Önceki yazılarda,
ilahiyat doçenti bir (saçının uzunluğu kısalığı önemsiz) aklı
kısa ve kıt bir kadının KADEM’in dergisinde yayınlanan (Ömer
Nasuhi Bilmen Hoca’nın Büyük İslam İlmihali üzerinden)
Şeriat’e, İslam fıkhına (hukukuna, hükümlerine) çemkirdiği bir makalemsisi
(zırvalar koleksiyonu) üzerinde durmuştuk.
Makalemsinin giriş bölümünde şunu
diyor:
“Bu
çalışmada Büyük İslam İlmihali’nin toplumsal cinsiyet yaklaşımını
yansıtan … ifadeler metin analizi yöntemiyle ortaya konularak
değerlendirilecektir.”
Metin analizi yöntemiymiş..
Laf havalı ve artistik de, bunun metin
analizinden anladığı, ilmihaldeki ifadeleri aktarmak ve sonra da onlara
dair vehimlerini, mantık dışı çıkarımlarını sıralamaktan
ibaret.
Bir önceki yazıda örnekler vermiştik.
Toplumsal cinsiyet kavramı ekseninde
yazdıkları ise, ispata muhtaç faraziye ve varsayımlardan, delilsiz, içi
boş iddalardan ibaret..
*
Superwoman doç., normalde
giriş bölümünde değinilmesi gereken toplumsal cinsiyet kavramı için ayrı bir
başlık açmış: “Toplumsal Cinsiyet Üzerine Tartışmalar”.
Gel gör ki, ortada tartışma diye
birşey yok..
Toplumsal cinsiyetçilik ideolojisinin
reklamı, propagandası, havariliği, “kesin inançlı” müminliği var.
Ey superwoman, madem “tartışma”
diye bir başlık attın, bari toplumsal cinsiyet yaygaracılarına itiraz edenlerin
görüşlerinden bir gıdımcık olsun aktarsaydın ya!..
Bir cümlecik..
Hayır, yok!
*
Superwoman doç.un söz konusu başlık
altında yazdığı ilk cümle şu:
“Cinsiyet
terimi kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade ederken,
toplumsal cinsiyet bu bedenlere giydirilen toplumsal anlamlardır.”
İmdi, ey superwoman, o biyolojik yön
ister istemez kendi toplumsallığını üretir, üretiyor.. Kadın hamile
kalıyor, anne oluyor, çocuğunu emzirecek sütü oluşuyor.. Bütün bunların kendine
göre bir toplumsallığı var.
Topumsal cinsiyet, bu bedenlere
giydirilen toplumsal anlamlarmış, superwoman böyle diyor.
Ağzındaki bakla şu: Bugünün
toplumundaki (geleneksel diye adlandırdığımız erkek ve kadın
rolleri) yaratılıştan gelmez, bunlar sonradan toplum tarafından
(biraraya gelip ilişki kurduklarında toplum diye adlandırılan bireyler topluluğu
tarafından) üretilmiş topumsal anlamlardır; bu anlamlar o cinsiyetlere toplum
(yani "birleşik bireyler") tarafından giydirilmiştir,
dolayısıyla bunları kabul etmek zorunda değiliz.
*
Böylece şu noktaya geliyoruz:
Aslında erkeklik ve
kadınlık diye birşey yok.. Bunlar "toplum" tarafından icat
edilmiş.. Erkek dediklerimizin vücudunda bir fazlalık var, kadınlarda da onun
yerine "rahim" (dölyatağı) denilen bir uzuv mevcut.. Olay bundan
ibaret..
Bu uzuvlara bakarak
"toplum"da erkek ve kadın rollerinden (ve
dolayısıyla erkek ve kadından) söz etmemek gerekir.
Yani toplumda cinsiyet
(erkeklik ve kadınlık) diye birşey olmamalı..
Var diyorsanız, bu, toplum tarafından inşa
edilip üretilmiş, gerçekte var olmayan cinsiyet simülasyonlarını
"toplumsal (toplum tarafından üretilmiş) cinsiyet" olarak insanlara
dayatmak istiyorsunuz demektir.
O halde, bu "toplumsal
cinsiyet"i bir tarafa bırakıp Soner'lere ve Songül'lere baktığımızda
göreceğimiz şey, bunların gerçekte (toplumsal birer varlık olarak) ne
erkek ne de kadın olduklarıdır..
Soner'i erkek olarak görmemiz de,
Songül'ü kadın olarak algılamamız da, toplum tarafından gözümüze
takılmış gözlüklerden kaynaklanmaktadır.
Bu toplumsal gözlükleri
çıkarıp attığımızda özgürleşir, kimin kadın kimin erkek
olduğuna "bireysel" olarak kendimiz karar veririz.
*
Böylece, "toplumsal
cinsiyet"in bağlarından kurtulunduğunda, "cinsiyetsiz"
Soner'i erkek veya kadın olarak görmek insanların "hayal gücüne"
emanet edilmiş olur.
Soner, "toplumsal"dan
bağımsız olarak kendisini ne hissediyorsa odur, erkek hissediyorsa
erkek, kadın hissediyorsa kadındır.
Songül için de aynısı geçerlidir.
Ayşe, "toplumsal
cinsiyet"çiliğin kayıtlarından kurtulup özgürleştiğinde Songül'ü
isterse kadın olarak görür, isterse erkek.. Onu kadın olarak görmesi
"toplumsal cinsiyet"ten kaynaklanan bir şartlanmışlıktır, kendi "bireyselliğini"
yaşayamaması, özgürleşememesi, kendisindeki "yaratıcı"
potansiyeli keşfedememesidir.
Soner ve Songül'ün (toplumsal alanda cinsiyetin
doğal temeli ve kanıtı olarak dile getirilmesi "özgürleştirici
yasakçılık" ve "hürriyetçi sansür"
tarafından artık yasaklanan ve lanetlenen) uzuvlarına
gelince..
Onların (hormon takviyesinin eşlik
ettiği) bir ameliyatlık canı vardır.
Bu da yapıldığında, artık İstanbul
Sözleşmesi'nin mucidi Tayyip efendi Bülent Ersoy'u âlâ-yı vâlâ
ile sofrasında baş köşeye oturtabilir, kızına KADEM'i kurdurabilir,
diğer taraftan da oğlunu rektör yaptığı Hayrettin Karaman'a
"en dindar başkan" diye reklamını yaptırabilir, yine oğlunu YÖK
başkanlığı koltuğuna oturttuğu Emin Saraç Hoca'ya rahatça
sırtını dayayabilir.
Ben de soruşturmalardan soruşturma,
sürgünlerden sürgün beğeneyim.
*
Evet, sen "toplumsal cinsiyet"e
kafa tutup cinsiyete kendi kafandan farklı bir anlam yüklediğinde, benimsediğin
anlam, “kişisel cinsiyet” olacaktır..
“Toplumsal” olmayacaktır,
toplum tarafından benimsenen anlamla ilişkisi bulunmayacaktır.
Şayet toplum, senin yüklediğin anlamı
kabul ederse, bu defa senin keşfettiğin anlam “toplumsal” hale
gelecektir.
Böylece başa dönmüş olacağız, önceki
anlam da toplumsal anlamdı, senin icat ettiğin bu anlam da (Ki
örneğimizde "toplumsal cinsiyetsizlik" demek
oluyor).
Toplumsallık bakımından aralarında bir
fark yok..
Fark, senin, senden önce oluşmuş
olan toplumsal anlamı kabul etmeyip “Bana ne, bana ne, illa da
bu bedenlere benim diktiğim toplumsal anlamlar giydirilecek, bana ne! Ben Soner'i
kadın, Sonğul'ü de erkek olarak görüyorum” diye yerlere yatıp
şımartılmış çocuklar gibi bağırıp çağırmandan ibaret.
Senin dediğin olduğunda “toplumsal”lık
durumu ortadan kalkmış olmuyor ki.. Sadece "sapık bir toplumsallık"
oluyor.
*
Görüldüğü gibi, “toplumsal cinsiyet”
kavramında “toplumsal”a yüklenen anlam ile modernist İslam
güncellemeciliği tahrifat ve tahribat hareketinin kullandığı “tarihsellik”
kavramı arasında paralellik, hatta özdeşlik var.
Şeriat hükümlerinin tarihsel olduğunu
söyleyenler, o hükümlerin belirli bir tarih ve coğrafya (zaman ve
mekân) için geçerli kabul edilmesi gerektiğini, farklı zaman ve
mekânlarda hükümlerin değişebileceğini (hatta mutlaka değişmesi gerektiğini)
iddia ediyorlar.
Mesela Allahu Teala’nın Kur’an’daki
“hırsızın elinin kesilmesi” emrini alalım.. Bunlara göre, bu şart
değildir, farklı bir ceza da verilebilir.. Verilmelidir.
Neden?
Çünkü “el kesme” tarihsel?
Peki tarihsel olduğunun, sadece Kur’an’ın
nazil olduğu döneme ve coğrafyaya hitap ettiğinin, başka zaman ve mekânlar için
geçerli olmadığının “delil”i ne?
Delil yok..
Var da, şöyle: Goldziher gibi
Batılı oryantalistler böyle olması gerektiğini buyurmuşlar.. Allahu Teala ve
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, Goldziher gibi Batılılardan daha mı iyi
bilecek?!
*
“Toplumsal cinsiyet” kavramında
“tarihsel”in yerini “toplumsal” alıyor.. Fakat işlev aynı..
Toplumda erkeğin erkek, kadının da
kadın gibi davranmasından, erkeğin erkekliğinin, kadının da kadınlığının bilincinde olmasından
rahatsızlık duyanlar, bunların toplumsal (toplumun ürettiği)
birer davranış kalıbı olduğunu, yani bireylerin erkeklik ve kadınlığının "görece"lik
taşıdığını, (postmodernizm"in ruhuna uygun olarak) herkesin
kendi erkeklik ve kadınlığına kendisinin karar vermesi gerektiğini, bizim de
karşımızdaki bireyi kadın veya erkek olarak görmekte özgür olduğumuzu kabul
etmemizi istiyorlar.
Böyle olunca, erkek ve kadın olmak da
anlamını yitiriyor.. Ortaya kafa karıştırıcı bir durum çıkıyor: Hayata Soner olarak
başlayıp Songül olarak devam eden ile Songül olarak başlayıp
Soner'leşenin toplumdaki "rol dağılımı" nasıl
olacaktır?
Burada imdadımıza "toplumsal
cinsiyetsizlik" yetişiyor..
Kadınlığı ve erkekliği halının altına
süpürüyor, "Toplumda kadın ve erkek yoktur" diyorsunuz, ortada sorun
kalmıyor.
*
Sığınılacak sloganlar da
hazır.. Sağolsun Fransız Devrimi irticası her kapıyı açan maymuncukları
"gerici beyin"ler için hazır hap olarak "tarihsel"e emanet
etmiş: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik.
Toplumda erkek ve kadın diye
cinsiyetler bulunmadığına, bir erkeğin (kendisini erkek olarak görenin) şunu
"hemcins"i, bunu da "karşı cins" olarak
görmesi yanlış olacağına göre, toplumda erkek ve kadın için farklı düzenlemeler
yapmak ve kurallar getirmek, eşitsizlik ve adaletsizlik olacaktır.
*
Görüldüğü gibi, toplumsallık (toplum
tarafından kabullenilmişlik) anayasalar, siyasal rejimler ve hukuk
kuralları söz konusu olduğunda meşruiyetin temeli kabul
edilirken, kadın-erkek ilişkileri söz konusu olduğunda, o “toplumsallık”
(toplumun ortak aklının ürünü oluş), birdenbire anlamsızlaşıyor,
bütün değerini yitiriyor.
“Toplumsal üstü” (toplumun ve
toplumu oluşturan bireylerin kendi akıllarıyla tespit
edemeyecekleri) bir “adalet” anlayışı ortaya çıkıyor.
Yani toplum, “Bize göre adalet,
erkeğe ve kadına bazı konularda farklı yetki ve sorumluluklar yüklenmesini
gerektiriyor” dediğinde, toplumun bu “adalet” anlayışı kabule şayan görülmüyor.
Böylece, “toplumsal cinsiyet”
hurafesinin mucitlerinin “adalet” anlayışına “tanrısal” (özünde dinî mahiyette)
bir anlam yüklenmiş oluyor.
Çünkü, belirli bir durumda bütün
insanların (toplumun) yanılmış olduğunu bilme ve söyleme hakkı sadece
(o insanları yaratan ve bireysel özellikler bahşetmek suretiyle diğer
canlılardan ayıran) Tanrı'ya ait olabilir.
Sadece Tanrı, “Sizin bireysel ya da
toplumsal kabulleriniz değil, benim ne dediğim önemlidir; ben ne yarattığımı
biliyorum, sizi yaratırken sizden akıl almadım” diyebilir.
*
İşte toplumsal cinsiyet hurafesinin
mucitleri topluma bunu diyorlar:
“Sizin cinsiyet konusundaki toplumsal kabulünüzü,
şuna erkek buna kadın demenizi biz reddediyoruz, bizim sözlerimizi
tanrısal vahiy gibi kabul edecek, bizim tanımlarımıza ve
uydurma adalet anlayışımıza boyun eğip iman edeceksiniz.”
Bu, şirkin, küfrün ve sapıklığın
daniskasıdır.
Söz konusu ilahiyat doçenti aklı kısa
aptal soytarının kafası da aynı durumda..
Müşrik kafası.. Saf ve som şirk zihniyeti..
*
Konu cinsiyet olmaktan
çıktığında “toplumsallık”, demokratik reimin, laik devlet felsefesinin
ve laik hukuk anlayışının temeli haline geliyor.
Öyle ki, toplum (millet) adına
Allahu Teala’ya savaş açılabiliyor.
Fakat bu “topumsallık”, bir tek,
toplumu “toplumsal cinsiyetsizliğe” çağıran “toplumsal cinsiyet”
yaygarasına söz geçiremiyor, onun karşısında ellerini havaya kaldırıp teslim
oluyor.
Kısacası, “toplumsal cinsiyetsizlik”
söylemi, modern toplumun “soyut tanrısı” ya da “put”u haline
gelmiş durumda..
Ancak, o söylemi icat eden sapıklar
soyut değil.. Yiyip içip tuvalete giden kanlı canlı, etli butlu canavarlar
(can-âverler, can sahipleri).. (Dil-âver, cenk/ceng-âver.)
Dolayısıyla, o soyut putlara
(ideolojik söylemlere) tapanlar aslında o söylemleri icat eden şeytanlaşmış
sapık “uygar ve çağdaş” canavarlara tapmış, kulluk etmiş oluyorlar.
*
Bu canavarlar, o bildiğimiz
canavarlardan daha aşağılık.. Bel hum adall.
Bütün toplum bir yana, bu söylem ve bu
söylemin sahibi aşağılık sapık canavarlar bir yana..
Toplum, bu söylemsel puta ve onun
yontucusu pisliklere zihniyet düzeyinde secde etmek zorunda..
Düşünün, felsefeci bile değil, ilahiyatçı bir
bayan bu putperestliğin tebliğcisi olarak makalemsi yazıyor.
Salak bir de başında başörtüsü taşıyor,
kim bilir o başörtüsüyle kendisini nasıl dindar zannediyordur bu dangalak..
Halbuki, meddahlığını ve borazanlığını yaptığı zihniyete göre kendisinin de
(toplumsal cinsiyetçi olmamak için) erkekler gibi takke giymesi
gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder