ANKARA
SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ NANELERE YAKINDAN BAKIŞ – 24
En
kara Ankara Ekolü yetiştirmesi Doç. İlyas Canikli'nin Sahih-i Buharî ve Sahih-i
Müslim'de de yer alan 12 Halife konulu hadîs hakkında yazmış olduğu şu
talihsiz sözlerini tartışıyorduk:
"... söz konusu rivayetlerin, Hz. Peygambere ait
olduğunu ihtimal dahilinde görmemekteyiz. Bizi bu kanaate
sevk eden bazı etkenler vardır. Bunların başında; söz konusu
rivayetlerin isnad bakımından zayıf, kendi aralarında çelişiyor olması,
rivayetlere yapılan yorumların durumu daha da zorlaştırması ve on iki halife
rivayeti ile Tevrat’ta yer alan on iki melik arasında ilişki
kurulması gelmektedir." (s. 197)
Etken
adını verdiği vesvese, kuruntu, vehim, uydurma ve safsatalardan üçünü, önceki
yazılarda tartışmıştık.
Geriye
rivayetlerin "kendi aralarında
çelişiyor olması" palavrası kaldı.
Hilafet
konulu sahih hadisleri uydurma ilan etmek için sözde akademik çalışma yapıp
doktora tezi unvanlı bir müsvedde karalamış olan bu şahsın, çelişkiden
bahsettiğine göre, tezinde bunları sıralamış olması gerekiyor.
Güya
sıralamış. Okuyalım:
Tespit
edebildiğimiz kadarıyla, “On iki halife...” rivayetlerindeki dikkat çeken farklılıkları şu şekilde özetlemek
mümkündür:
Kaynaklarda
yer alan on iki halife rivayetinde, on iki halife ile İslâm’ın aziz olacağı,
bazı rivayetlerde “On iki emîr” ifadesinin yer aldığı, on iki halife veya on
iki emîrin hepsinin de Kureyş’ten olacağı, bazı rivayetlerde on iki halifeden
sonra, karışıklığın çıkacağı, bazılarında ise, “On iki halifenin” içinde Ebû
Bekir, Ömer ve Osman’ın isimlerinin yer aldığı görülmektedir. Yine bu
rivayetlerde göze çarpan ortak nokta,
dinin kaim olmasıyla on iki halife arasındaki ilişki ve on iki halifeden sonra yalancı kimselerin ortaya çıkacağı, Müslümanlardan
bir grubun, Kisra ailesinin hazinesini ele geçireceği gibi hususların dile
getirilmesidir.
Ayrıca,
on iki emîre uyulduğunda, bu dine hiçbir ayrılık ve muhalefet hareketinin zarar
veremeyeceği, kıyametin kopması veya on iki halifenin yönetime geçmesiyle bu
dinin ayakta kalacağı fikri, on iki halife (emîr) rivayetlerinde dile getirilen
hususlardır.
Bazı
rivayetlerde Saffah, Mansur ve Mehdî gibi halifelerin isimlerinin yer aldığı
görülmektedir.
Nuaym’ın
Fiten’inde
yer aldığı şekliyle, “halife” ve “emîr” kavramları yerine, “melik” kelimesi
kullanılmaktadır. Halifelerin sayısı ile İsrailoğulları'nın yöneticilerinin
sayısı kadar olacağının haber verilmesi de on iki halife rivayetlerinde dile
getirilen hususlardandır. Ayrıca bu rivayetlerde, Hz. Peygamberin bu sözü
söylerken, hangi mekânda olduğu
hususunda birlikteliğin olmadığı görülmektedir. Bazı rivayetlerde Hz.
Peygamberin mescidde olduğu ifade edilirken, bir rivayette de Hz. Peygamber’in
bu sözü Veda Haccı’nda söylediği görülmekte ve bazılarında, herhangi bir yer
belirtilmemekte sadece Hz. Peygamberin insanlara hitap ettiği haber
verilmektedir. Bazı rivayetlerin sonunda da bu on iki halifeden ikisinin Hz.
Peygamberin Ehl-i Beyt’inden olduğu belirtilmektedir. Ayrıca “Tevrat’ta ümmetin on iki meliki olduğu
bildirilmektedir” denmektedir. Neredeyse rivayetlerin
hepsinin sonunda, Cabir b. Semure Hz. Peygamberin ne dediğini tam
anlayamadığını ifade etmekte, Hz. Peygamberin ne dediğini babasından sorarak
öğrendiğini söylemektedir. Kısaca rivayetler tek tek incelendiğinde bazı farklılıkların yer aldığı
görülmektedir. (187-8)
*
Evet, bütün
yazabildiği bu.
Görüldüğü gibi, ortaya
koyabildiği herhangi bir çelişki
yok.
Bozukluk rivayetlerde
değil, kendi şaşı ve miyop gözünde..
Bulabildiği bir
çelişki yok, fakat yalan bol..
Mesela "Nuaym’ın Fiten’inde
yer aldığı şekliyle, 'halife' ve 'emîr' kavramları yerine, 'melik' kelimesi
kullanılmaktadır" diyor (s. 187), biz de "Ne arsız, ne
utanmaz adammış" demekten kendimizi alamıyoruz.
Çünkü söz konusu
kitapta yer alan hadîslerde "halife" ve "hulefa"
kelimeleri de geçiyor. Nitekim kendisi de, tezimsisinin dört sayfa
öncesinde "Nuaym’ın Fiten’inde 'On iki halife' ifadesinden başka, 'On iki emîr' de yer
almaktadır" diyor (s. 183).
İşin en tuhaf tarafı
ise şu: Bir önceki yazıda göstermiş olduğumuz gibi, rivayetlerden birinde geçen
ribbiyyûn kelimesini melik diye aktarmış durumda.
Bu, şaşılık ve
miyopluktan da öte birşey..
Ribbiyyûnu melik
olarak görmek için insanda nasıl bir görme bozukluğu olmalıdır, bilemiyorum.
*
Rivayetler arasında
bazı farklılıklar bulunması çelişki anlamına gelmez, farklılık ve
çelişki ayrı şeylerdir.
İnsanlar bir sözü
naklederken bazen (hatta genellikle) kendi kelime dağarcıklarındaki eşanlamlı
kelimeleri kullanırlar. Birinin "emir" dediği yerde diğeri
"imam" veya "halife" diyorsa, bu, çelişki anlamına
gelmez.
Erdoğan için birisi
lider, diğeri reis, ötekisi başkan, bir başkası cumhurbaşkanı, beşinci birisi
devlet başkanı, altıncı birisi reisicumhur dediğinde, bunlar çelişki sergilemiş
mi olurlar?!
Rivayetlerde melik
kelimesinin geçmesi çelişki olarak nitelendirilemez, çünkü bu, bazı halifelerin
melik durumunda olacakları anlamına gelir.
Fakat Doç. Canikli
melik kelimesinden söz ederken başka bir sahtekârlık daha yapıyor. "Nuaym’ın Fiten’inde
yer aldığı şekliyle, 'halife' ve 'emîr' kavramları yerine, 'melik' kelimesi
kullanılmaktadır" derken, Fiten'deki
"melik" kelimesi geçen rivayetlerin hadîs oldukları izlenimini veriyor..
Oysa, söz konusu
rivayetler hadîs değiller.
Başka birilerinin
sözü.. (Bakınız: Nuaym, b. Hammad el-Mervezî, Kitabu'l-Fiten,
C. 1, Kahire: Mektebetu't-Tevhîd, 1412/1991, s. 96.)
*
Hadîsin nerede
söylenmiş olduğu konusundaki ihtilaf da hadîsin
kendisine ait bir çelişki olarak görülemez.
Bu, ravîler arasındaki
çelişkidir.
"Bazı rivayetlerde
Hz. Peygamberin mescidde olduğu ifade edilirken, bir rivayette de Hz.
Peygamber’in bu sözü Veda Haccı’nda söylediği görülmekte ve bazılarında,
herhangi bir yer belirtilmemekte" ise, yapılacak şey, tek kalan Veda Haccı seçeneğini bir tarafa bırakıp sayıca daha çok olan "bazı"
rivayetlere itibar etmektir.
Rivayetlerin
bazılarında herhangi bir yer belirtilmemesini sorun yapacak kadar yapmacık bir
hassasiyet sergileme aptallığından da uzak durmak gerekir, çünkü hadîs
rivayetinden maksat memleket mekânları hakkında bilgi vermek değildir.
Ankara Ekolü mensuplarının idrak zaafiyeti ile malul bir taife olmaları
hasebiyle, kafalarındaki takır tukur sesler çıkarıp tekleyen dişlileri
çalıştırmak için müşahhas örnek vermek gerekiyor:
Diyelim ki eski bir
dostunuzla, ilk nerede karşılaşıp tanışmış olduğunuz hususunda konuşuyorsunuz.
Siz diyorsunuz ki "Fî tarihinde falanca etkinlikte filanca kişi bizi
tanıştırmıştı".. Arkadaşınız da, "Ben öyle hatırlamıyorum.. Falanca
arkadaşı ziyarete gitmiştim, sen de yanındaydın, o tanıştırdı" diyor.
İmdi, sizi bu sırada dinleyen üçüncü bir kişi, "Sözlerinizde çelişki
var... Demek oluyor ki siz hiçbir zaman tanışmadınız, böyle bir ilk tanışma hiçbir
zaman olmadı" derse, siz onu, "Yaşa, var ol kardeş, biz bunu hiç
düşünememiştik" diyerek alkışlar mısınız?
*
Öte yandan, faraza rivayetler
arasında çelişki bulunsa bile, bu,
çelişen bütün rivayetlerin yanlış ya da geçersiz (uydurma) olması anlamına
gelmez.
Hatta bazen, çelişkili
iki ifadeden biri mutlaka doğru olmak zorundadır. Mesela birisi “İlyas Canikli dürüst bir adamdır”, bir
başkası da “İlyas Canikli dürüst bir
adam değildir” diyerek çelişkili konuştuklarında, bu ifadelerden biri mutlaka doğrudur.
İkisi birden doğru ya
da ikisi birden yanlış olamaz.
Bazen çelişen iki
ifadenin ikisi de yanlış olabilir, fakat yanlışlıklarının nedeni olarak
aralarındaki çelişki gösterilemez. Mesela perşembe günü iki kişiden biri “Bugün
çarşambadır”, diğeri de “Bugün cumadır” iddiasında bulunduklarında ikisi de
gerçek dışı konuşmuş olurlar, fakat bunun nedeni, birbirleriyle çelişkiye
düşmüş olmaları değildir. Gerçek neden vakıaya (realiteye, gerçekliğe) aykırı
konuşmuş olmalarıdır. Bu iki kişiden biri “Bugün perşembedir” deseydi yine
çelişkiye düşmüş olacaklardı, fakat bundan hareketle ikisinin sözünün de yanlış
olduğu sonucuna varamayacaktık.
Kısacası, iki söz (rivayet)
arasında çelişki bulunması ikisinin de yanlış olmasını gerektirmez. Ve bunu
bilmek için Mantık ilmini okumuş olmak da gerekmiyor, normal bir zekâya ve
sağduyuya sahip olmak yeterlidir.
Bazı insanlar
yaratılıştan, bu kadarcık bir zekâya bile sahip olmayabilirler, bundan dolayı
onları küçümsemek ve tahkir etmek yanlış olur. Fakat bir kimse bilim adamı olarak, akademisyen olarak ortaya çıkıp ahkâm
kesiyorsa, ondan zekâ bakımından normal bir insan performansı beklenir.
Hele de dinî konularda
ahkâm kesiyorsa..
Canikli’nin böyle bir
mantık hatası sergilemesinin nedeni, şayet devasız bir geri zekâlılık değilse, ancak bariz
bir kötü niyet ve kalp eğriliği olabilir.. Üçüncü bir şık yok.
Burada sorun salt
İlyas Canikli’nin şahsıyla da alâkalı değil.. Tez danışmanı hayırsız Prof. Hayri Kırbaşoğlu ile tez jürisi
üyelerinin bu şahsa “Sen ne saçmalıyorsun, böyle tez mi olur!” demeleri
gerekirdi.
İmam Buharî ve İmam
Müslim’lere çemkiren bu şahsın ahmaklık ve hadsizlik imalathanesinde kahve
dövücünün hınk deyicisi rolünü üstlenmemeli, bu cinayete ortak olmamalıydılar.
Fakat mesele onların
şahsıyla da ilgili değil.
Ortada laik (siyasal
dinsiz) rejim ile mevcut ilahiyatlar arasındaki “örtülü” derin ilişkilere kadar uzanan bir “yapısal bozukluk” var.
*
Evet, bir söz
söylemişseniz ve bunu sizden duyan on kişiden beşi "Şöyle dedi", üçü
"Böyle dedi", ikisi de "Şunun bunun gibi birşey dedi" diye
farklı ifadeler kullanmışlarsa, bundan, sizin o sözü hiç söylememiş olduğunuz sonucuna
varılamaz.
Burada araştırılması
gereken şudur: Bunlardan hangisi doğru ya da doğruya en yakın?
Ancak, gerçekte burada
tartışma konusu yaptığımız rivayetler arasında böylesi bir çelişki (tezat,
zıtlık) mevcut değil.
Birbirini çürütmeyen
farklılıkları çelişki olarak değerlendirmek, çelişki ile farklılık arasındaki ayrımı
bilmemek anlamına gelir.
*
Bu şahsın yaptığı
çarpıtmalardan biri de şu:
"Ayrıca,
on iki emîre uyulduğunda, bu dine hiçbir ayrılık ve muhalefet hareketinin zarar
veremeyeceği, kıyametin kopması veya on iki halifenin yönetime geçmesiyle bu
dinin ayakta kalacağı fikri, on iki halife (emîr) rivayetlerinde dile getirilen
hususlardır."
Gerçekte "on iki halifenin yönetime geçmesiyle bu
dinin ayakta kalacağı fikri" diye birşey yok. Bu, Canikli şaşkınının
fikirsizliğinin ve angutluğunun ürünü bir cılk kuruntu..
Tam tersi söz konusu,
İslam'ın aziz olduğu zamanların 12 halifenin emirlik dönemlerine denk düştüğü
bildirilmiş oluyor.
Bu zavallı akademikimsinin
bir başka yalanı da şu: "Bazı rivayetlerde Saffah, Mansur ve Mehdî gibi halifelerin
isimlerinin yer aldığı görülmektedir."
"Ler"li "bazı rivayetler"de
değil, bir tek rivayette..
Bir tek rivayet bu şahsın elinde bazı
rivayetler haline geliyor..
Hayır, vatandaşın
mübalağacılığı çocuklar için masal yazıyor olmasından kaynaklanmıyor, yaşı
ilerlemiş çocuk ruhlular için doktora tezi karalıyor.. Hem de dinî konuda..
Burada ikinci bir sorun da şu: Bazı rivayetlerden (aslında tek rivayet) söz ederken onlar sanki hadismiş gibi bir izlenim verecek şekilde idare-i kelam ediyor.. Oysa o "bazı rivayetler" (yani tek rivayet) İbn Abbas r. a.'in sözü:
Nuaym’ın
Fiten’inde
“On iki halife” ifadesinden başka, “On iki emîr” de yer almaktadır. Rivayet İbn
Abbas’dan şu şekilde gelmektedir: “...On iki halife sonra emîr..” rivayetin son
kısmında ise, İbn Abbas, Saffah, Mansur, Mehdî’nin isimlerine yer vermekte bu
işi Hz. İsa’ya kadar götüreceklerini ifade etmektedir. (s. 193)
"İbn Abbas'ın şöyle demiş olduğu rivayet
edilmiştir" demesi gerekirken "Rivayet İbn Abbas’dan şu şekilde
gelmektedir" diyor.
Sözün söyleniş
biçiminden, İbn Abbas r. a.'in Hz. Peygamber s.a.s.'den böyle bir rivayette
bulunduğu zehabına kapılıyorsunuz, değil mi?
Hayır, İbn Abbas Hz.
Peygamber s.a.s.'den böyle bir rivayette bulunmuş değil.. Meşhur Saîd bin
Cübeyr, İbn Abbas'tan böyle bir sözü nakletmiş. (Kitabu'l-Fiten, C.
1, s. 96)
(Ashab bazen
Rasulullah s.a.s.’den duydukları bir hususu, belki naklederken hata yapar da günaha
gireriz diyerek kendi sözleriymiş gibi söylemişlerdir. Aynı hassasiyetin bizde
de bulunması gerekir. İbn Abbas r. a.’in sözünü İbn Abbas’ın sözü olarak
nakletmek, hadismiş intibaını vermekten kaçınmak gerekir. İbn Abbas’ın Kitabu'l-Fiten’de geçen bir
sözünü senet tenkidi bile yapmaya gerek görmeden alıp sahih rivayetleri uydurma
ilan etmek için kullanmak ilim adamlığı ciddiyeti ile de, ilim ahlâkı ile de
bağdaşmaz.)
*
Yukarıda Canikli'den
yaptığımız alıntıda şu ifade de geçiyor:
Bazı
rivayetlerin sonunda da bu on iki halifeden ikisinin Hz. Peygamberin Ehl-i
Beyt’inden olduğu belirtilmektedir. Ayrıca “Tevrat’ta ümmetin on iki meliki olduğu bildirilmektedir”
denmektedir.
Tevrat meselesi yine
karşımıza çıkmış bulunuyor.
Tevrat’ta bu ümmetin (halife
anlamında) 12 melikinin bulunduğunun bildiriliyor olması mümkün değildir, çünkü
Dört Halife (Hz. Hasan’la beş halife) melik değildiler.
Bu ümmetin yüzlerce meliki (padişah, sultan, şah, han vs.) mevcut, fakat bunlar “ümmetin
tümüne” hükmedebilmiş değiller.. Bu birlik ve beraberlik olgusu, idarenin
Emevîler’den Abbasîler’e geçmesi ile birlikte son buldu, çünkü Endülüs ayrı baş çekti.. Ümmet bir daha
da yekpare bir bütün olamadı. Sonraki dönemlerde parçalanmanın boyutları daha
da büyüdü. Mesela Osmanlı hilafeti
İran, Özbekistan, Fas, Afganistan ve Hindistan (Babür İmparatorluğu) için birşey
ifade etmiyordu.
Öte yandan, 12 rakamına
ulaşmak için Serc el-Yermûkî gibi Tevrat'a gitmeye gerek
yok.. (Eğer haberiniz varsa) Kur'an'a bakmak yeterli..
Nitekim, Canikli
şapşalı, tezimsisinde şunu diyor:
On
iki rakamı Kur'an’da iki yerde geçmektedir. Bu ayetler şunlardır: “And
olsun ki Allah İsrailoğullarından söz almıştı. (kefil olarak) içlerinden on iki
de başkan göndermiştik...” 5. Maide,12;. “Biz İsrailoğullarını oymaklar hâlinde
on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa’ya , ‘Asanı taşa
vur!’ diye vahyettik. Derhal on iki pınar fışkırdı...” 7. Araf, 160; On iki
sayısının geçtiği bu iki ayetten birincisi, siyasî nitelik taşımaktadır. Ancak Kur'an’da siyasî anlamda “On iki
başkan” geçti diye ilgili ayetin yukarda zikrettiğimiz rivayetlerle
ilişkilendirilmesi söz konusu değildir.
Görüldüğü gibi hassas
şapşal "Kur'an’da siyasî anlamda 'On iki başkan' geçti diye ilgili ayetin yukarda zikrettiğimiz
rivayetlerle ilişkilendirilmesi söz konusu değildir" diyor.
*
Ne demek istiyor?
İki ihtimal var..
Birincisi şu: Canikli "(Hadîs-i şerîfe ait) söz konusu
rivayetlerle Kur'an’da
yer alan 'On iki başkan' ifadesi arasında ilişki kurmak söz konusu olamaz, bu,
yersiz ve gereksiz bir yakıştırmada bulunmak anlamına gelir" diyor
olabilir.
Bu durumda ona,
"Peki Tevrat söz konusu olunca bunu niye demiyorsun?"
denilir.
İkinci ihtimal,
Canikli'nin, "Kur'an ile
rivayetler arasında böyle bir ilişkiyi kimse kurmamış, fakat Tevrat ile kurulmuş, o
halde Tevrat ile
bir ilişkilendirme söz konusu, fakat Kur'an ile ilişkilendirme söz konusu değil" diyor olmasıdır.
Bunun aptalca bir
akıl(sız) yürütüş olduğu açık da, bu, Canikli'den beklenebilecek bir angutluk.
Bu durumda da ona şunu
demek gerekir: Madem böyle bir ilişki söz konusu olabiliyor, "Tevrat'la
değil Kur'an'la ilişkili olması daha akla yatkındır"
niye demiyorsun?
Demez!
Demez, çünkü, hadîsi
inkâr edip hadîs kâfirliği (örtücülüğü) yapmak için, Kur'an'la
ilişkilendirilmesi ihtimalini görmezden gelmesi, hatta görmezden gelmekle de
yetinmeyip bu ihtimale karşı Don Kişotvari bir saldırıya geçmesi, "Kur'an ile
ilişkilendirme söz konusu değil" demesi gerekiyor.
*
Bununla birlikte,
Nuaym bin Hammad’ın Fiten’inde konuyla ilgili bir hadîs yer alıyor.
Fakat İlyas Canikli
nedense bu rivayeti görmezden gelmiş.
Ravî, ashabdan Abdullah
ibni Mes’ud r. a.. Ondan rivayet edenler sırayla Şa’bî, Mücalid b. Saîd ve İsa
b. Yunus.. Hadîs şöyle:
“Benden sonra Musa’nın nakîbleri (nukabâ) sayısınca halife olacak.” (Kitabu'l-Fiten, C. 1, s. 95)
Nakîb, yardımcı başkan
demek oluyor. Yahudi milleti Hz. Yakub a. s.’ın 12 oğlunun soyundan gelen 12
kabile (sıbt) durumundaydılar ve bunlardan her birini temsilen bir kişi Hz. Musa
a. s.’ın nakibi durumundaydı.
Görüldüğü gibi bu hadiste
Tevrat’a
herhangi bir atıf yok..
Ortada bu hadîs varken
onu görmezden gelmek ve (bir önceki yazıda anlattığımız gibi) Serc el-Yermûkî diye birinin “Tevrat’ta şunu buluyorum. Bu ümmette on iki ribbiyyûn vardır,
onlardan biri peygamberleridir. Adetleri tamamlandığında azgınlık yaparlar ve
haddi aşarlar, aralarında kötülük ortaya çıkar” şeklindeki sözüne
sarılmak ilim adamı ciddiyeti ile bağdaşır mı?!
Üstelik Serc’in sözünü, onun rivayet ettiği bir
hadismiş izlenimi verecek şekilde naklediyor ve ribbiyyûn kelimesini de melik
olarak aktarıyor.
Dahası, Serc’in sözü halifelerin sayısını 11’e
indiriyor (çünkü 12’den biri, peygamberleri).
*
Evet, görüldüğü gibi,
Canikli şapşalın çelişki diye sıraladığı (fakat açıkça çelişki demeye cesaret
edemeyip farklılık diye aktardığı) hususlar, ciddiye alınacak şeyler değil.
Fakat, bundan
hareketle hadîsi uydurma ilan edip selef âlimlerini yalancılıkla ve
sahtekârlıkla suçlayabiliyor.
Ve ülkemiz, böylesi
ilahiyatçılar ve ekolleri sayesinde İslam'ın değil fakat laikliğin (siyasal dinsizliğin) en sağlam "son kalesi"
olma yolunda devasa adımlarla hızla mesafe katediyor.
Bu alâmetler ülkemizin kıyametini hazırlıyor.
*
On iki halife hadisini
uydurma ilan eden şahsın tezimsisinde şu satırlar da yer alıyor:
Aynı
rivayet Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855)’in el-Musned’inde ise, değişik lâfızla
şu şekilde yer almaktadır: “Kureyşten on iki halife yönetime geçtiği müdetçe
din her zaman kaim olacaktır. Sonra kıyametin kopmasından önce yalancı kimseler
ortaya çıkacaktır. Müslümanlardan bir grup çıkacak, Kisra ve Kisra ailesinin
beyaz hazinesini getirecektir. Allah içinizden birinize hayır verdiğinde, önce
kendisinden, sonra da ev halkından başlasın. Ben sizi Kevser Havuzu başında
bekleyeceğim.” Hadisin ravilerinden Hammad b. Halid güvenilir ve hadisleri
sıhhatli kabul edilmiştir. Ummî olup hadislerini yazmaz sadece ezberden okuduğu
nakledilmektedir. Ebû Zi’b (Muhammed b. Abdurrahman b. el-Muğîre) (ö. 158/775)
hadis rivayetinde güvenilir olarak nitelendirilmiş ve kendisinden hadis rivayet
edilmiştir. Buna rağmen onu zayıf kabul edenler de olmuştur. Muhacir b. Mısmar
(ö. 105/724), güvenilir ve rivayetleri sıhhatli olarak
nitelendirilmektedir. Dolayısıyla on iki halife rivayetinin Ahmed b.
Hanbel isnadı problemsizdir. (s. 177-8)
Problemsizse, niye sen
problem çıkarıyorsun, muhterem?
Demek ki hadîste problem
yok..
Problem, Ankara
Ekolü'nünün ve ardındaki "güncellemeci"
laik (siyasal dinsiz) derin devlet akıl(sızlığ)ının Goldziher-Schacht tipi muasır medeniyet seviyesini, yani tek dişi
kalmış canavarlığı yücelten zihniyetinde.
Bu zihniyet hilafet
kurumunu yok etmiş, fakat bunu yeterli görmüyor, “hilafetçi zihniyet”i de yok
etmek, kendi laikliğine (siyasal dinsizliğine) uygun bir güncellenmiş İslam üretmek için ilahiyatlar eliyle “dine operasyon
çekiyor”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder