Gerçek bir hukuk devleti olmak için gerekli yeni bir anayasayı yapmakta
zorlanıyor olmamızın nedenlerinden birini, eski vesayetçi düzeni sürdürmek
isteyen statükocu ve yeniliğe kapalı zihniyet damarının ülkemizde çok güçlü
olması oluşturmaktadır.
Bu statükocu zihniyet yüzünden, mevcut Anayasa’mızda yer alan kimi
kavramlar hakkında ülkemizde bir konsensüs ya da uzlaşma sağlanması mümkün
olmamaktadır.
Bu kavramlardan birisi, milliyetçilik.. CHP’nin
milletin bağrına ve böğrüne saplanan “altı ok”undan biri.. 1924 Anayasası’nın
1937 yılında geçirdiği değişiklikle, Cumhuriyet’in nitelikleri arasında
milliyetçilik ilkesine yer verilmiş olduğu hâlde, 1961 Anayasası’nda bunun
yerine millî devlet ifadesinin kullanıldığını görüyoruz.
1961 Anayasası’nın Kurucu Meclis’te görüşülmesi sırasında bu konu, uzun
tartışmalara yol açmıştır.
Millî devlet tabirini savunanlar, milliyetçiliğin anlamı açık
olmayan bir kavram olduğunu, mesela Almanya ve İtalya’da
kurulmuş bulunan Nasyonal Sosyalist ve Faşist rejimlerin de kendilerini
milliyetçi olarak adlandırdıklarını ifade etmiştir.
*
Sonunda, orta yolcu bir formül olarak 2. maddede “millî devlet” deyiminin
kullanılması, buna karşılık Başlangıç bölümünde Türk Milliyetçiliği’nin uzun ve
ayrıntılı bir tanımının verilmesi kabul edilmiştir.
Böylece milliyetçilik ilkesinin, yanlış anlama ve yorumlara yol açması
tehlikesi önlenmek istenmiştir.
1982 Anayasası ise aynı gaye doğrultusunda 2. madde metninde “Atatürk milliyetçiliği” ifadesini kullanmıştır.
“Atatürk tipi Türk milliyetçiliği” de “ilerleme ve gelişme yolunda ve
milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla
uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterlerini ve başlı
başına bağımsız kimliğini korumaktır” diye
tanımlanmıştır.
Muğlak
ve kendi içinde çelişkili olan bu tanım, “Ateş ile su bir arada bulunsun, ne
şiş yansın ne kebap” demek gibi bir şeydi, ne millîlikten vazgeçiyordu, ne
gayri millîlikten..
Kısacası, bir milliyetçilikten söz ediyoruz, bundan ne anlaşılması
gerektiği başlı başına bir sorun oluyor. Millî devlet diyoruz olmuyor, Atatürk
milliyetçiliği diyoruz, tutmuyor.
*
Ama bundan daha kötüsü, devletimizin laik niteliğinin ne demek olduğu
konusunda bir kafa karışıklığı var.
Milliyetçilik iyi kötü, az buçuk tanımlanmış, laiklik ise tanımlanmadan
bırakılmış.
Bugün
dünyada çok az sayıda devletin anayasasında laiklik ilkesi yer alıyor.
Mesela ABD’de, Almanya’da, Avustralya’da, İsviçre’de, Norveç’te, anayasalarda
laiklik diye bir hüküm yer almıyor. Meksika anayasasında, çok çağdaş bir
devlet olduğu için herhalde, yer alıyor.
Fakat aslında, laiklik ile milliyetçiliği bir
arada savunmak mümkün değildir.
Çünkü,
bir devletin, vatandaşlar arasında bölünme yaşanmasın, kavga çıkmasın
diye bütün dinlere eşit mesafede olmasını savunuyorsanız,
aynı mantıkla, devletin bütün etnisitelere ya da ırklara eşit mesafede olmasını
da savunmanız gerekir.
Ancak, CHP’nin “altı ok”unun mantığa ve tutarlılığa ihtiyacı
bulunmamaktadır.. Onlara mantığı katledip mezara gömmüş mantık edebiyatı,
bilimin defterini dürmüş “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sloganik ezberi
yetip de artmaktadır.. Milletin mantığa meyli yoksa da göz kamaştırıcı
safsataya karşı zaafı var.. CHP’nin ihtiyaç duyduğu iklim ve atmosfer de zaten
bu.
Halkımızın
yüzde 99’unun müslüman olduğunu söylüyoruz, “Yüzde 1 ile yüzde 99 belki
kavga eder, müslüman olmayanları küstürmeyelim” diye bunlar arasında
tarafsız kalıyoruz, fakat, bu ülkede kimisi kendisini Çerkez, kimisi Boşnak,
kimisi Kürt, kimisi Gürcü olarak tanımlarken, “Devlet bunlar arasında
tarafsız olsun, hiçbiri öne çıkmasın, biri öne çıkarılıp da diğerleri
küstürülmesin, belki kavga çıkar” demiyoruz.
Bir ara
bu memlekette hiç Kürt yoktu, herkes Türk’tü.
Şurası önemli: Bu ülkenin tarihinde yaşanmış
bir din savaşı yok. Mesela, laik olmayan Osmanlı’da Ermenilerle dinimiz için
savaştık mı? Hayır, Ermenilerle son dönemde etnik nedenlerle anlaşmazlık
yaşandı.
Ermeniler
hiçbir zaman “Bizim din hürriyetimiz yok” demediler, diyemediler.
Bu
memlekette Osmanlı’da bir Alevî-Sünnî kavgası bile yaşanmadı; devlet, İran
yanlısı ve yandaşı olup da devlete isyan eden Alevileri Yavuz Sultan Selim
döneminde biraz takip etmiştir, onun dışında birşey yok.
Yeniçeri
ocağının kendisi bir defa Bektaşî-Alevî..
Ama
laik Türkiye’de Çorum, Sivas, Kahramanmaraş olayları yaşandı.
Hani
laiklik, din ve mezhep kavgalarını önlüyordu, barışı sağlıyordu?
*
Bugün
Türkiye’deki terör olaylarının temel nedeni din ve mezhep farklılığı mıdır,
yoksa devletin bir dönem aşırı bir etnik milliyetçilik gütmüş olması mıdır?
Milliyetçiliği savunursanız, adam milliyetçi oluyor; ama kendisini Kürt
olarak görüyorsa, Kürt milliyetçisi oluyor. Ondan sonra da al başına belayı.
Din bu ülkenin çimentosuyken, birleştirici unsuruyken, sen tutar pratikte
dinsizlik ve din düşmanlığı anlamına gelen bir laiklik propagandası ve
uygulaması yaparsan, adam tam laik olur, üstüne de Marksizm sosu döker, biraz
da devrimcilik ekler, ondan sonra “Ben bu terör sorununu nasıl çözerim” diye
düşünür durursun.
*
Devletin
din kurallarına uydurulmaması ifadesi de yanlış yorumlanmaya ve istismara
açık bir düşünceyi yansıtmaktadır.
Din
sana “İnsanların canına, malına, namusuna göz dikme, tecavüz etme” diyorsa, sen
de devlet olarak bu kötülükleri yasaklamaya çalışıyorsan, bu, laikliğe
aykırı mıdır?
Devleti din kurallarına uydurmak mıdır?
Peki
neden devletin dinsizlik kurallarına uydurulmaması diye bir
düşünceyi dile getirmiyoruz?
*
Öte yandan, bugün, Batı’da “sosyal devlet” kavramı geliştirilmiş bulunduğu
için bunu alıp anayasamıza eklemişiz.
Bu kavram ya da anlayış, 20. yüzyılda ortaya çıktı.
Kapitalist sistemin düşünce temelini oluşturan liberal
felsefeden esinlenen “jandarma devlet” anlayışı, devletin görevlerini ülkeyi
dışarıya karşı savunma ve yurt içinde düzen ve güvenliği sağlamaktan ibaret
görmekte; devletin ekonomik hayata müdahalesini sadece gereksiz değil, aynı
zamanda ekonominin doğal kanunlarının işleyişini bozucu nitelikte saymaktaydı.
Batı toplumlarının 19. yüzyıl içindeki değişimi, “devlet kontrolünden uzak
biçimde kendi kurallarına göre işlemeye terk edilen” piyasa ekonomisinin
sanayileşmeyi büyük ölçüde gerçekleştirdiğini, fakat ağır sosyal sorunlara yol açtığını, gelir ve
servet eşitsizliklerini arttırdığını, sınıf çatışmalarını yoğunlaştırdığını
ortaya koymuştur.
Bu durum karşısında Batı toplumları, klasik jandarma devlet anlayışını terk
ederek, gerekli sosyal tedbirleri almaya başlamışlardır.
*
Ancak İslam, bu sosyal tedbirleri zaten çok önceden zekât, fıtır sadakası,
kurban, sadaka vs. gibi mekanizmalarla kurmuş olduğu için biz Batı’daki türden
sosyal çatışmaları yaşamadık.
Bazılarına göre, Hristiyanlık ile İslam farklı, o halde Türkiye’nin
laikliği kendisine göre olmalı, Müslümanlara, Batı’da Hristiyanların sahip
olduğu hakların benzeri verilmemeli, çünkü İslam, Hristiyanlığın aksine sosyal
ve siyasî düzenlemeler de getirmiş bir din.
Din
“İlim Çin’de de olsa gidip alınız”, “Hikmet, müminin yitiğidir, nerede bulursa
alır” diyorsa, bu, geniş görüşlülüktür, ileri görüşlülüktür, akla ve hikmete
uygun davranıştır.
Peki
laik devlet neden, “İyi şeyler dinde varsa, onu da alırız”
diyememektedir?
Laikliğe
göre, dinde hiç mi iyi birşey bulunmamaktadır?
Evet,
laikliği, “devletin din kurallarına asla uydurulmaması” olarak anlamak, bağnazlıktır,
dar kafalılıktır, elindeki nimetin kıymetini bilmemektir.
Açıkça
dini aşağılamak, bütün kötülüklerin
başı gibi görmektir.
*
Bugün anayasamızda “eşitlik” ilkesi de yer almaktadır. “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç,
din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir” deniliyor.
Bizdeki
laiklik ilkesi ile bu eşitlik hükmü de çelişmektedir.
Çünkü
bizdeki laiklik, başka siyasî düşüncelere, felsefî inançlara, bu milletin dini
olan İslam karşısında ayrıcalık ve üstünlük tanıyor.
Devletin
din kurallarına uydurulmasını yasakladığın zaman, bundan kastedilenin İslam
olduğu biliniyor. Ama, başka siyasî düşünceler ve felsefî inançlar için
böyle bir yasak yok.
Şimdi
bu, eşitlik midir?
Eşitlik
buysa, eşitsizlik nedir?
Bugün
Türkiye’de cuma gününün tatil olması istenilse, hemen bazıları, bunun laikliğe
aykırı olduğunu söyleyeceklerdir.
Peki, Hristiyan’ın
pazar günü tatil olduğu halde neden bu, laikliğe aykırı kabul edilmiyor?
Neden Yahudi’nin
cumartesi gününün tatil olması laikliğe aykırı değil?
*
Anayasamızda
bu eşitlik hükmü vardı, fakat daha yakın zamanlara kadar, bu ülkede birilerinin
kendilerinin Kürt olduğunu söylemeleri suçtu.
“Türkiye’de
Kürt var” diyen hapse atılıyordu.
Demek
ki, anayasada parlak ve güzel ifadelerin yer alması tek başına yetmiyor.
Eşitlik Batı’da gözde bir kavram olduğu için aynen alınıyor, fakat
uygulamaya yansımıyor.
Üstelik, 2010 Anayasa değişikliği ile, özellikle kadınlar için pozitif ayrımcılığı kabul etmişiz. “Çocuklar,
yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve
gaziler için” pozitif ayrımcılık yapılmasının eşitlik ilkesine aykırı kabul
edilemeyeceği hükmünü getirmişiz.
Yani eşitlik ilkesi, birçok yerde faydasız ve gereksiz; pozitif ayrımcılık altında eşitsizlik kurmak gerekiyor.
Eşitliğin
faydalı ve gerekli olduğu yerde de, çoğu
zaman Türkiye Cumhuriyeti olarak bunu uygulamıyoruz.
George
Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” romanındaki anayasa hükümlerine benzer bir durum
ortaya çıkıyor: “Bütün hayvanlar eşittir, domuzlar daha eşittir.”
Türkiye’de
de böyle bir eşitlik var:
“Bütün
siyasî düşünce, felsefî inanç ve dinler eşittir, ama İslam dışındakiler daha
eşittir.”
“Bütün
dinler eşittir, ama Hristiyanlık ve Yahudilik, İslam karşısında daha
eşittir.”
“Bütün
milliyetçilikler eşittir, ama benim milliyetçiliğim daha eşittir.”
“Bütün
ırklar eşittir, ama benim ırkım daha eşittir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder