Son asırlarda Hallac ve İbn Arabî
gibi Ehl-i Sünnet dışı isimlerin popüler hale gelmesinin, Cüneyd-i Bağdadî
gibi Ehl-i Sünnet’in sınırlarını taşmayan gerçek sûfîlerin, âbide şahsiyetlerin
ise gölgede kalmasının nedenlerinden birini, tekke ve tarikatların birçoğunun bir ölçüde yozlaşmış olması
oluşturuyor.
Hallac ve İbn Arabî
gibi isimlerin bazı boş lafları ile amelsiz (Sünnet’siz), zühdsüz, zikirsiz,
riyazetsiz, “emr-i maruf ve nehy-i münker”siz, cihatsız (cihat şuurundan
mahrum), “azîmet”siz (hatta “ruhsat”sız, fısk u fücurlu) tasavvufçuluk
taslamak, “Allah aşkı” davası güderek “artistlik” yapmak, son dönemlerde prim
yapıyor.
Bu yolda Mevlana, Yunus Emre ve Hacı
Bektaş-ı Velî gibi isimler de istismar ediliyorsa da, en münbit “toprak” olarak
İbn Arabî görülüyor.
Bu gelişmede, oryantalistlerin sapık (Şeriat’ten yan çizen) tasavvufî
cereyanları sanki tasavvufun hakikî temsilcileriymişler gibi gündeme
taşımalarının da etkisi var. (Tipik örnek, İngiliz’in Ibn Arabi Society
adlı kurumu.)
Bunun yanısıra, İslam dünyasındaki laik (siyasal dinsiz) rejimler, Batı taklitçiliğinin (ya da Batı müttefikliğinin ve stratejik ortaklığının) bir sonucu olarak, “yozlaşmış (Şeriat’e aykırı) tasavvuf goygoyculuğunu” rejimlerinin “ilelebet”li istikbali için alttan alta teşvik etmekteler.
İngiliz patentli "yerlilik millilik" ve de "tasavvufçuluk"..
*
Yüzyıllardır İbn Arabî’yi savunmak için de, reddetmek
için de pekçok eser yazılmış bulunuyor.
Savunmak için telif edilmiş olan kitaplardan biri, Şeyh Mekkî tarafından Farsça yazılmış ve Ahmet Neylî tarafından tercüme edilmiş durumda.
Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin ilmî olmaktan uzak ve cahilce bulduğu bu kitap, “Yavuz Sultan Selim’in Emriyle Hazırlanan İbn Arabi Müdafaası” adıyla, yakın zamanlarda, iki ayrı yayınevi tarafından yayınlandı.
Söz konusu kitaba karşı, zamanında, Fıkh-ı Ekber şârihi Aliyyü’l-Kârî rh. a. tarafından bir reddiye yazılmış bulunmakta.
Sözkonusu eserin tercümesi, http://www.islah.de/menhec/men00006.pdf adresinde
mevcut.
*
Burada bir parantez açalım..
Bazılarının İbn Arabî meselesini 17.’nci yüzyıldaki Kadızadeliler-Sivasîler
bağlamında ele aldıkları görülüyor.. Bu, yanlış.. Buradan İbn Arabîciliğe ekmek çıkmaz.
Kadızadeliler’in ilham aldıkları isim olarak İmam
Birgivî gösteriliyor.. İmam Birgivî, Bayramiyye tarikatı
şeyhlerinden Abdullah Karamanî’ye intisab etmiş derviş bir alim..
Bu noktada İmim Birgivî ile Şeyhülislam Ebussuud
Efendi’yi, karşıt iki uç isim gibi görenler de var.. Ebussuud Efendi de İbn
Arabî’nin kitaplarının küfür ifadeler içerdiği ve okunup okutulmalarının caiz
olmadığı yönünde fetva vermiş durumda.
Ebussuud Efendi bu fetvasını, tasavvufa karşı olduğu
için vermiş değil.. Babası tarikat şeyhiydi.
*
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, başta Mevkıfu'l-Akl olmak üzere birkaç eserinde, İbn Arabî’nin kitaplarında “keşf” diye pazarlanmakta olan saçmalık, sakatlık ve sapıklıkları anlatmış bulunuyor.
Aynı şekilde Ömer Nasuhi Bilmen
Hoca da Büyük Tefsir Tarihi’nde İbn Arabî’nin durumunu açık bir
şekilde anlatmış..
Ve bu isimler ne İbn Teymiyyeciler ne de selefî meşrepler..
Dolayısıyla mesele İbn Teymiyyecilik (selefîlik) ve tasavvufçuluk tartışması olarak gösterilemez.
Kaldı ki, İbn Teymiyye tasavvuf karşıtı da değildir.. Son dönemin güzide alimlerinden Nakşbendî şeyhi Seyda Mehmed Emir Er Hoca, Rıhle dergisinde yayınlanan bir mülakatında, İbn Teymiyye'nin tasavvuf anlayışının doğru ve düzgün olduğunu söylemişti.
*
Merhum Aliyyü’l-Kârî’nin söz konusu reddiyedeki bakış açısının anlaşılması
bakımından ondan bazı iktibaslar yapıp değerlendirmelerde bulunacağız.
Şu ifadeler, merhum Aliyyü’l-Kârî’ye ait:
“Onikincisi: [İbn Arabî’nin] Yine
Nuh a.s. ile ilgili bölümdeki ifadesidir. Burada diyor ki: ‘Eğer Nuh, teşbih [Allahu Teala’yı yaratılmışlara benzetme]
ile tenzihi [teşbihten kaçınma] cemetse [biraraya getirse], kavmini de bunlara
davet etse, bu ikisi konusunda ona kesinlikle cevap verirlerdi. Fakat o,
onları açık bir şekilde teşbihe çağırdı, sonra da gizlice tenzihe davet etti.’”
İşte [İbn Arabî’nin] bu iki
kelamı arasındaki tenakuzu (çelişkisi), iki meramı arasındaki zıtlığı ile
birlikte açıkça bir küfürdür. Çünkü burada Yüce Allah’ın
peygamberlerinden birine itirazda bulunuyor.. [Aslında sapık boşboğaz Allahu Teala'nın Kur'an'daki beyanına itirazda bulunuyor.]
Alimler açıkça ifade etmektedirler
ki: ‘Herhangi bir peygamberi ayıplamak küfürdür.’ Ayrıca
[İbn Arabî’nin] gaybı bilme, (geçmişteki)
haberlerle ilgili gaybı bilme iddiası, (Kur’an’ı) kendi reyine göre tefsir ederek,
alimlerin ve velilerin yaptıklarına aykırı olarak, herhangi bir Arapça gramer kuralına bakmaksızın, hale ya da karineye dayalı birşeye bakmaksızın, bunu imandır
diye savunması da yine böyledir (küfürdür).”
Merhum Aliyyü’l-Kârî’nin yukarıdaki açıklaması, İbn Arabî’nin
benzer saçmalıklarının nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda ölçüt olarak
alınabilir.
*
Görüldüğü gibi, İbn Arabî’ye göre, Hz. Nuh a.s.,
kendisinin keşfettiğini ileri sürdüğü “irfan” çerçevesinde tebliğ yapmış olsa,
bütün kavmi olumlu cevap verip iman edecekti. Ancak, zırva keşfine göre, Hz. Nuh a.s.
nasıl tebliğ yapması gerektiğini bile bilmiyor, açıkça söylediğini gizlice yalanlıyordu.
Adamın yediği (keşfettiği) naneye bakın!
Buradan çıkan mantıkî sonuç, Allahu Teala’nın, kimi
peygamber olarak göndereceğini haşa bilmemesi ve yine haşa peygamberlerine
nasıl peygamberlik yapacaklarına dair vehbî (ya da keşfî) bir ilim vermemiş
olmasıdır.
Keşif, İbn Arabî adlı herzevekilin tapulu arazisi..
Haşa Allahu Teala Hz. Nuh a.s. yerine İbn Arabî’yi
peygamber göndermiş olsaydı, mesele bitmiş olacaktı, Hz. Nuh’un bütün kavmi yeterince aydınlanacak ve herhalde müslüman olacaktı.
*
Maalesef, "kerameti kendinden menkul" bir "din şarlatanı" çıkıp bu herzeleri savurabilmiş
durumda.
İşin ilginç tarafı, bu akılsızlıktan ibaret
lafları, birçok kimse keşif ürünü eşsiz hikmet ve irfan olarak
görebilmektedir.
Sizin keşfinizin içine tüküreyim!
Aklı başında bir müslüman, doğal olarak, imanın altı
şartından biri olması hasebiyle bütün peygamberlere inanır, onları tasdik eder
ve İbn Arabî gibi herzevekillerin peygamberlerin risaletine aykırı olmanın
ötesinde, onların risaletini aşağılayan laflarının çirkinliğini hemen
anlar.
*
Yine, İbn Arabî ve İbn Arabîcilere göre, Firavun ve kavmi aslında “ilim denizi”nde
boğulmuştur.
Keşfleri böyle söylüyormuş.
Keşfin bini bir para..
Aliyyü’l-Kârî rh. a., konuyu şöyle açıklıyor:
“Ondördüncüsü: Yine Hz. Musa a.s.
ile ilgili bölümdeki şu ifadesi: ‘Onlar Allah ile ilim denizinde boğuldular,
orada (ayette belirtildiği gibi) Allahu Teala’dan başkaca ensar (yardımcılar)
bulamadılar. Böylece Allah onların ensarı (yardımcısı) oldu. O’nda helak
oldular. Yani Allah’da ebediyete dek yok oldular….'”
Görüldüğü gibi, İbn Arabî’nin yöntemi, bütün mantık ve dil kurallarını bir tarafa bırakarak, aklın ve
naklin verilerine sırt çevirerek, demagoji ve mugalata ile, kimi yerde hak
sözle batılı kastederek, kimi yerde de manayı çarpıtarak, kendisinin keşf
hikâyelerine kanmış olanları aldatmaktan ibaret.
Adama göre, Firavun’un ve kavminin denizde boğulup Allah’tan
başka yardımcı bulamamış olmaları, başka yardımcı bulamayıp da Allah’ı
yardımcı olarak bulmaları anlamına geliyor.
Bu mugalataya keşf diyen ahmaklara sapıklık gerçekten yakışıyor.
*
Aliyyü’l-Kârî rh. a., konuyla ilgili olarak şunu diyor:
Kadî İyad’ın ‘Şifa’ adlı eserinde yer alan ibare şöyledir: ‘Kitabın (Kur’an’ın) nassını, asıl varid olduğu muhkem
manasının dışında bir manaya hamletmek durumunda olan kimselerin küfründe icma [ulemanın ittifakı] bulunmaktadır.
Şarih Dulcî böyle yorumlamaktadır.
Mesela kimi tasavvuf erbabının Hz. Nuh a.s.’ın kavminin ‘Hataları nedeniyle boğuldular ve cehenneme sokuldular’ tarzındaki ayet hükmünü, ‘Onlar sevgi ve muhabbette boğuldular ve bunun ateşinde ebedi kaldılar’ diye yorumlamaları gibi.
İşte bunların bu türden hezeyanları oldukça fazladır.
Bunları söyleyip yazan adam ve onun (onu her konuda tasdik eden, her sözüne doğru diyen) takipçileri için
hadi kâfir kelimesini kullanmayalım, fakat akıl bakımından eşşek sıpasından farksız
olduklarını da mı söylemeyelim?!
Onları mazur görmek için eşşek sıpası olarak görmekten başka çaremiz yok..
Çünkü hayvanlar, akılsız mahluklar oldukları
için mazurdurlar ve onlar için tekfir söz konusu olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder