İNGİLİZLER'İN, İŞBİRLİKÇİ ADAMLARI SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK'ÜN BAŞARISI İÇİN YAPTIKLARI UNUTULMAZ HİZMETLER







UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 68

 

Geçen bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün TBMM’ye başkan seçilince yaptığı teşekkür konuşmasından bazı bölümleri aktarmıştık.

Meclis’in Hilafeti ve Saltanatı kurtarmaya karar verdiğini söylüyor ve (Ord. Prof. Dr. Velidedeoğlu’nu sadeleştirmesine göre) “Yüce Tanrı’nın yardımından ve desteğinden umutlu olarak çalışacağını, “cihan padişahı olan Efendisi Hazretleri’nin [Sultan Vahideddin’in] sağlık ve esenlikle yüce tahtlarında sürekli kalmasını Tanrı’nın lütfundan yakardığını (niyaz ettiğini)” ifade ediyor.

Ardından bir de, Hamdullah Suphi’nin kaleme aldığı bir metni TBMM’nin ilk bildirisi olarak kamuoyuna açıklatıyor.

Bildiride söylenen şu:

“… Millet Meclisi, Halife ve Padişahımızı düşman baskısından kurtarmak … için çalışıyor. Biz vekillerimiz ulu Tanrı ve yüce Peygamberi adına yemin ederiz ki Padişah’a ve Halife’ye isyan sözü bir yalandan başka bir şey değildir….  … din ve uluslarının şerefi için kan döken kardeşlerinizi arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin…. Ta ki din son yurdunu kaybetmesin! … Tanrı’nın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun ve kutsal yardımı, Halife ve Padişahımızı, ulusu ve vatanı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.” (Velidedeoğlu, s. 29-31.)

(Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk Meclis, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi armağanı, 1999, s. 29-31.) 

Takiyye ve yalanın bini bir para..

*

TBMM’nin açılışından 10 gün sonra, 3 Mayıs 1920 Pazartesi günü İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) oluşturuluyor.

Bakanlık sayısı 11.. Biri Şer’iyye Vekaleti (Şeriat İşleri Bakanlığı).

Dr. Rıza Nur da Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olarak hükümette yer alıyor.

Rıza Nur’un Maarif vekili olması tesadüf değil, oldukça birikimli; eserlerinin sayısı 70'i buluyor, bunlardan Türk Tarihi 14 cilt. (Ve de sonradan kaleme aldığı Hayat ve Hatıratım adlı dört ciltlik kitabıyla Atatürkistlerin en büyük baş ağrısı.)

Hükümet programına gelince..

Temel amaç olarak şu gösteriliyor:

“Yüksek Meclisimiz adına işe başlamış olan İcra Kurulumuzun üzerine aldığı işler vatanın kurtarılması, Hilafet ve Saltanat’ın bağımsızlığı ve dokunulmazlığı, ulusumuzun … varlığını ayakta tutma amacına yönelmiştir.” (Velidedeoğlu, s. 33.)

Evet, Hilafet ve Saltanat’ın dokunulmazlığından söz ediliyor.

*

Fakat Selanikli, hedefine ulaştıktan sonra (daha Erzurum Kongresi sırasında hempaları Mazhar Müfit ile Süreyya’ya haber vermiş olduğu gibi) Hilafet ve Saltanat’a fena dokunacaktır.

Takiyyeci Mustafa, yalan ve dolanla, takiyye ile hedefine doğru emin adımlarla yürümektedir.

Hükümet programında, “Maarif işlerindeki amacımız, çocuklarımıza verilecek eğitimi her anlamıyla dinsel ve ulusal [millî] bir duruma koymaktır” da deniliyor. (Velidedeoğlu, s. 35.)

Selanikli’nin millete vaadleri bunlar, asıl niyeti ise, eğitimi laik (siyasal dinsiz) ve Avrupaî hale getirmekten ibaret.. Reklamlarda dinden bahsediyor, din istismarı yapıyor, teslimat ise dinsizlikle malul ve meşbu.

Nitekim, o tarihten dokuz ay önce Mazhar Müfit ile Süreyya’ya, tesettürü (İslamî örtünmeyi) kaldıracağını, millete şapka giydireceğini, bin yıllık alfabeyi yasaklayıp Latin alfabesini millete dayatacağını açıklamış durumda.

*

Velidedeoğlu, Meclis binası ile ilgili olarak şunları söylüyor:

“Ankara’da Ulus meydanında, … İlk Meclis binası, İttihatçılar döneminde İttihat ve Terakki Kulübü olmak üzere yapılmış; … İlk Dünya Savaşı’ndaki yenilgiyi izleyen yılda [1919’da] Ankara’ya gelen birkaç yabancı subay ve er tarafından kullanılmış; Atatürk’ün Ankara’ya [27 Aralık 1919’da] gelişinden az sonra, yani 1919 yılının son günlerinde, bu yabancı askerler Ankara’dan kaçınca boş kalmıştı.” (Velidedeoğlu, s. 65.)

“Birkaç” yabancı subay ve ermiş.

1919 yılı başlarında iki bölük kadar İngiliz askeri tren istasyonunda karargâh kurarak istasyonu ve şehri işgal etmişlerdi. Daha sonra bunlara bir Fransız askeri birliği de katılmış ve söz konusu (TBMM’nin faaliyet göstereceği) binaya yerleşmişlerdi. Bu yabancı askerler, Ankara’da 93 kişiyi tutuklamış bulunuyorlardı. (Bkz. Edip Semih Yalçın, “Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. X, s. 29, Temmuz 1994, s. 338-9.)

Selanikli Ankara’ya topla tüfekle, askerle gelmiş değil.. 

Üç otomobille gelmiş.. 

Birinci otomobilde Selanikli, Rauf Orbay, Ahmet Rüstem ve Cevat Abbas, ikinci otomobilde Mazhar Müfit, Süreyya (Yiğit), Hakkı Behiç ve sekreterler, üçüncü otomobilde ise Refik (Saydam), Hüsrev (Gerede) ve hizmetliler yolculuk yapmışlar. (Yalçın, s. 341.)

Soru şu: Selanikli Ankara’ya gelince İngilizler ve Fransızlar neden bunları daha önce tutukladıkları 93 kişiye ilave etmemişler de meydanı onlara bırakıp sessiz sedasız çekip gitmişler?

Hem de kışın ortasında, Aralık sonunun dondurucu soğuğunda?

Niye bu acele?.. Aceleleri neymiş, neden baharı beklememişler?

Bunlar, “Size söz veriyoruz, Mayıs ayı başında burayı size bırakıp gideceğiz” deseler, karşı taraf buna dünden razı, “Bizi ‘tanıdılar’, muhatap kabul ettiler” diyerek öpüp başlarına koyacaklar.

Durum böyleyken bu zamansız acele nedendir?

*

Selanikli Ankara’ya varınca yanındakilerle birlikte Ulus’taki (sonradan TBMM’ye ev sahipliği yapacak olan) İttihat ve Terakki Kulübü binasının önüne geliyor.

Mazhar Müfit Kansu o anı şöyle anlatıyor:

“O zaman bu bina Fransız karargâhı idi. Fransız bayrağı çekilmişti. Fransız yüzbaşısı Doburazo pencere önündeki boşlukta bize bakarak gülüyordu. Binanın karşısındaki bahçede çadırlar kurulmuştu; Fransız askerleri vardı. Onlar da hayretle bize bakıyorlardı.” (Yalçın, s. 343.)

Hayretle bakmaları normal, "Bunları niye tutuklamıyoruz ki?" diye düşünmüş olmalılar. 

Ayrıca, altlarındaki otomobillere de şaşırmışlardır.. Herkesin Tatar arabası denilen yaysız yük arabalarıyla yolculuk yaptıkları zamanda şunlardaki lükse bak!

Normalde Fransız yüzbaşısının kaşının çatılması, suratının asılması gerekir, fakat pişmiş kelle gibi memnun memnun sırıtıyor.

Acep nedendir?

“Çok şükür, emanetin sahipleri nihayet geldiler, buradaki nöbetimiz bitiyor, kurtuluyoruz” diye düşünmüş olabilir mi?

*

Biz tekrar Velidedeoğlu’nun hikâyesine dönelim.. Sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Bu taş bina, … Ankara’nın … hemen dikkati çeken güzel yapılarından biriydi. İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgali ile Misak-ı Milli’yi kabul ve ilan etmiş olan Meclis-i Mebusan’ın [Milletvekilleri Meclisi’nin, parlamentonun] İngilizler tarafından basılması ve kimi üyelerinin yakalanıp Malta adasına sürülmesi üzerine Ankara’da bir Milli Meclis’in toplanmasına karar verilince, bu yapının eksikleri hemen tamamlanmış ve eşyası da … daire ve okullardan … toplanmıştı.” (s. 65.)

Evet, Mondros Mütarekesi’nin akabinde donanmasıyla İstanbul’a çöreklenmiş olan İngiliz (Ki Fransız ve İtalyan gemileri de onlara eşlik etmişti), 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u resmen işgal ediyor.

Yani TBMM’nin toplandığı tarihten bir ay ve bir hafta (38 gün) önce..

İşgalin bir ayağını Meclis’i dağıtmak oluşturuyor; ikinci ayak ise Harbiye Nezareti'nin (Savunma Bakanlığı'nın) ve Osmanlı Genelkurmayı'nın kapısına kilit vurulması..

Telgrafhanelere el koymayı da unutmuyorlar.

Bunları niçin yapıyorlar?

Cevap belli: Selanikli Mustafa Atatürk’e yardım etmek, önünü açmak, işini kolaylaştırmak için..

Selanikli’nin başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı General İsmet İnönü, anlı şanlı İsmet Paşa, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği demecinde şu sözleri boşuna söylemiş değil:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

*

İngilizler Osmanlı Meclisi’ni kapatıyorlar ki, millet, “Devletin zaten bir meclisi var, Selanikli’nin cepheye gidip savaşmak varken tutup Ankara’da yeni bir meclis toplayıp meclisçilik oynamasına ne lüzum var?!” demesin, diyemesin.

Meclis’in (Selanikli’yi adamdan saymayan) ağır toplarını da tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar ki arazi Selanikli için dikensiz gül bahçesi haline gelsin.

Önemsiz gördükleri mebusları da (milletvekillerini de) serbest bırakıyorlar ki bunlar Ankara’ya gidip yeni meclise tabiî üye olarak katılsınlar ve onun meşruiyetini sağlama alsınlar.

Telgrafhanelere çörekleniyorlar ki İstanbul ile Anadolu'nun irtibatı tümden kesilsin ve Anadolu'daki devlet görevlileri (valiler, kaymakamlar, memurlar) mecburî istikamet olarak Ankara'ya yönelip Selanikli'ye biat etsinler.

Genelkurmay'ın kapısına kilit vurmaları ise, Anadolu'daki subaylar ile eratın Ankara'ya kayıtsız şartsız boyun eğmesini sağlamaya yönelik. 

İngilizler'in normalde İstanbul'daki askerî makamları (tehdit vesaire ile) kullanarak Anadolu üzerinde etki kurmaya çalışmaları gerekirken bunlar tutup ellerindeki altın yumurtlayabilecek tavuğu boğazlıyorlar.

Çünkü şunu biliyorlar: İstanbul'daki makamlar görünüşte İngiliz isteklerine boyun eğseler bile el altından başka emirler verecekler.

Selanikli ise İngilizler açısından güvenilir işbirlikçi.. 

Ona güvenleri sonsuz.

*

Ankara’daki İngiliz ve Fransız askerlerinin, Selanikli bu şehre varınca hemen kavgasız gürültüsüz, sessiz sedasız çekip gitmelerinin nedeni de bu.

Yeni meclis İngiliz ve Fransız bayraklarının gölgesi altında toplansa İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’dan bir farkı olmayacak.

Hatta, “İstanbul’daki meclis basılıyor da buna neden dokunulmuyor?” denilecek.

"Selanikli'yi niye tutuklamıyorlar?" sorusu yüksek sesle dile getirilecek. (Ki İngilizler, İstanbul'da birçok kişiyi daha önce tutuklamış oldukları halde Selanikli'ye dokunmamışlar, üstelik Anadolu'ya geçmesi için vize vermişlerdi.)

Böylesi soruların kafaları karıştırmaması için, İngilizler ile Fransızlar’ın Ankara’yı hemen boşaltmaları gerekiyordu.

İnönü’nün belirttiği şekilde Selanikli’nin başarılı olması kararını almış bulunan İngilizler’in zamanlama konusunda hassas oldukları görülüyor.

Demiri ne önce ne sonra, tam da tavında dövüyorlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...