Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadar altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti.
Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
Hüküm onun, canla başla kabul ederiz. Onun buyruğu yürür bizce.
Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
Kadı dedi ki: Her biriniz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de.
Bakalım hanginiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın.
Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir (hırs'sızdır) onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
Onlar, tembelliklerini (zühdü) senet (dayanak) edinmişlerdir. Çünkü onların işini Tanrı başarır.
Halk, Tanrı'nın işini görmez. Bu yüzden de sabah akşam (Tanrı önündeki) dilencilikten (yalvarıp yakarmaktan) vazgeçerler.
Evet, tembelliğinizi söyleyin de sırrınızı anlayayım, tembelliğinizin derecesini bileyim.
Şüphe yok her dil, gönüle perdedir. Perde deprendi mi sırlara erilir.
Kebap olmuş bir et parçası kadar küçücük bir perde yüzlerce güneşi örter.
Hattâ söz, yalan bile olsa sözdeki koku, onun doğru, yahut yalan olduğunu haber verir.
Çayırlıktan, çimenlikten gelen yel, külhandan esip gelen yelden farkedilir.
Doğru sözle ahmağı aldatan yalan misk ve sarımsak kokusu gibi nefesten anlaşılır.
İkili oynayan münafık dostunu, münafıklığından anlamıyorsan ondan gelen pis kokudan anla.
Puştların nârasiyle babayiğit erlerin narası, tilkiyle aslanın sesi gibi farkedilir.
Yahut da dil, tenceresinin kapağına benzer. Oynadı, açıldı mı içinde ne yemek var, anlarsın.
Aklı keskin adam, tencerede tatlı yemek mi var, sirkeli ve ekşi aş mı? Dumanından anlar.
Biri, yeni bir çömlek almak istese alırken çömleğe elini vurdu mu kırıksa derhal anlar, kırığını görür.
Çocukların biri dedi ki: "Ben adamı, sözünden derhal anlarım. Söz söylemezse üç gün içinde yine ne haldedir, nasıl adamdır? Anlar, bilirim."
Öbürü, "Söylerse anlarım, söylemezse onu söz söylemeye mecbur eder, sıkıştırırın" dedi.
Kadı dedi ki: Ya o bu hileyi duymuşsa. Ağzını kapar, susar, hiç söz söylemez.
Hani ananın biri, çocuğuna dedi ki: "Geceleyin sana bir hayal görünürse,
Mezarlıkta, yahut korkulu bir yerde kin güden kapkara bir hayal görürsen.
Gönlünü sağlam tut, üstüne saldır. Derhal senden yüz çevirir."
Çocuk dedi ki: "Bu deve benzeyen hayale de anası, bu sözü söylemişse,
Ben ona saldırdım mı o da benim boynuma sarılır, anasının emrini tutar. O vakit ben ne yaparım?
Sen 'Çevik dur, korkma!' diyorsun. O çirkin hayalin de bir anası vardır elbet."
Şeytana da akıl öğreten tek birisi, insana da. Kuvveti, kudreti olmasa bile düşmana üst gelen, O'nun lûtfiyle üst gelir.
O Halîm (Allah) nerdeyse Tanrı hakkiyçin, Tanrı hakkiyçin sen de o yana yürü, o tarafta ol.
Kadı dedi ki: "Hile yapar, söz söylemezse, o er, senin hileni anlarsa...
Sırrını nasıl öğrenirsin? Doğru söyle." Çocuk: "Onun önünde susar, otururum.
Çıkacağım yere sabrı merdiven yapar, 'Sabır ferahlığın anahtarıdır' sırrına ererim.
Fakat huzurunda otururken bu âlemin neşe ve gamına ait olmıyan bir söz, gönlümden coşuverirse.
Artık bilirim ki Yemen ülkesine Süheyl yıldızını yolladığı gibi bu sözü de bana veren odur.
Gönlümden kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü, gönülden gönüle pencere vardır."
(Mevlânâ, Mesnevî, C. 6)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder