“İlahiyatçı Cehaleti ve ‘Cemaat’ “ başlıklı yazımız şu
cümleyle başlıyordu:
TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Ehl-i Sünnet” maddesinin yazarı Yusuf Şevki
Yavuz’un “cemaat” kavramını tam açıklayamadığı ve İmam Şatıbî’nin konuyla
ilgili ifadelerini de hem eksik aktardığı hem de yanlış yorumladığı görülüyor.
Yazımızın son paragrafı ise şöyleydi:
Evet, modernist-tarihselci İlahiyat
soytarılarının metin tenkitçiliğinin
ne menem bir şey olduğunu (inşaallah izleyen yazılarda) bir doktora tezi
örneğinden hareketle teşrih masasına yatıracak, daha sonra da “cemaat” konusuna
(İmam Şatıbî’nin yarım kalan sözlerini de tamamlamak suretiyle) devam
edeceğiz..
Devam
edelim..
Fakat önce, “Nerde kalmıştık?” sorusunu yöneltmemiz
gerekiyor.
Y. Ş. Yavuz’un sözleri için şunları demiştik:
… söz konusu maddede yer alan "Cemaat
kavramı, … farklı şekillerde yorumlanmışsa da … İslâm’ı bir
bütün olarak sonraki nesillere aktaran ashap cemaati anlamına
geldiği yolundaki görüş tercih edilmiştir (Şâtıbî, II, 258-265)" şeklindeki
ifadesi doğru değil.
Çünkü İmam Şatıbî cemaatten sadece
“ashab”ı anlıyor değil.
“Cemaat”ten kastın sadece ashab
topluluğu olduğu kabul edilirse, sahabenin son ferdi de vefat edince cemaatin
yok olup gitmiş olduğunu kabul etmek gerekir.
Evet, Huzeyfe r. a.’in rivayet ettiği
hadiste geçtiği gibi ümmetin “cemaatsiz”
zamanları olacaktır, fakat bu, ashabın vefatıyla değil, “tüm Müslümanların
bağlılık arz edip biat ettikleri bir halife/imam
tarafından yönetilen bir İslam devleti”nin
bulunmamasıyla ortaya çıkan bir durumdur.
Yusuf Şevki Yavuz’un İmam Şatıbî’nin
görüşlerini yanlış aktardığı, İmam’ın el-İ’tisam adlı
eserinde yer alan şu ifadelerinden de anlaşılıyor:
“… (Cemaatin ne olduğu konusunda yanılan kişilerin) Bu
konudaki görüşleri, kendisine ittiba edilmesi emredilen cemaatin --ki fırka-yı
nâciyedir (kurtulmuş topluluktur)—, toplumun genelinin
(kamuoyunun, umumun) üzerinde bulunduğu şey (üzerinde
olma) olduğu anlayışı üzerine kuruludur. Böylece, gerçekte cemaatin, Hz.
Peygamber’in (s.a.s), onun ashabının ve onlara güzelce tâbi olanların üzerinde
bulundukları şey (üzerinde olma) olduğunu bilememiş oldular.”
(eş-Şâtıbî, el-İʿtisâm,
C. 1, Kahire: Mektebetü't-tevhid, t. y., s. 21.)
*
İmam
Şatıbî konuyu el-İʿtisâm’ın
sonlarında “iftirâk” kavramı çerçevesinde ele alıyor.
İftirâk,
fırkalaşma, fırkalara (hiziplere, gruplara, partilere) bölünme demek. (Cumhuriyet
Halk Fırkası ilk kurulduğunda adı Halk Fırkası idi.. Buna karşı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulunca Mustafa Kemal en iyi bildiği işi yaptı, bunu
kapattı, kurucularını İzmir Suikasti bahanesiyle idamla yargılattı, kimini
astı, kimini hapse attırdı, ardından da cumhuriyet kelimesini fırkasının
isminin başına ekledi. Çok cumhuriyetçiydi çok..)
İmam’ın
konuyu ele aldığı fasıl (bölüm), “Yahudi ve Hristiyanlar’ın fırkalara
ayrılması hadîsi ve (farklı) rivayetleri” başlığını taşıyor. (el-İʿtisâm,
Dr. Ahmet İyibildiren tarafından tercüme edilmiş durumda.. O, bu başlığı
“Ümmetteki
Ayrılıkla İlgili Hadisler” şeklinde çevirmeyi uygun görmüş.)
İmam,
konuyu bu başlık altında “mesele” diye nitelendirdiği 26 “açı”dan ele alıyor.
Bizim
burada tartıştığımız “cemaat”
kavramı 16’ncı “mesele” çerçevesinde ele alınıyor. Konunun esasını “fırka-i naciye” (kurtulan grup) konulu
hadîs oluşturuyor.
*
İmam
önce konuyla ilgili hadîsleri aktarıyor..
Özellikle
dikkat çektiği hadîs, “Allah, ümmetimi dalalet (sapıklık) üzere birleştirmez”
şeklindeki hadîs.. (Buradan anlaşılıyor ki “dalalet” demek olan bir hususta ümmetin “icma”ı gerçekleşmez.. Mutlaka itiraz edenler çıkar.. Yoksa bu,
mesela İran’da Şiîler arasında
büyüyen birinin “Çoğunluk şiî.. Demek ki Şia mezhebi doğru” şeklinde
düşünmesine benzeyen bir “Elle gelen düğün bayram” zihniyetine karşılık
gelmiyor. Yine Türkiye’de, halkın yüzde 99’u müslüman bilindiği halde Şeriat’le yönetilmek isteyenlerin
oranının yüzde 10 civarında çıkması, hatta spesifik
Şeriat hükümleri sorulduğunda bu oranın yüzde 3’e inmesi, “çoğunluk”
durumundaki kesimin “dalalet”e düşmemiş, Şeriatçıların ise dalalete düşüp
sapıtmış olması demek değil.. Tam aksine, yüzde 3’lük kesim dalalete itiraz ediyor
ve böylece ümmet dalalette/sapıklıkta birleşmemiş oluyor.)
Daha
sonra İmam, “cemaat”in ne anlama geldiği konusunda insanların ihtilaf ettiğini
vurguluyor ve bu hususta beş ayrı görüşün ortaya çıktığını söylüyor.
*
Bu
beş ayrı görüş sırasıyla şunlar:
Bir:
Cemaatin sevad-ı azam (büyük
karaltı, büyük topluluk) olması.
İki:
Cemaatin, müçtehit âlimlerin imamlarının topluluğu olması.
Üç:
Cemaatten kastın sahabe topluluğu
olması.
Dört:
Cemaatin Müslümanlar (İslam ehli) topluluğu olması.
Beş:
Cemaatin bir emîrin (halifenin) etrafında toplanmış Müslümanlar topluluğu
olması.
Bu
farklı yorumların birbirleriyle kesin biçimde çeliştikleri, birbirlerine
bütünüyle zıt oldukları söylenemez, uzlaştırmak mümkündür.
Sevad-ı azam
kavramını esas alırsak, bunu salt muhitimizde halihazırda yaşamakta olan
insanlar değil, geçmişten bugüne (ashaptan bu yana) farklı coğrafyalarda (dünyanın
her bir köşesinde) yaşamış Müslümanların bütünü bağlamında ele almak daha uygun
olur.
Cemaati,
müçtehit âlimlerin imamları/önderleri
olan İmam-ı Azam, İmam Malik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel gibi
zatlar topluluğu kabul edersek, onlara tabi olanların cemaatten olduğunu,
mezhepsizlerin, cahil müçtehit taslaklarının ve (mezhep imamlarının
içtihatlarını beğenmeyip) “İslam’ı
güncelleme”ye çalışan (Şeriat’le
arası limonî) “laikleşmiş müslüman”ların
cemaati terk etmiş olduklarını kabul etmek gerekir.
Cemaatten
kastın sahabe topluluğu olduğunu
kabul edersek, bu defa selefi yönü
daha bir belirginleşen Şeriatçı (ve
cihatçı) bir çizgiye gelmiş oluruz. Bu durumda İslam’ı ashab topluluğu gibi
anlayıp yaşamayı ilke edinenler “cemaate tabi olanlar” vasfını kazanırken, “güncellemeci laik müslümanlar” vs. tümden
devre dışı kalmaktadır. Ehl-i Sünnet,
ashabın hepsini saygıyla andığı için cemaat vasfını kazanırken, Şia cemaati
terk edenler zümresi haline gelmektedir.
Cemaatten
olmayı salt müslüman (ehl-i İslam) olma olarak görürsek, cemaat kavramı
anlamını yitirir. Bu durumda müslüman olduğunu söyleyen hiç kimseyi “cemaati
terk etmiş” kabul edemeyiz. O takdirde birisine “Cemaatten ayrılma!” demek, “İslam’ı
bırakma, müslüman olmaktan vazgeçme!” demek olur.
*
Cemaat
kavramını en iyi açıklayan yaklaşım, beşincisi olarak görünmektedir.
Konu
hakkındaki “Huzeyfe hadîsi” de bunun böyle olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu
beşinci yaklaşım çerçevesinde cemaat, İslam
ümmetini (tüzel kişi olarak) temsil eden (başında halifenin bulunduğu) İslam
devleti olmaktadır.
İslam
devletinin bulunmadığı zamanlar, (Huzeyfe hadisinin de ortaya koyduğu gibi) “cemaatsiz” zamanlardır.
*
Konuya
devam edeceğiz inşaallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder