Kemalist/Atatürkist
taifenin Fethullahçılara yönelttiği suçlamalar, aynı zamanda kendi ayıplarını
ortaya dökmeleri anlamına geliyor.
“Şecaat arzederken
merd-i Kıptî sirkatin söyler” hesabı..
Mesela Nisan
2018’de odatv.com’da şöyle bir haber yayınlanmıştı:
Yine örgütün üst düzey yöneticileri
tarafından bu evlerde kalanlara verilen talimatta da, “Hakim-savcı olduğunuzda, çalıştığınız adliyelerde namaz
kılmayacaksınız. Tuvalette klozete oturup namaz kılacaksınız. Asker abileriniz
de böyle yapıyor. Sahte kokteyller düzenliyor. Alkol alıyorlar” denildiği
belirtildi.
(https://www.odatv.com/guncel/tuvalette-klozete-oturup-namaz-kilacaksiniz-136355)
Tamam, FETÖ’cülerin
bu tavrı, onların takiyyecilik, ilkesizlik, çıkarcılık ve dünyaperestliğini
sergiler; bu açık.
Fakat, onların
neden böyle davranma ihtiyacı duydukları sorusunu da akla getirmez mi?
Niçin böyle
davranma ihtiyacı duyuyorlardı?
*
Rejimperestler
din, iman, müslümanlık ve namaz düşmanlığı yapmıyorduysalar, böyle yapanların
önünü kesmiyorduysalar, fişlemiyorduysalar, sakıncalı ilan etmiyorduysalar,
“İrticacıdır, rejimimiz için tehlikelidir” diye mimlemiyorduysalar, onlar neden
böyle davranma ihtiyacı duyuyorlardı?
Namaz kılanların
önü kesilmiyor, ikinci sınıf insan muamelesi görmüyorduysalar, FETÖ’cüler niçin
böyle yapıyorlardı?
FETÖ’cülerin soru
çalarak, adam kayırarak hak etmedikleri yerlere gelmeleri suç, ayıp.. Bu,
tamam.
Peki sizin namaz
kılan insanların önünü sırf namaz kılıyor, ya da Şeriatçı diye kapatmanız
haksızlık değil miydi?!
Tamam, soru çalmak
kötü.
Peki ya, soru
çalmaya bile gerek görmeden göstere göstere namaz kılmayanı namaz kılana tercih
etmek, namaz kılanı tasfiye etmek, mesela ordudan atmak, haksızlık değil
miydi?!
*
Bununla birlikte, FETÖ’cüler ve Fethullah’ın
“tabandaki ibadet ehli” kabul edilen izleyicileri işte bu takiyyeci tavırları
yüzünden, bugün başlarına gelenleri kısmen hakettiler.
Birçokları, kendilerini sözde kamufle etmek için gâvur
gibi konuşmayı bile caiz görmeye başladı.
Ve onlardaki bu bozulma ve yozlaşmayı, içlerindeki
“derin” elemanlar körüklediler, desteklediler.
Mesela Hüseyin Gülerce’nin yazdıkları.
Bu adam, The Cemaat’in sözcüsü gibiydi.
Hatta, gibisi fazla, sözcüsüydü.
Ve adam, The Cemaat adına (Zaman
gazetesinin 8 Kasım 2007 ve 10 Kasım 2010 tarihli sayılarında) Atatürkçülük
yaparken, bu takiyyeci güruhtan ona en küçük bir itiraz gelmedi.
*
Evet adam, 2007 yılında “ortak değerler” olarak
şunları sıralamış:
“Atatürk, cumhuriyet, laiklik, demokrasi”.
Devletperestliğe özgü “imanın şartları”.. Ortak iman
esasları.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında “çılgın Türkler”in ilah
ilan ettiği Atatürk var..
Devlet (cumhuriyet) var..
Laiklik, yani siyasal dinsizlik, yani Şeriat
karşıtlığı var.
Demokrasi, yani siyasal halkçılık, Allahu Teala’yı
bırakıp halkı/milleti “hüküm koyucu (şâri’)” kabul etme var..
Dört dörtlük rejimperestlik.
Hüseyin efendi bu dört esasın yanına, lütuf kabilinden
“dinimiz” ile “hukukun üstünlüğü”nü de eklemiş.
Ama hangi hukuk?.. Onu söylemiyor.
Bu “ortak değerler”in hepsi Anayasa’ya girmiş, bir tek
“dinimiz” yok.
O sadece duygu sömürüsü ve istismar aracı.
*
Evet adam,
FETÖ (Fethullahçı Takiyye Örgütü) adına konuşarak aynen şunu yazmış:
“Atatürk, bu
toplumun ortak değeridir.”
Adam daha ne
desin!
Tabiî adamın
yazdıkları kendi içinde çelişkili, tutarsız, fakat sorun değil, çünkü yapmak
istediği şey zaten çelişkili düşünülmesini sağlamaktan ibaret.
Hem
laikliği, hem de “dinimiz”i ortak değer kabul ediyor.
Halbuki,
bunlardan birini ortak değer kabul ettiğinde diğerini edemezsin.
Anayasa’da
“dinimiz”e yer verilmemesinin nedeni de işte bu!
Fakat
laikliğe yer veriliyor.. Çünkü gerçek “ortak değer” o..
Millete
ortak değer olarak laiklik dayatılıyor.
*
Anayasa’da
Atatürk var, laiklik var, demokrasi var, milliyetçilik var, var oğlu var, bir
tek İslam yok.
Atatürkistlere
göre Atatürk, toplumun ortak değeri olmaktan fazla bir şey, Allahu Teala’ya
ihtiyaç bırakmayan, O’nu anmayı gereksiz hale getiren “ulu önder”.. Onun için
açıkça “ilah/tanrı” diyenler de var.
Ve (“devleti
için” FETÖ’nün içinde “hizmet” gören) Hüseyin Gülerce gibiler, “ortak değer”
yaftası altında, bu “Atatürk putçuluğu”nun değirmenine su taşırken onların
içinden bir kişi bile çıkıp “Dur bakalım, n’oluyoruz, o kadar da değil!”
demedi.
Fethullahçı
Takiyye Örgütü’nden bir kişi bile çıkıp ona itiraz etmedi.
Hüseyin
Gülerce’nin Haydar Baş belası gibi utanmaz bir yalancı olduğuna, 2007 yılında
yayınlanan yazısında Selanikli Mustafa Atatürk için kullandığı şu ifadeler
delil olarak yeter:
“Bu milletin evladı olarak mukaddes bildiğimiz bütün değerlere de sahip
çıkmış, saygılı olmuştur.”
Adam daha ne
desin!
*
Selanikli’nin
“mukaddes bildiğimiz bütün değerlere” nasıl sahip çıktığını körler, sağırlar ve
bile bile yalan söyleyen ar damarı çatlamışlar dışında herkes biliyor.
Anlatmayalım.
Hüseyin
efendinin üç yıl sonra, 2010’da yayınlattığı yazısı biraz daha akıllıca, fakat
onda da “Atatürk müslümanlığı hakkında da hüküm vermek bize düşmez, nihai
karar Allah’a aittir” diyor.
Olağanüstü
kibar, nazik, anlayışlı, ince, hoşgörülü, medenî..
Fakat aynı
adam, yıllar sonra, bir zamanlar önünde huşu içinde el pençe divan durduğu Fethullah’ın
müslümanlığı hakkında karar vermeyi Allah’a bırakmadı.
Allah’ın
haşa vekiliymiş gibi onu cehennemin dibine soktu soktu çıkardı, soktu soktu
çıkardı.
Ah
hayatınızda bir kerecik olsun samimi ve dürüst olabilseniz..
Bir
kerecik..
*
Hüseyin
Gülerce, 2017 yılında Karar gazetesi yazarı Akif Beki ile
yaptığı bir tartışmada, söz konusu Atatürk’lü yazılarını gurur ve iftiharla
gündeme getirmişti (Bkz. https://www.odatv.com/guncel/hodri-meydan-akif-beki-de-yazisini-gostersin-127158)
Fethullah
da, Fethullah’ın izleyicileri de, birbirlerinin (Hüseyin Gülerce’de
görülen türden) zırvalarına “Bizdendir, ne söylese yeridir” diyerek “hoşgörü”yle
baktıkları, birbirlerinin yanlışlarına itiraz etmedikleri için, başlarına
gelenlerin bir bölümünü hak ettiler.
Fethullahçı
Takiyye Örgütü’nün Atatürkçülük, laiklik, demokrasi ve cumhuriyet güzellemeleri
yapması, yaptırması, onlara bir fayda vermedi.
Aynı
güzellemeleri yapan, Selanikli’ye arz-ı ihtiramda bulunan, demokrasiye ve
laikliğe iman ettiğini ilan eden, hatta yoz boz kurtçuluğa kadar savrulan diğer
dindarımsı cemaat ve gruplar bundan ibret almalıdırlar.
*
Bu noktada,
Fethullah Gülen’e “Atatürk’e bağlılık” hususunda yöneltilmiş bir suçlamayı
hatırlamak yararlı olabilir.
Star
gazetesi yazarı Elif Çakır, “Fethullah
Gülen’in ‘küçük’ ihaneti!” başlığını taşıyan 16 Mart 2014 tarihli yazısında,
Gülen’in bir çocukluk arkadaşının, Alvarlı Efe rh. a.’in torunu Nakip
Efendi’nin ifadelerine yer vermişti.
Şöyle:
Aşağıda ayrıntılarını aktaracağım, oldukça enteresan bu hikâye üzerine dün Nakip
Efendi’ye telefonla ulaştım.
Nakip Efendi 76 yaşında. Erzurum’da yaşıyor. Alvarlı
Efe Hazretlerinin hali hazırda hayattaki torunlarından ve Gülen’in de Kurşunlu
Medresesinden arkadaşı.
Gülen’in o yıllardaki medrese arkadaşlarından bir
diğerini de [Diyanet İşleri eski Başkanı] Mehmet Nuri Yılmaz olduğunu
aktardı Nakip Efendi. …
*
Mutlaka okumuşsunuzdur Fethullah Gülen’in [hayat
hikâyesini anlattığı] ‘Küçük Dünyam’
kitabının ilk baskısında Alvarlı İmam başlığı altında genişçe bir bahis
var.
Alvarlı Efe Hazretlerinden büyük bir övgüyle
bahsediyor Gülen.
Gülen, ‘Küçük Dünyam’da
Alvarlı Efe Hazretleri’nin hayattayken babası için ‘evladım’ dediğini kendisi
içinde ‘talebem’ dediğini (K. Dünyam, s. 36) anlatıyor ancak
Alvarlı ailesi bunun mümkün olmadığını zaten kitapta bunun gibi pek çok
çelişkinin olduğunu söylüyor.
Nakip Efendi kitapta asıl itirazlarının ise Gülen’in
medrese hocası Sadi Mazlumoğlu Efendi için yazdıkları.
Diyor ki Nakip Efendi: “Gülen’in
hocasına karşı yaptığı davranış sonucunda medreseden atılmak
zorunda kaldığı halde meseleyi -ki Erzurum’da neredeyse infial yaratmasına
rağmen, biz gençliğine, cahilliğine verip affetmeye çalışmıştık- yıllar sonra
kendisini anlattığı kitabında bu kez de medreseden sanki kendisi ayrılmış gibi
anlatmış. Ayrıca ayrılma sebebini de çok sinsice Sadi Efendi’nin
tecrübesizliğine ve saflığına ve aralarındaki anlaşamazlığa bağlamış.”
*
Kitap, gazetede [1991 yılında Zaman gazetesinde] yayınlanmaya başlayınca
haberdar olduklarını söylüyor Nakip Efendi.
Ve Alvarlı Efe Vakfı kurucusu ve aynı zamanda
damatları olan Hattat Hüseyin Kutlu [Gülen’le
röportaj yapmak suretiyle kitabı hazırlayan] Latif Erdoğan’la
görüşerek ‘Sadi Efendiyle ilgili yazılan kısmın hiç de Gülen’in yazdığı gibi
olmadığını, düzeltilmesini’ istemişler.
Düzeltilmiş.
*
Gelelim Gülen’in gerçekte Kurşunlu Medresesi’nden
ayrılma sebebine.
Alvarlı Efe vefat edince yerine oğlu Seyfettin
Mazlumoğlu geçiyor. Seyfettin beyin büyük oğlu Sadi Efendi de
Kurşunlu Medresinde hocalık yapmaya başlıyor. Gülen de onun öğrencisi.
Birgün medresenin önüne jandarmalar geliyor
ve Sadi Efendi’nin kollarına kelepçe takarak ilçedeki
Gürcü Kapı Karakoluna götürüyorlar. Gözaltına alıyorlar yani.
Sadi Efendi’nin başına gelenler bölgede anında
duyuluyor ve halk karakolun önüne yığılıyor. Deyim yerindeyse kıyamet kopuyor o
gün Erzurum’da.
O tarihe kadar böylesi bir hadise yaşanmamış. Hadise
kısa bir süre sonra anlaşılıyor. Meğer Sadi Efendi’den şikayetçi olan,
öğrencisi Fethullah Gülen!
Meğerse bizim Gülen, ‘zaten benden 5-6 yaş büyüktü’
dediği hocasına kızmış ve gitmiş ‘Atatürk aleyhine konuşuyor, bu
adam Atatürk düşmanlığı yapıyor medresede’ diyerek karakola
şikayette bulunmuş. 1955-56 olmalı diyor Nakip Efendi:
‘Bugün
yaşananlara bakınca medresede o gün yaşadıklarımızı hatırlıyorum. Hocasının ellerine kelepçe taktıran, Atatürk düşmanlığı yapıyor
diyerek şikayette bulunan Fethullah Gülen geliyor aklıma. Ve o
gün yaşadıklarımız.”
(https://www.star.com.tr/yazar/fethullah-gulenin-kucuk-ihaneti-yazi-856402/)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder