SELEFÎLİK TASLAYAN GÜNÜMÜZ MEZHEPSİZLERİNİN HAKİKİ SELEFİ ZAMPARA ŞEYH İBN ARABÎ'DİR







Birçoklarına tuhaf gelebilir, fakat sözde sufî “zampara şeyh” Muhyiddin ibn Arabî ile İbn Teymiyye arasında bazı konularda fikir ortaklığı var.

Mesela ikisi de Kelamcıları aşağılamayı bir marifet zannetmişlerdir.

İkisinin de Allah anlayışı arızalıdır, mücessimeye (Allahu Teala’yı cisimleştirmeye/maddeleştirmeye) kaymaktadır.

Ancak İbn Arabî’nin anlayışı daha berbattır. Nedeni de, İbn Teymiyye’nin sureta da olsa nasslara (ayet ve hadîslere) dayanma iddiasında bulunması, İbn Arabî’nin ise nassları boş vermesi ve “keşf” adını verdiği kendi işkembe mahsulatını millete yedirmesidir.

Bu zampara soytarının “keşf” edebiyatı yaparak “maneviyat” türküsü söylerken Allah inancının materyalizme ve maddeperestliğe (madde tapınmacılığına) kayması gerçekten ironiktir. Ne yazık ki, bu sapık şarlatanın hezeyanları, maddî varlıklara tanrısallık atfetmesi anlamına gelmektedir.

İbn Arabî ile İbn Teymiyye’nin ortak yanları bunlarla sınırlı da değildir.. İkisi de cehennem azabının ebedîliği konusunda, nassları devre dışı bırakmak anlamına gelecek şekilde laga luga yapmış durumdalar.

Yine, ikisi de âlemin kıdemi konusunda zırva anlamına gelen faraziyeler üretmiş bulunuyor. 

Bu noktada İbn Teymiyye’nin çelişkisi daha büyüktür, çünkü sözde felsefe karşıtı olan bu sivri zeka, tam da böyle yaparak Eski Yunan filozoflarının peşine düşmüş durumda.

*

İbn Arabî’nin mutasavvıf ve şeyh olarak bilinmesinden hareketle birçokları onun Türkiye’deki geleneksel tarikatçılar gibi “dört mezhep”ten birine müntesip olduğunu (yani sünnî ya da Ehl-i Sünnet’ten olduğunu) zannetmekteler.

Gerçekteyse bu zampara şarlatan “mezhepsiz” kategorisine girmektedir. Tabiî bu pratikte (“usul” ve içtihad yeterliliği bulunmadığı için) kendi kişisel mezhebini (sapıklığını) oluşturma, heva ve hevesine göre bir din icat etme anlamına gelmektedir.

Türkiye’deki selefî geçinen “kitap yüklü eşekler” taifesi (Ki bu gösteriş budalaları kitap dizili rafları arkalarına alıp kameralara poz vermeyi, malumatfuruşluk yapmayı pek severler), gerçek seleflerinin İbn Arabî soytarısı olduğundan ve onun izini takip etmekte bulunduklarından habersiz durumdalar. Prof. Süleyman Uludağ, İbn Arabî adlı kitabında şöyle diyor:

İbn Arabî, Davud-i Zahirî tarafından kurulan ve Endülüslü İbn Hazm tarafından geliştirilen zahirî mezhebine bağlanmıştı. Bunun için ibadette zâhiri, itikadda (tasavvufta) bâtınî idi denilmişti. Ameldeki mezhebi zahirî olan ve kıyası reddeden İbn Arabî'nin itikaddaki mezhebi ne Eş'arilikti ne de Maturidilik. Bu hususta o, selef akidesini benimsemiş ve bu çerçevede ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebine sâdık kalmıştı.”

“Mavi boncuk” distribütörü akademik “ne şiş yansın ne kebap”çı açıkgözlüğün tipik örneklerinden biri olan bu satırlarda doğru olan taraf, İbn Arabî sapığının hak mezheplerden hiçbirine müntesip olmamasından ibaret.

Selef akidesini benimsemesine gelince.. 

Selef akidesini değil, Türkiye’deki selefî geçinenlerin ekseriyeti gibi kendi hezeyanlarını akide haline getirip benimsemiş durumda. 

Onun için “Selef akidesini benimsemişti” demek, selefe iftira olur. Selefi tanımamaktır. 

Bu zampara Endülüs eşeği için ancak şu söylenebilir: Selef akidesini benimsediğini söyleyerek ümmeti aldatmaya çalışmış ve bir ölçüde muvaffak olmuştur.

*

Ehl-i Sünnet’ten olması iddiasına gelelim.. 

Bu da, Süleyman Uludağ’ın Ehl-i Sünnet’e iftirası.. Zırvalarının birçoğunun küfür olduğu hususunda ittifak bulunan biri nasıl Ehl-i Sünnet’ten olabilir?! Onu savunanlar bile, istisna durumundaki birkaç aptal dışında, kitaplarının okunmasının caiz olmadığını söylemek durumunda kalmıştır.

Endülüs’ün (Nizam kıza olan tutkusunu ilahî aşk gibi göstererek milleti aldatmaya çalışan) şarlatan zamparasının mezheben Zahirî olmasına gelince.. Aslında Zahirî bile değil, düpedüz mezhepsiz.

Prof. Cağfer Karadaş şöyle diyor:

“Kendisini herhangi bir mezhep ile sınırlamayan İbn Arabi fıkhi konularda çok rahat davranmış, diğer fakihlerin ictihadlarını [meseleler hakkındaki görüşlerini] sıraladıktan sonra kendi hükmünü ortaya koymuştur. Kendisinin İbn Hazm'ın (ö. 456/1064) mezhebine nispet edilmesinden rahatsız olacak ki bunu reddetmek sadedinde, "Beni İbn Hazm'a nispet ettiler. Gerçek şu ki ben, 'İbn Hazın şöyle diyor' diyen kimselerden değilim” diyerek söz konusu nisbeti reddettiği gibi, "Falan bu konuda şöyle diyor" şeklindeki taklitçiliği de benimsemediğini ifade etmiştir. Futuhat'ta, kendisinin ne zahire takılıp kalanların ne de zahirden tamamen uzaklaşmış Batınilerin izinden gittiğini, bilakis "orta yol"u takip ettiğini vurgulamıştır.

İctihad konusunda hiç bir kayıt öngörmeyen İbn Arabi, müctehidin halkın zorluklarını giderici yönde karar almasını ve yasaklama yoluna başvurmamasını önermektedir.

“Cağfer Karadaş, Muhyiddîn İbn Arabî ve Düşünce Dünyası, Ankara: Otto Y., 2018, s. 69.)

Görüldüğü gibi, sahtekâr şarlatan mutlak müçtehit havalarında.. İmam-ı Azam’mış, İmam Malik’miş, İmam Şafiî’ymiş, İmam Ahmed bin Hanbel’miş, hepsi vız gelip tırıs gidiyor.

Burnu havalarda.. Mesela “İbn Hazın şöyle diyor” diyen kimselerden değilmiş.

*

Şunu demek istiyor: 

“Benim için geçmişte yaşamış alimlerden hiçbirinin sözünün bir kıymeti yok.. Ne İmam-ı Azam’ı adamdan sayarım ne İmam Matüridî’yi.. Ne İmam Malik’in sözünün kıymeti vardır benim için ne İmam Şafiî’nin.. İmam Eş’arî’yi ise hiç adamdan saymam..”

Sanki hayatı boyunca kimseden hiçbir şey öğrenmemiş, herşeyi kendisi bulmuş gibi konuşan bir kibir abidesi..

"Falan bu konuda şöyle diyor" şeklindeki taklitçiliği de benimsemiyormuş..  “Filan şöyle diyor” dersen ne olur, boyun mu kısalır?!

Endülüs’ün bu burnu havalarda sapık öküzü, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i bile (kendisini “altın kerpiç”, Rasulullah’ı ise “gümüş kerpiç” ilan ederek) aşağılayıp tahkir ederken İmam-ı Azam’a hiç değer verir mi?!

Ümmetin en hayırlıları olan ilk üç nesil (sahabe, tabiîn, tebe-i tabiîn) zamanında yaşasaydı, bu “ahbın kerpiç”e, işkembesinden ihraç ettiği zırva ve hezeyanları yedirirlerdi, fakat cehaletin yaygınlaştığı, riyakârlığın prim yaptığı bir dönemde hayat sürdüğü için, hem sapıklığa meyyal olanların desteğini almış, hem de her palavraya inanmaya müheyya saftirikleri rahatça aldatabilmiş.

*

Bu zampara sapığa söylenmesi gereken şu: 

Ulan öküz, mesela bir hastalık için tecrübeli bir hekimden “Falan bu konuda şöyle diyor” diye bir tedavi usulü nakledildiğinde “Bırakın şu ‘Falan bu konuda şöyle diyor’ taklitçiliğini…” mi diyorsun?!

Yahut bir sanat söz konusu olduğunda herşeyi sen kendin sıfırdan mı icat ediyorsun?! O konuda birilerinin daha önce söylemiş olduklarını hiç kaale almıyor musun?!

Hayır, bu kibir abidesi Endülüs öküzü, sıra İslamî ilimlere gelince “Herşeyi ben bilirim, ben icat ettim, Peygamber'in bile eksiklerini ben tamamladım” havalarında..

İctihat anlayışı da tam bir rezalet.. İctihat için ne bir kayıt tanıyormuş, ne usul.. Salla gitsin!.. Yeter ki “yasaklayıcı” olma!..

Böyle bir soytarıdan ne sonuncu, ne şucu bucu velî olur.. Ancak din istismarcısı bir şarlatan olur..

Velî de olur tabiî, ama İblis’in velîsi..

Bu sapığın evliyaullahtan olması mümkün değil.. Fakat evliyauşşeytanlık kostümü üzerine cuk diye oturuyor.

*

Aslına bakılırsa, Endülüslü kaşar zındığın zırvaları, İbn Arabîcilik yapan şeytanlaşmış tipler ile onları birşey zanneden saftirik müslümanlar için “devasız bir dert” durumunda..

Endülüs’ün kitap yüklü eşeği İbn Arabî’nin peşinden gidip, bir mesele hakkında "Falan bu konuda şöyle diyor" denilmesini tıpkı onun gibi uygun bulmuyorlarsa, bunu Endülüslü soytarı için de yapmaları, onun “hak ile batılı karıştıran” zırvalar koleksiyonunu çöpe atmaları gerekiyor.

Evet, ortada devasız bir dert var..

Endülüs sıpasının lafını dinleseler, oturup bütün kitaplarını yakmaları, “İbn Arabî bu konuda şöyle diyor” demeyi ebediyen terk etmeleri gerekiyor.

Yok, “İbn Arabî bu konuda yanılmış, tabiî ki onun bir konuda ne demiş olduğu önem taşır” diyorlarsa, bu kitap yüklü eşeğin başka konularda da yanılmış olduğunu kabul etmeleri şart.

İbn Arabîci saftiriklerin derdinin devası yok.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...