YAHUDİ VE HRİSTİYANLAR'IN HAHAM VE RAHİPLERİNİ RAB EDİNME "SÜNNET"İNİ İSLAM'A TAŞIMAYA ÇALIŞAN İBN ARABÎCİ SAPIKLAR

 



İbn Arabî’nin “keşfiyat”ına hayranlık duyanların hiçbiri, “İbn Arabî şu hususta şunları söyleyerek İslam’ı daha iyi anlamamızı sağlamıştır” diyebilecek durumda değil.

Fakat, onun sözde “keşifleri”nden hareketle savunulan yığınla “sapıklık” var.

Söyledikleinden doğru olanlar (onun keşfi ya da icadı olma anlamında) yeni değil, yeni olanlar da doğru değil.

Hatta, söylediklerinden doğru olanların yeni olmamasını geçtik, yanlış olanların bile çoğu yeni değil.. Plotinus gibi Eski Yunan filozoflarından araklanmış sapıklıklar..

*

Bir önceki yazıda, Aliyyü’l-Kârî rh. a.’in, onu savunma adına yazılmış bir paçavraya cevap verirken dikkat çektiği bazı hususları aktarmıştık.

Devam edelim.. Aynı eserindeki şu ifadeleri, ulemadan bilinip de İbn Arabî’yi savunanların akıl yürütüş biçimini anlamak bakımından iyi bir örnek durumunda: 

“Yirmibirincisi: Yine yazarın (İbn Arabî'nin) Hz. İsa a.s. ile ilgili bölümde yer alan ifadesidir: ‘… Hz. İsa, ölüleri diriltince, kimileri Hakk’ın ona hulul ettiğini söylediler, kimisi de o (Hz. İsa), Allah’tır dediler ve böylece küfre girmiş oldular. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın Meryem oğlu Mesih (İsa) olduğunu söyleyenler kesinlikle küfre girmişlerdir.” Böylece sözün (kelamın) tamamında küfürle hatayı biraraya getirmiş oldular. Çünkü onlar “Allah” demekle sadece küfre girmiş olmadılar. Küfürleri sadece bu söz değildir. Çünkü bu söz tek olarak ele alındığında haktır, küfür değildir. Yine bunların sadece “O Meryemoğlu Mesih’tir” sözleri de küfür değildir. Çünkü bilindiği gibi Hz. İsa Mesih kesinlikle Meryem’in oğludur. Fakat sadece her iki sözü beraberce söylemelerinden küfre girdiler.’ ”

Bu mantıksız ve karmakarışık ifadelerin lüzumsuz ve anlamsız, içi boş laf kalabalığı ve gevezelik olduğu açık,. Çünkü burada anlatılan hususu, (yazarın meramını anlatma becerisinin yetersizliği gerekçesiyle iyiye yorarak anlamaya çalışan) herkes bilir ve anlar.

Allah’ın Allah, İsa’nın da Meryem’in oğlu olduğunu bilmeyen müslüman mı var, geri zekâlı sapık?!

Ancak, merhum Aliyyü’l-Kârî’nin aktardığı gibi, İbn Arabî’nin bu malumu ilam (Allah’ın Allah, İsa’nın da Meryem’in oğlu olduğunu söyleme) kabilinden gereksiz gevezeliği bile, onun eserlerine şerh yazan (alim bilinen) bazı ahmakları sapıkça düşünceleri savunmaya yöneltebilmiştir:

(Davud) Kayserî, Cündî ve (Molla) Camî gibi Füsus kitabını şerhedenlerin ittifakına göre, Şeyh’in (İbn Arabî'nin) buradaki sözünden muradıbu sözle onlar (Hristiyanlar), Hakk’ı Hz. İsa’ya hasretmekle (inhisar ettirmekle, onun tekeline vermekle) kâfir oldular; oysa ki Yüce Allah herhangi bir şekilde hasr altına alınamaz, aksine o münezzeh olan Allah, tüm alemde tecelli etmiştir. 

Hiç kuşkusuz bu ifade (yorum), Yüce Allah’ın kelamıyla açıkça muaraza durumundadır, çelişkilidir…. Gerçi bunlar görünürde alimlerden gibi gözükseler de, burada … yanılgıya düşmüşlerdir.

Yanılgı kelimesi burada hafif kalıyor, basbayağı sapıtmışlar.. Akılsızlıkta hayvanları aşıp geçmişler.

Sapıtmanın, alimlerden sadece Bel’am’a mahsus olduğunu zannedenler yanılıyorlar.

*

Burada itiraz, Hz. İsa’nın haşa Allah’ın oğlu olarak nitelendirilmesine değil, bu çirkin nitelendirmenin salt Hz. İsa ile sınırlı tutulmasına yönelik olmaktadır.

İşte bunların bu çirkin sözlerindeki saçmalıklara itiraz eden alimlere İbn Arabî’nin akılsız takipçilerinin yönelttikleri suçlama ise, söz konusu alimlerin kışır ve kabuk alimi oldukları, bu herzevekillerin irfanını anlamaktan aciz kaldıklarıdır.

Aslında bu “alim zannedilen İbn Arabîci soytarılar kumpanyası”, “salt Hz. İsa ile sınırlı tutulma”dan söz ederken yanılıyorlar.. Tevbe Suresi’nin 31’inci ayeti, Hristiyanlar’ın olayı Hz. İsa ile sınırlı tutmadıklarını, Hz. İsa’nın yanısıra rahiplerini de “rabler” edindiklerini bildiriyor.

Yahudiler ise, Hz. İsa’yı “rab” kabul etmemekle birlikte, rablik makamını boş bırakmamış, hahamları ile doldurmuşlar.

Yani bu İbn Arabîci dangalakların “itikad”ı açısından meseleye bakılırsa, Yahudi ve Hristiyanlar’ın, hahamlarını ve rahiplerini rabler edinmekle küfürden biraz uzaklaşmış olduklarını söylemek gerekiyor.. Fakat, küfürden kurtulmaları için bu kadarı yeterli olmuyor, “diğer rabler”i de “keşf” etmeleri gerekiyor.

Bunların mantığına göre, müşrik Araplar’ın hatası da, olsa olsa, “tanrısal tecelli”yi sadece Lat ve Uzza gibi “yerli milli” putlarına tahsis etmeleri, Afrikalı yamyamların ve Amerikalı Kızılderililerin totemlerinden “tanrısal tecelli”yi esirgemeleri olur.  

Bu alim zannedilen soytarılar, İbn Arabî’ye dinde verdikleri mevki ile, haham ve rahiplerini rabler edinen Yahudi ve Hristiyanlar’a benzemeyi başarmış durumdalar.

Bununla birlikte, “Sadece İbn Arabî’yi ‘tanrısal keşf’ sahibi yapmakla, ‘sadece Hz. İsa’yı ‘tanrısal tecelli’ye mazhar kabul eden’ Hristiyanlar’ın hatasına mı düşüyoruz acaba?” diye düşünüp düşünmedikleri konusunda birşey demek, keşif sahibi olmamamız nedeniyle, bizim için mümkün değil.

*

Aliyyül-Kârî rh. a.’in İbn Arabî’den aktarıp tenkit ettiği bir başka herze de şöyle:

“Yirmidördüncüsü: Yine aynı bölümdeki şu ifadesidir: ‘Aslında Firavun, tahakküm etme (kahredici güçle hükmetme) mevkiinde idi ve kılıç sahibiydi yani hükümranlık kendisindeydi. Bunun içindir ki şöyle diyordu: “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” Yani hepsi birbirlerine oranla her ne kadar Rab iseler de, Firavun, “Ben sizin en yüce rabbinizim, çünkü kesin ve açık anlamda hükümranlık bendedir” diyordu. Nitekim sihirbazlar bunun doğruluğunu görünce, onun bu davasındaki doğruluğunu bilince, bu manayı ona karşı inkâra kalkışmadılar. Aksine ikrar ettiler ve şöyle dediler: “Ancak bu dünya hayatında hüküm verebilirsin.” Böylece Firavun’un, “Ben sizin en yüce Rabbinizim” sözü sahih olmuş oldu. 

Şimdi sen (İbn Arabî’nin sarfettiği) bu anlamsız ve hiçbir şey ifade etmeyen söze bak…. Mekkî Şeyh diye tanınmış bulunan tevilcinin sözüne gelince, güya bu kişi, 37 yıl, İbn Arabî’nin sözlerine hizmet etmiştir. İşte bu ifade göstermektedir ki, kendisi aptal ve cahilin biridir. Çünkü ömrünü boşa geçirmiştir…. Hatta kendisi için zararlı olanla uğraşıp durmuştur.”

Sihirbazlar, onun yeryüzünde hükümranlık mevkiinde bulunduğunu zaten biliyorlar ve ona hizmet ediyorlardı, fakat onun ilahlık davası güden sözündeki, İbn Arabî’nin saklamaya çalıştığı gerçek anlamı Hz. Musa a.s.’a tâbi olmakla reddedince, Firavun el ve ayaklarını keserek onları katletti.

O sonunda iman eden sihirbazların aksine, Hz. Nuh a.s.’ın risaletinde (peygamberliğinde) hatalar gören İbn Arabî, Firavun’un açıkça küfür olan ifadesini “sahih” (doğru) ilan ediyor.

İslâm dünyasında Asr-ı Saadet’ten uzaklaşıldıkça yaşanan yozlaşmanın boyutlarını anlamak için, hicrî altıncı asırda ortaya çıkmış bir herzevekilin bu türden herzelerini savunmak için harcanan mürekkebin hacmine bakmak yeter de artar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...