Cemaat konulu yazılarda, hadîs-i şerîflerde kast edilen cemaatin, (başında İslam
halifesinin bulunduğu) ümmet devleti olduğunu delilleriyle açıklamıştık.
Türkiye’de cemaat diye adlandırılan gruplar, önceki yazılarda atıfta
bulunduğumuz “Huzeyfe (r. a.) hadîsi”nde “fırka” olarak
adlandırılmaktadır. (Sadece o cemadaat değil, günümüzdeki partiler, hareketler ve ırk esaslı devletler de fırka durumundadır.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanlar’ın cemaatinin (yani Şeriat’in hakim olduğu, başında halifenin bulunduğu İslam devletinin) mevcut olmaması halinde bütün fırkalardan uzaklaşılmasını tavsiye etmiştir..
Yalnızlık
ve mahrumiyet yüzünden ağaç kökünü kemirmek zorunda kalınsa bile..
İşte, fırkalardan değil fakat böyle bir cemaatten (yani İslam devletinden, ki Ehl-i Sünnet ve Cemaat tabiriyle kast edilen
cemaattir) ayrılan kişi cahiliye ölümü üzere ölür.
*
Prof. Dr. İbrahim Canan’ın “Hadis Külliyatı: Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi” adlı eserinde şu satırlar yer alıyor:
7. (4667)- El-Hâris el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Allah
Teâla hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya aleyhimâsselam'a, beş kelime söyleyip
bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Benî İsrail'e de söylemesini
emir buyurdu. (…)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
(buraya hikayeyi tamamlayarak) dedi ki:
"Ben de size beş şeyi emrediyorum:
Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihâd, hicret ve cemaat.
Zira, kim cemaatten bir karışçık ayrılırsa boynundaki İslâm bağını çıkarıp
atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem
molozlarından biridir!"
Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! O
kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse (yine mi cehennemlik)?"
diye sordu. Aleyhisselâtu vesselâm:
"Evet, namaz kılsa, oruç tutsa
da! Ey Allah'ın kulları! Sizi Müslümanlar, mü'minler diye tesmiye eden
Allah'ın çağrısı ile çağırın!" buyurdular." [Tirmizî, Emsâl 3,
(2867).]
Bu hadîs gösteriyor ki, bir adamın namaz kılıp oruç tutması; itikadının bozuk olması, cahiliye (küfür, şirk) ideolojilerini benimsemesi durumunda fayda vermez..
Cehennem molozudur..
Cahiliye davası
(daveti, çağrısı) nedir?
Kısaca İslam dışı
(Şeriat’e aykırı) her hareket, düşünce ve ideolojidir.
Mesela laiklik (siyasal dinsizlik) ideolojisi..
Adına milliyetçilik denilen ırkçılık
(Türkçülük, Kürtçülük, Arapçılık vs.)..
*
Son zamanlarda
yaşanan Şeyh Said tartışmaları sırasında bazıları, Şeyh’i yargılayan
sözde hakimlerden birinin ona yönelttiği bir soruyu dillerine dolamışlardı: “Camiler
açık değil mi?” filan demiş..
Camilerin açık
olması yetmez.. Memlekette cahiliye davası hakim hale getirilmişse, buna razı
olan herkes cehennem molozudur.
Razı olmayanlara
gelince..
Buna, (bir hadîste
belirtildiği üzere) gücü yeten eliyle, yetmeyen diliyle, ona da gücü yeteyen
kalbiyle karşı koyar, muhalefet eder.
Kalbiyle razı olan cehennem molozudur..
Cehennem için
rezervasyon yaptırmış, gayya kuyusuna giden tren için bilet alıp yer
ayırtmıştır.
Hiç camiden
çıkmasa, beş vakit namazını aksatmasa, orucunu tutsa da..
Ne yazık ki bizim
memleketimiz, böyle namazlı abdestli, oruçlu umreli cehennem molozları bakımından
gayet zengin..
Bazıları bu moloz
bolluğuna “ülkemizin zenginliği” diyorlar.
*
Yukarıda geçen
hadîs, cihadı emrediyor.
Günümüzde bu cihad
emri, Fethullahçı Takiyye Örgütü başta olmak üzere, küresel ya da
yerli-milli laik (siyasal dinsiz) düzenlere entegre olmuş (kendilerini cemaat
diye adlandıran cemadat durumundaki) fırkaların hatırlamak istemedikleri, devri geçmiş kabul ettikleri bir
ibadet..
Bazıları da cihad
deyince hemen şunu söylüyorlar: Cihadı sen kendi kafandan yapamazsın, devlet
yapar.
Peki, devlet
laikse, siyasal dinsizse, din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırma
iddiasını ya da davasını (Ki, cahiliye davasıdır) benimsemişse ne olacaktır?
Şöyle bir komedi ortaya çıkacaktır: Yaşarken mücahid (cihatçı) olmasına izin verilmeyen insanlar, laik (siyasal dinsiz) devlet için ölünce (Nasıl oluyorsa?) şehit kabul edileceklerdir.
*
Prof. Canan,
yukarıya aldığımız hadisi aktardıktan sonra “Açıklama” başlığı altında şunları
söylüyor:
“2- Hicretten
murad, fetihten önce ise Mekke'den Medine'ye göçtür. Fetihten sonra ise dâr-ı
küfürden dâr-ı İslam'a, dâr-ı bid'a'dan darı'ssünneye [bid’atler ülkesinden
Sünnet/Şeriat ülkesine], masiyetten tevbeye intikaldir. Nitekim bir hadiste:
"Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyden hicret edendir" buyrulmuştur.
“3- … Hadis,
cemaate uymanın ve onlardan ayrılmanın mü'minlerde bulunması gereken temel
vasıflardan biri olduğunu, cemaati terketmenin de cahiliye huylarından biri
olduğunu ilan etmektedir. Nitekim bir başka hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Kim elini itaatten çekerse, kıyamet günü hüccetsiz olarak
Allah'a kavuşur. Kim de boynunda bey'at olmadığı halde ölürse, cahiliye
ölümü ile olmüş olur."
Evet, cemaat, siyasal biatın (bey’atın) olduğu
yerde söz konusudur.
Bey’at, siyasal bir olaydır.
Fethullahçı Takiyye Örgütü, işte bu
siyasallığı reddettiği, Siyasal İslam’a (İslamcılığa) savaş açtığı için sapık bir
harekettir. (Siyasal İslam konusunda FETÖ ile aynı çizgide yer alan yerli-milli
cemadat da aynı durumda.)
(FETÖ’cüler başlarına gelenden ibret alıp tevbe
etmeleri gerekirken Siyasal İslam adı altında İslamî hakikatlere savaş
açıyorlar.. AK Partililer dinciymiş de dindar değillermiş de, dincilik
kötüymüş de dindarlık iyiymiş de.. Batılı yahudi-hristiyan hamilerine yaranmak
için kamuflajlı dinsizlik ve İslam düşmanlığı yapıyorlar.. Din, AK
Partililerin tekelinde mi, akılsızlar?.. Onların dinciliği yanlışsa sen doğru
dinci/İslamcı ol!.. Onları bahane ederek küfür ve nifak kusma!.. Bu
sapıklar bu halleriyle bir de Allahu Teala’dan yardım umuyorlar.)
Ancak, bunların sapıklıklarının miladı 17-25 Aralık ya da 15 Temmuz değil.
Fethullah’ın 28 Şubat öncesindeki dalavereleri için tevil
kılıfı uydurulabilseydi bile, maskesi 28 Şubat’ta düşmüştü.
28 Şubat’tan sonra da onlarla birlikte yol alan, ayrılıp tavır koymak için devlet tarafından hedefe konulmalarını bekleyen (İslam
alimi görünümlü) dünyaperest ilahiyatçıların hiçbir mazereti yoktur.
Dinî bilgisi yetersiz olanları bir dereceye kadar
mazur görmek mümkün, fakat ilahiyatçı dünyaperestler için hiçbir mazeret kapısı
yok.
*
Prof. Canan’ın sözlerine dönelim:
“4- Sadedinde
olduğumuz hadiste geçen cahiliye çağrısı tabirini, bu son hadisin ışığında
cahiliye sünnetiyle [geleneği, göreneği, adeti, töresi, kanunu, yasası] diye
ıtlakı üzere açıklamak gerekir. Çünkü yapılan çağrı cahiliye devrinin
sünnetinedir.
“İkinci bir
yoruma göre, da'va, dua, yani çağırma, nida etme demektir. Mana şu olur:
"Kim Müslüman olduğu halde, cahiliye devrinin nidası (yani çağırma
üslubuyla) çağıracak olursa..." demektir. Yani, cahiliye devrinde, bir
kimseye hasmı galebe çalınca, avazı çıktığı kadar yüksek bir sesle "Yâ
âl-i fülân!" [falan oğulları, Türk oğlu, Kürt oğlu vs.] diye bağırırdı.
Artık bu sesi işiten kavmine mensup kimseler, asabiyetin sevki ve
cehaletleri sebebiyle, zalim veya mazlum olduğuna bakmaksızın onun yardımına koşarlardı.”
*
Prof. Canan’ın kitabında naklettiği bir başka hadîs
şöyle:
17. (4789)- Abdurrahman İbnu Abdi'l-Ka'be
anlatıyor:
"Mescide girmiştim. Abdullah
İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ)'yı gördüm, Ka'be'nin gölgesinde
oturuyordu. Ka'be'nin gölgesinde birçok kimse ona müteveccih olarak oturmuştu.
Ben de ona doğru oturdum. Şunu anlattı:
"Bir seferde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraberdik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını tamir ediyor, kimimiz yerini düzlüyor, kimimiz hayvanlarını güdüyordu. Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın münadisi [anonsçusu, ilan görevlisi] seslendi: "es-Salatu câmia: Haydin namaza!" Resulullah'a gittik, yanında toplandık. Şöyle buyurdular:
"Benden önce her peygamber, ümmeti
için hayır bildiği şeyi onlara öğretmekle mükellef idi. Onlar için şer bildiği
şeyden de onları inzar etmesi (korkutması) gerekli idi. Bilesiniz, şu
ümmetinizin afiyeti önce gelenler hakkında kesin kılınmıştır. Sonrakiler belaya
ve kötü addedeceğiniz bir kısım hallere maruz kalacaklardır. Birbirini takip
eden fitneler gelecek. Mü'min: "Bu fitne helakimdir" diyecek. Sonra
bu kalkacak, başka bir fitne gelecek. "Helakim işte bundan, işte
bundan" diyecek. Öyleyse, kim ateşten uzak kalmayı ve cennete girmeyi
dilerse, Allah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde ölümü karşılasın. İnsanlara,
onların kendisine nasıl muamele etmelerini dilerse öyle muamelede bulunsun. Kim
bir imama biat edip samimiyetle sadakat sözü vermiş ise, elinden geldikçe ona
itaat etsin. Bir başkası gelip, önceki ile münazaaya girişecek olursa sonradan
çıkanın boynunu uçurun.”
"Ravi (Abdurrahman) der ki:
"Abdullah İbnu Amr'a yanaştım ve:
"Allah aşkına söyle. Bu
anlattıklarını bizzat kendin Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan işittin
mi?" dedim. Sorum üzerine eliyle kulak ve kalbini tutarak:
"Evet kulaklarım işitti, kalbim de
belledi" dedi. Ben:
"Ama, amcaoğlun Muaviye,
bize mallarımızı aramızda batıl bir şekilde yememizi, birbirimizi öldürmemizi
emrediyor. Halbuki Allah Teala hazretleri (mealen): "Ey iman edenler!
Birbirinizin malını haram şekilde yemeyin; ancak karşılıklı rıza ile yaptığınız
ticaret başkadır. Birbirinizi ve kendinizi öldürmeyin. Canlarınızı da boşu
boşuna tehlikeye atmayın. Şüphesiz ki Allah size merhametlidir" (Nisa
29) buyuruyor" dedim.
Biraz sustu, sonra:
"Allah'a itaatte ona itaat et, Allah'a isyanda ona isyan et!" dedi. "
[Müslim, İmaret 46,
(1844); Nesâî, Bey'at 25, (7, 153); Ebu Davud, Fiten 1, (4248); İbnu Mace,
Fiten 9, (3956).]
Hadîsin ravisi Abdullah (Amr ibnü’l-As’ın oğlu) r. a.,
ashabın en abidlerindendir.
Bütün hayatı boyunca (hiç ara vermeksizin) oruç tutmuştur.
Ashabın en çok hadîs bilen birkaç kişisinden biridir.
Alimdir. Zahiddir.
Prof. Canan, bu hadîsle ilgili “açıklama”da şunları söylüyor:
“Hadis, izah gerektirmeyecek kadar
açık. Ancak son kısımdan, konuşmanın Hz. Muaviye (radıyallahu anh)
zamanında geçtiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, icraatı ve hatta meşruiyeti bazı
dedikodulara sebep olan halife Hz. Muaviye'ye itaat hususunu gündeme
getirmektedir. Anlaşılan, hadisin ravisi [Abdullah r. a.’den rivayet eden] Abdurrahman,
Hz. Muaviye'nin emirlerine itaatın caiz olup olmayacağı hususunda mütereddittir.
Bu tereddütünü, yeri gelmişken Abdullah İbnu Amr İbni'l-As'a, Hz. Muaviye
aleyhinde ayet-i kerimeyi de delil kılarak sorar. Ancak yüce sahabi İbnu Amr,
fitne hususundaki İslam'ın fetvasını verir: "Allah'a itaat etmeyi
tazammun eden emirlerinde itaat edin. Allah'a isyan mânasını taşıyan
emirlerinde isyan edin!"
İşte, müslümanın, devletler karşısındaki konumu budur:
“Allah’a
isyan olan yerde kula itaat yoktur.”
İsyan eden kim olursa olsun, durum budur: Devlet, ağa, paşa, baba, dede, şeyh, şıh, hoca, hocaefendi, alim, aydın, yazar çizer..
Allah’a isyan olan yerde bile devlete itaati gerekli
gören (devletçilik yapan), Allahu Teala’yı bırakıp devleti (adına devlet
denilen mevcut siyasetçileri ve bürokratları) tanrı edinmiş olur.
Tevbe Suresi'nin 31'inci ayetinde belirtildiği gibi Yahudi ve Hristiyanlar alimlerini ve rahiplerini rab edinmişlerdi. Şirke düşüp kâfir olmuşlardı. Fakat bir taraftan da kendilerini dindar zannediyorlardı.
Zannediyorlar.
İslam dünyasında da böyleleri yok değil.. Kur'an ve Sünnet'in (içtihat üstü) nasslarını bir tarafa bırakıp devletlerinin, liderlerinin, şeyhlerinin, hocaefendilerinin herzelerini benimseyen (ya da sükut ikrardan gelir fehvasınca susarak onaylayan) ve şirke düşenler var.
*
Merhum büyük alim Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hoca’nın Hak
Dini Kur’an Dili tefsirinde dile getirdiği gibi, böylesi “Allah’a isyan”
durumunda bile devlete itaati gerekli gören kimse, itikaden şirke düşen bir
müşriktir..
Kendisini müslüman zannetse, namaz kılıp oruç tutsa, hacca umreye gitse bile..
Bunun günah olduğunu bilerek ve itiraf ederek nefsine uyup yapan ise amelen müşriktir..
[Böylesinin zamanla itikaden de müşrik hale gelmesi ihtimali yüksektir. İşte Türkiye'de "Şeriat'le yönetilmek ister misiniz?" sorusu etrafında yapılan anketlerde oranın yüzde 10 civarında kalmasının, Şeriat'in spesifik emirleri söz konusu olduğunda ise oranın yüzde 3'e düşmesinin nedeni budur.. Türkiye, kâfir olduğunun farkında olmayan kâfirler cenneti.. Yoksa, münafıklar cenneti mi demeliydim?.. Şimdi denilirse ki, "Bunlar Şeriat'in ne olduğunu bilmiyorlar?", o zaman şunu derim: "Neden Diyanet, Selanikli Mustafa Atatürk gibi (Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e 'Arap oğlu' diye hakaret etmiş, Kur'an'ı 'Arap oğlunun yaveleri' diyerek aşağılayabilmiş) bir koyu kâfiri bile bazen ismini vererek, bazen vermeyerek rahmetle anıyorken, bir cuma hutbesinde olsun Şeriat konusunda insanları uyarmıyor, Şeriat karşıtlığının küfür olduğunu söylemiyor, söyleyemiyor?.. Sonra da gelsin "son kale" edebiyatı.. Siz kimi aldatıyorsunuz, Allahu Teala'yı mı?! Diyanet'e, (Allahu Teala'nın kitapları için "gökten indiği sanılan" deyip aşağılayarak küfrünü kusan) Selanikli Mustafa gibi ehl-i zina ve'd-dans şedit ve azgın bir akılsız İslam düşmanını camide anmamanın hesabı soruluyor, Şeriat'ten bahsetmemesinin hesabını soran ise yok! Diyanetçiler Şeriat sansürünü kendi lüzumsuz korkaklıkları yüzünden yapıyorlarsa suçlu kendileridir, yok bunu MİT'çilerin ve siyasetçilerin basıkısı yüzünden yapıyorlarsa, o zaman da o MİT'çi ve siyasetçiler suçludur, ebedî cehennem azabına şimdiden hazırlansınlar.. Madem din devlete, devlet dine karışmıyor, camilerden elinizi çekin: "Allah kendilerine kitap verilenlerden, 'Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz' diye söz almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kötüdür!" (Al-i İmran, 3/187) "Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler, işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları temize çıkaracaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır." (Bakara, 2/174)]
Merhum Elmalılı Hoca'nın Tevbe Suresi'nin 31'inci ayetini tefsir ederken vurguladığı şu husus da unutulmamalıdır: Günümüzde, o rab edinilen rahiplerin yerini parlamentolar, parlamenterler (milletvekilleri ve onların liderleri) almış bulunmaktadır.
Hilafet ve Şeriat düşmanlığı yapan, laik (siyasal dinsiz) bir demokraside parlamenterler tarafından yönetilmek isteyen, bunu savunan, Şeriat'i devri geçmiş birşey olarak gören herkes müşriktir.
Buz gibi kâfirdir.
Böylesi sapıklara en çok da Fethullahçı Takiyye Örgütü mensupları arasında rastlanması, ibretlik bir durumdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder