Fehmi Çalmuk, 4 Temmuz 2017’de yayınlanan “Recep Tayyip Erdoğan’ı anlamak” başlıklı yazısında şunları söylüyordu:
“… Vatikan destekli CIA stratejisi
ile kurulan “Komünizmle Mücadele” dernekleri örtülü operasyonlar için
bulunmaz bir nimettir. Fethullah Gülen 25 yaşında askerken hava değişimi için
geldiği Erzurum’a ele boş gelmez. İzmir’den tüzük getirmiştir. İkinci dernek
kuruluşu yaptığını Latif Erdoğan’a anlattığı “Küçük Dünyam”
kitabında önemli isimler gündeme gelir. Esad Keşşafoğlu adlı
bir “üsteğmenden” de söz eder… Seferberlik Tetkik Kurulu’nda
görev yapmış olan Esad Keşşafoğlu “kontrgerilla
eğitimi almış” ilk subaylar arasındadır. Yanındaki yedek subay Mehmet Şevki
Eygi’dir. İki kişi daha vardır o dönemde Keşşafoğlu ile yakın
temasta olan. Biri çocukluk ve Kurşunlu Medresesi’nden arkadaşı Mehmet Nuri Yılmaz diğeri Cemalettin Kaplan’dır.”
(https://www.hurses.com.tr/arsiv/Haber-Recep_Tayyip_Erdogani_anlamak/haber-12606)
Mehmet Nuri Yılmaz,
28 Şubat sürecinin Diyanet İşleri Başkanı.. Genelkurmay Başkanlığı’nda
Psikolojik Harp Daire Başkanlığı’nı kuran Albay Oğuz Kalelioğlu’nu
Diyanet’e danışman olarak alan adam.
"Kara Ses" Cemalettin Kaplan
ise, Erbakan tarafından Almanya’ya gönderilen fakat orada Erbakan’a karşı
bayrak açarak teşkilatını darmadağın eden emekli bir müftü.
Çalmuk, yazısının devamında, yukarıda sözü edilen NATO icadı
Gladio tipi örgütlenme hakkında “Ülkenin işgaline karşı koymak
üzere gayri nizami harp yapma teknikleri, hücreleri ve kişileri teşkil edilmiştir”
diyor.
*
Anlaşılan o ki, işgalin yaşanmadığı zamanlarda da (Çok
şükür ki yaşanmıyor) bunlar boş durmuyor, başka işler de çeviriyorlar.
Bunlar kimler derseniz, Çalmuk’un yazısından
anlaşıldığı kadarıyla “Türkiye’nin dört bir tarafından, devlet memuru, esnaf, sanatkar, iş adamı ve emekli”.
Yani siz adamı “sadece” memur zannediyorsunuz, fakat
değil.
Siz sadece sanat/zanaat erbabı zannediyorsunuz, değil.
Sadece işadamı zannediyorsunuz, değil.
Sadece emekli zannediyorsunuz, o da değil.
*
Çalmuk yazısının devamında Prof. Dr.
Esad Coşan hocadan da bahsediyor.
Şunu diyor:
“Almanya’nın München (Münih) kentinde
öğretim üyeliğinde bulunduğunda kendisini olağandışı ziyaret eden Korkut Özal ve Cemalettin Kaplan’dır. Bu cemaate ilk kancadır. Daha sonra Fethullah Gülen’in teması vardır.”
Neden olağandışıysa?
Korkut Özal, merhum Mehmed Zahid Efendi’nin talebesi,
Fethullah’ın değil.
Cemalettin Kaplan da, Erbakan tarafından Almanya’da
görevlendirilmiş isim. Sonradan, MİT’çi işadamı Murat Bayrak’ın
“dolmuş”una binerek Erbakan’a karşı bayrak açtı,
Almanya’da sözde İslam devleti kurup halifeliğini ilan
etti.
Lafa bakın, cemaate ilk kancaymış.
Fethullah’ın teması ise, bu görüşmeden önce..
12 Eylül darbesinden sonra Fethullah Gülen, Esad
Coşan hocaya telefon edip, bazı hocaların başının belaya gireceğini, tedbir
almak gerektiğini müjdeliyor.
Esad Coşan hoca da, bir süre yurtdışına çıkmasının
iyi olacağını düşünüyor, Almanya’ya gidiyor. Ama, Fethullah Gülen’in yurtdışına
gitmesi gerekmiyor.
Sözde aranan adam, fakat asla bulunamıyor. Bulunduğu
zaman da, Naim Süleymanoğlu’nun, akrabası bir MİT’çiyi kaynak
göstererek açıkladığı gibi, Ankara’dan gelen talimatla serbest bırakılıyor.
Hatta, emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in
açıkladığına göre, Fethullah’ın “kazara” yakalanması durumunda TSK’nın bütün
üst kademesi, hatta Kenan Evren bile devreye girebiliyor.
Adam, devletin adamıydı.. Fakat sonradan ABD’ye
kaptırdılar.
Esad Coşan hocaya gelince, bu laik (siyasal
dinsiz) devlet onu hiçbir zaman satın alamadı.
*
Çalmuk sözlerini şöyle sürdürüyor:
“AK ismiyle başlayan
organizasyonların yapıldığı yıllarda Esad Hoca açıktan ‘O’na Hocaefendi filan demeyin…Hoca filan değildir’ diyerek
Gülen’i hedef almıştır.”
Vatandaş abrakadabra ile 28 Şubat’ı es geçiyor.
Esad Coşan hoca bunu, Fethullah’ın 28 Şubat sürecinde sergilediği tavır yüzünden söylemişti.. Çünkü Erbakan'ın kafasından aşağıya "tenafür" boca etmiş, darbecilerin ise "içtihat yaptıklarını, hata etseler bile sevap alacaklarını" söylemişti.. Başörtüsü konusunda da "füruat" mugalatası yapmıştı.
Evet, Esad Coşan hoca Fethullah'a o süreçteki kaypaklığı yüzünden kızmıştı..
Ancak, Fethullah'ın 28 Şubat'taki rolü kahve dövücünün sesi kısılmış hınk deyiciliğinden ibaretti. Fincanı taştan oyan gözünü kan bürümüş gaddar kahve dövücüler şunlardı: İsrail, Amerikan
Dışişleri, uluslararası masonluk, TSK, MİT.
Bu tip, yanlışlarla doğruların harmanlandığı yazılar
ile algı operasyonu yapılıyor, bilinçli ve sistematik bir dezenformasyon
faaliyeti yürütülüyor.
28 Şubat’ın asıl mimarı MİT’çilerden neden söz
edilmiyor?
*
Çalmuk sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ancak iş işten geçmiş, RP’nin en
dinamik tasavvuf geleneği bıçakla kesilmiştir. Yine vaazlarında ‘Kimseye sonuna kadar bağlanmayın. Bir üzüm salkımı gibi sizi alıp
atarlar. Belki esir alırlar. Sizi kurtartacak Kur’an ve Sünettir’ mealindeki
sözleri boşuna değildir.”
Bu, 1990 yılında, Erbakan ve RP için söylenmiş
bir söz. Erbakan’ın da bir ölçüde “derin”lerin kontrolünde olduğunu
ifade için söylenmişti.
Üzüm salkımı örneği ise, teşkilatlanma, birlik
beraberlik, cemaat halinde hareket edebiyatının içyüzüne ışık tutmak için
verilmişti.
İki parmakla en fazla iki üzüm tanesini
tutabilirsiniz, fakat salkım halinde olduğunda, yüzlercesini bile tutmak
mümkündür.
Esad Coşan hoca, günümüzdeki cemaat, parti, dernek vs.
gibi organizasyonların “derinler” tarafından içeriden ele geçirilmekte olduğunu
ve bunlar sayesinde tabandaki bireylerin kolayca kontrol altında tutulup
yönlendirildiğini dile getirmişti.
Zannedilenin aksine, günümüz derin devleti, insanların
teşkilatlı olmasını istemektedir.
Kontrol kolay olsun diye.
Bağımsız, kendi başına hareket eden bireylerden
rahatsızlar.
Eğer Fethullah Türkiye’ye dönseydi, dönebilseydi The
Cemaat (eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi) kontrol
altına alınmış olacak, sorun kalmayacaktı.
Fethullah’ın sorunu, yakayı ABD’ye ve CIA’e kaptırmış
olması, Türkiye’ye dönmemesi ya da dönememesiydi.
Dönseydi, sorun yoktu.
Derin devlet, haşhaşiliğin ve sapıklığın zeki, çevik
ve aynı zamanda yerli ve milli olanını sever.
*
Çalmuk, yazısının devamında, Esad Efendi’nin vefat
ettiği kaza için “Avusturalya’daki kaza öylesine
geçiştirilecek cinsten de değildir” diyor.
Evet, Avustralya’daki kaza geçiştirilecek cinsten
değil.
Hakkında epeyce senaryo yazıldı, Barnabas
İncili vs. gündeme getirildi.
Denilir ki, her katil, cinayet mahalline geri döner.
*
Cemalettin Kaplan ve Fethullah Gülen’den söz etmişken,
merhum Kadir Mısıroğlu’nun onlardan da bahsettiği bir
hatıra parçasını aktarmakta fayda var.
Şunları diyor:
Bu sırada polisin gizlisi aşikârı büromda eksik olmuyordu.
Hatta bir İngiltere dönüşü büromun tarumar edildiğine şahit olmuştum. Gece
içeriye girmişler ve birşeyler aramışlardı. …
Uzun mücadele hayatımda mayıs
böcekleri gibi bir görünüp bir kaybolan çok insan tanımışımdır. Bunlar
ekseriya, kitaplarımı okumuş veya konferanslarımı dinlemiş olmak ve bu suretle
[güya] bana hayranlık duymuş olmak saikiyle yaklaşarak
kısa zamanda etrafımdaki muhabbet halkasına dahil olurlar ve ne gaye ile
gelmişlerse o gayenin husulü hitamında kaybolurlardı. Bunların kimi siyasî polis [istihbarat], kimi bir
heveskâr, kimi de dostluklarını bir mevsimlik olarak icra etmek temayülünde
bulunan iştah ve istidatları kısır insanlardı.
… siyasî iltica hakkı elde ettiğim
ilk günlerde Mehmed Çelik (tabiî gerçek adıysa) adında bir delikanlı, bir
münasebetini bulup benim yakınlarım arasına katıldı. Derdimle hemdert görünen
bu genç, siyasî mültecîliğin tevlîd ettiği bazı pürüzlü meseleleri hall ü fasl
etmek için beni Ouvry Goodman adında bir avukatla tanıştırdı. Bu avukat,
kitaplarımı İngilizce’ye tercüme etmekten … kadar bir sürü meseleyi deruhte
etmeyi tekeffül etti. Bunun için bir ücret talep etmediği gibi ….
… Cemaleddin Kaplan …
kendisini halife ilan etti ve Alman polisinin
müsaadesiyle oturmakta olduğu bir apartman dairesinin kapısına “Hilafet
Devleti” levhasını astırmak maskaralığına kadar bu vadide ileri gitti. … Köln
ve o zaman Almanya’nın başşehri olan Bonn caddelerinde tekbir getirerek
davamızın düşmanlarına pekçok istifade edecekleri malzemeyi akılsızca verdi.
Cemaleddin Kaplan’ı böyle şiddetli
radikal İslamcı göstermeye imale eden aslında bir kısım ajan hüviyetli kimselerdi. Bunlar Türk basınının
bazı gazeteleri vasıtasıyla Cemaleddin’i tahrik ederek yaptırdıkları
hareketleri mübalağalandırılmış haberler haline getiriyorlardı. [Cemaleddin
Türk gazetelerinde “Kara Ses” diye manşet oluyor,
böylece iyice “gaz”a geliyordu. Oyuna getirildiğini anlamıyor, ya da anlamamak
işine geliyor, muhtemelen, rejimi salladığını, Türkiye’nin Humeyni’si
olabileceğini zannediyordu. Merhum Mehmet Kutlular‘ı,
yurtdışında Millî Görüş ve Süleymancılar’la uğraşmaya ikna edememişlerdi, fakat
bunu, bizzat Erbakan’ın Almanya’ya göndermiş olduğu adam eliyle kolayca
gerçekleştirdiler, Millî Görüş Teşkilatı’na esaslı bir darbe vurdular.]
Bununla [Türk derin devleti,
istihbaratı vs.] yamanmak istedikleri Avrupa Birliği’ne bir mesaj verme gayesi
güdüyorlardı. …
Bu düşüncenin fiilî bir müşahedesine
de burada ismini zikretmek istemediğimiz bir askerî ataşe vasıtasıyla
vakıf olmuşumdur. O sırada Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı)
bulunan ve daha evvel Almanya’da büyükelçilik yapmış olan Antakya’lı
milletvekili Vahit Halefoğlu … İngiliz başvekili (başbakanı) Margaret Thatcher‘i ziyaret
etmiş ve onun önüne irticaî faaliyete ait gazeteleri koyduktan sonra şu
mahiyette şeyler söylemiştir:
“Bizim Batı’yla nikâhımızı kıymış olan milletsiniz
[Kökeni İstiklal Harbi’ne ve Lozan’a dayanıyor]. Lakin bu nikah bozulmakta ve
Türkiye bir ortaçağ üslubuyla dinî devlet olmaya
doğru gitmektedir. İşte bunu gösteren vesaik (belgeler)!..”
Margaret Thatcher, Türk ordusunun
Türkiye’deki Batıcı zihniyetin koruyucusu olduğu
yolunda bir itirazla mevzubahs edilen tehlikeyi varid görmediğini söylemesi
üzerine, V. Halefoğlu şu karşılığı vermiştir:
“O kadar güvenmeyiniz. Bu
zihniyetteki insanlar, orduya da sızmışlardır….” …
Burada bir parantez açarak şu
vak’ayı da dikkatlerinize arz edeyim:
Ben Türkiye’ye döndükten sonra,
Cağaloğlu’nda yazıhanemin bitişiğinde Re’sen Emekliler Derneği [isteği dışında
emekli edilen subay ve astsubaylar] vardı. Bir gün orayı ziyaretimde derneğin
başkanı Mehmed Zeki Obuz Bey’le sohbet ediyorduk. Fethullah Gülen‘in adı geçti. Adam ani bir surette
öfkelendi ve:
“Onun Allah belasını versin” dedi.
Hayret ettim ve :
“Siz onun şakirdi (talebesi) veya
muhibbi (sempatizanı) değil misiniz?” diye sordum.
Cevap verdi:
“Ne münasebet! Yalnız benim değil,
350 üyemizin hiçbirisinin onunla en küçük bir alâkası mevcut değildir. Biz
hepimiz kendi halinde dindar subay ve astsubay emeklileriyiz. O adam da
(Fethullah) belki orduya üç beş adamını yerleştirdi. Fakat bu işi öyle mübalağalandırdı
ve öyle şayia haline getirdi ki, hepimizin, ‘Allah’ diyen herkesin ordudan atılmasına sebep oldu. … O bir haindir!”
(Kadir Mısıroğlu, Gurbet İçinde Gurbet, İstanbul: Sebil Y., 2004, s. 107,
117-8, 120, 159-160.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder