapmaktaydılar. Yahudiler de bundan
etkilenmişlerdi; buzağı olayı da bunu göstermektedir. Bakaranın kurban edilmesi
emredilerek, Yahudiler’in kutsallaştırdıkları ve kurban edilemez saydıkları bir
varlık gözden düşürüldü.
Bugüne
gelirsek, bugünün kutsal inekleri daha soyut varlıklar. Millet
iradesi/çoğunluğun arzusu bir put mesela. Bugünün yükselen değerleri/moda
söylemleri, Apis öküzünün mübarekliği değil, başka şeyler.
Günümüzde,
kimin neyi savunduğunu, ne demek istediğini çoğu zaman anlamak mümkün olmuyor.
Kimileri müslümanları laik ve demokrat olmaya çağırıyor, tuzu kuru ve dünyası
yerinde kimileri de, zekat gibi malî bir ibadetin ekonomik niteliğini unutarak
ve Bakara Suresi’nin daha başında infak etmenin müttekîlerin sıfatlarından
olduğunun belirtildiğini akıllarına getirmeyerek, hayalî ve hiçbir zaman hayata
geçirilemeyecek “ihtiyaçsız; yemeden içmeden yaşayan” bir müslüman birey icat
ediyorlar.
Tuzu
kuruların böylesi ihtiyaçsız müslüman bireylere ihtiyaçları var; çünkü böylece
kendileri büyük malî imkanları sözümona moderniteye karşı cihat için, tebliğ
için, entelektüel donanım için, İslam sanatları için gönüllerince kullanabilir,
yoksul kitlelere de kanaat dersleri verebilirler. Yoksul halk bilgi bakımından
da kanaatkâr olmalı ki, doğru yanlış ne söylenirse dinlesin. Onlar cahilliğe
kanaat etsinler, fakat konuşup yazanlar asla konuşup yazma konusunda kanaatkâr
olmasınlar.
Soru
şu: Bugün acaba mücadele edilmesi gereken tutum ve uygulamalar, Samirî’nin
buzağısı, Taifliler'in putu mu, yoksa birilerinin demokrasi ve laiklik, fikir
ve entelektüel donanım adı altında pompalanan heva ve hevesleri mi?
“... sana gelen bunca ilmin arkasından tutar da
onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz sen de
zalimlerden olursun.” (Bakara, 2/145)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder