ANKARA SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ NANELERE YAKINDAN BAKIŞ - 1
Önümde
Ankara İlahiyat’ta hazırlanmış bir doktora tezi var. Başlığı şöyle: “Hilâfet
Kavramıyla İlgili Hadislerin Tetkiki”.
Tetkik,
inceleme demek oluyor.
Başlık
yanlış konulmuş, doğrusu şu olmalıydı: “Hilâfet Kavramıyla İlgili Hadislerin
Çarpıtılması ve İnkârı”.
Hazırlayan
tipin adı İlyas Canikli.. İnternetteki malumattan anlaşıldığına göre şu anda
doç. unvanıyla bir ilahiyat fakültesinde engin ve derin cehaletini öğrencilerle
paylaşıyor durumda.
Tezin hazırlanması
sürecinde danışmanlık yapan kişi ise Prof.
Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu..
Danışmanlığını
yapıp onayladığı teze bakarak Kırbaşoğlu’nun ilmî yeterlilik ve ciddiyet notunu
veriyoruz: Sıfır.
Bu
vatandaşın durumuna baktığımızda, notlandırma sisteminde bir yenilik yapıp
“eksi” notlar da icat etmek gerektiği kanaatine varıyoruz.
Gerçekten de
Hayri’nin hak ettiği not aslında “eksi 10”..
İlmî
kepazelikte sınırları zorlamış.
*
İlyas
Canikli’nin 2004 yılında assolistlik yaptığı bu ilahiyat eğlence ve gösteri merkezinde
saz ekibi olarak yer alan jüri üyeleri ise şunlar: Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal, Prof. Dr. Mehmet Özdemir, Prof. Dr. Şamil Dağcı,
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yıldırım.
Böyle eşsiz
bir şova sazende olarak katkıda bulunmuş olmaları bu beyzadelere şeref ve övünç
kaynağı olarak ölene kadar yeter.
Evet,
İlyas’ın şovu sıradan bir şov değil.
O yüzden
önümüzdeki birkaç yazıyı (istemeyerek de olsa) ona ayıracağız nasipse.
Eşsiz
şovunun tam bir “tetkik”ini yapmamız durumunda tuğla kalınlığında kitap yazmak
gerekeceğinden işin kolayına kaçacak, "Arif olana bir işaret kâfidir"
diyerek mümkün mertebe kısa bir tetkikle yetineceğiz.
Umarım
gücenmezler.
*
Söz konusu
şov (tez) bir “giriş” ve üç “bölüm”den oluşuyor.
Biz
“tetkik”imizde şovdaki sıralamayı takip etmeyecek, İlyas’ın sanatçılıkta
sınırları zorladığı noktaları öne alacağız.
İkinci
bölümden bir örnekle başlayalım..
Bölümün
başlığı şöyle: “Rivayetlerde Saltanatla Yönetim ve İki Halife Sorunu”.
“İki halife
de ne demek, nerden çıktı bu?” diyebilirsiniz.. Mesele şu: Hadîslerde Müslümanların
iki halifesinin olamayacağı (yani iki devlet halinde bölünemeyecekleri,
bir devletleri varken bölücü bir adamın halifeyim diye ortaya çıkarak bölücülük yapamayacağı
ve bunun için silahlı terör anlamına gelen bir örgütlü
isyan başlatamayacağı) bildiriliyor ve Müslümanların birliğini
parçalayıp düzenini bozmak isteyen ikinci “sözde” halifenin (günümüzde PKK’lıların
devletin şefkatli ve sevecen bombalarıyla parça parça edilip leş diye çukurlara
atılmalarını hatırlatacak şekilde) öldürülmesi emrediliyor.
İşte,
İlyas’ın ve hocası Hayri’nin dertlerinden biri bu.. Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem böyle birşeyi söylememeliydi..
Söylememiş
olması gerekiyor. Söylememiş olmalıydı..
O halde,
laik (siyasal dinsiz) rejimin "siyasal ilahiyatçıları" olarak
milletin “Söylememiştir” diye düşünmesi için gösteri ve şov sanatlarının bütün
imkânlarını ve teknik hilelerini sonuna kadar kullanmaları lâzım.
Çünkü
devlet İslam devleti olunca karpuz gibi bölünebilmeli, ulusçu
(milliyetçi) açgözlü iştah şampiyonlarının önüne dilim dilim servis
edilebilmeli..
Bölücülükle
mücadele ancak “Tanrı korusun” Türk’ünün “ırk” esaslı devletine ait
bir ayrıcalık olabilir..
Hatta
İslam’ın (bölünmesi bir tarafa) devleti hiç olmamalıdır bile.. (İlyas, açıkça
diyemese de bunu demeye getiriyor, sonraki yazılarda inşaallah eşsiz şovundaki
bu türden ancak starlardan beklenebilecek performans şahikalarına da
değineceğiz.)
*
Evet,
assolist İlyas, şovunun ikinci bölümünü şu şirin laflarla bitiriyor:
“Sonuçta iki halife rivayetleri için şunları söylemek mümkündür: İki halife
rivayetinin yer aldığı Muslim, Ebû Avane, Neysâbûrî, Beyhakî’nin
ortak ravisi olan Ebû Nadra’nın cerh edildiği görülmektedir. Taberâni’nin
ve Heysemî’nin ravilerinden olan Ebû Hilâl de
hadiste zayıf kabul edilmektedir. Dolayısıyla söz konusu rivayetlerin subûtunda
şüpheler vardır. Ayrıca iki halifeden birinin ne şekilde siyaset sahnesinden
kaldırılacağı konusu ne Hz. Peygamber döneminde ne de ilk halife seçiminde
gündeme gelmiştir.
“Bu rivayeti de hilâfet ve saltanat ile ilgili rivayetlerin bir uzantısı
olarak düşünmekteyiz. İlk dönemlerde tek devlet, tek yönetici fikrini
benimsemiş olan kimseler tabiî parçalanma ve fikir ayrılıkları sonucunda
merkezî yönetime muhalif olan veya olabilecek kimseleri bu yolla susturma
yoluna gitmişlerdir. Muaviye’den sonraki dönemlerde çeşitli bölgelerde başlayan
iktidar mücadeleleri bunu doğrular niteliktedir. Abdullah b. Zubeyr olayının
iki halife rivayetinin ortaya çıkmasında etkili olduğu düşüncesindeyiz. Tarih
sahnesinde meydana gelen herhangi bir olaya haklı gerekçe aramak başka bir şey,
bu olayların Hz. Peygamber kanalıyla dile getirilmesi bambaşka bir şeydir.
Birtakım siyasî rivayetlerde olduğu gibi, bu tür siyasî rivayetlerin de Hz.
Peygamber ile ilgisinin olduğunu düşünmemekteyiz.” (s. 163)
Görüldüğü
gibi ilahiyat assolisti İlyas, çok düşünceli bir sanatçımız..
Onu
düşünüyor, bunu düşünüyor, biraz ara verip kaşınıyor, sonra tekrar düşünüyor..
Düşünüyor da
düşünüyor.
*
Sorun
şurada ki, Nasrettin Hoca’nın hindisi gibi düşünüyor.
Kafası
çalışmadan..
Bununla
birlikte, hindide bulunmayan bir meziyeti var: Konuşabiliyor.
Fakat papağan gibi..
Ne söylediğinden, ne dediğinden haberi yok..
Ezbere şarkı
söylüyor.. Sırf melodisi için.. Manasına aşinalığı yok..
Aşina
olmadığını, ruhsuz ve akılsız bir “dijital ayna” olmaktan öteye gitmeyen “yapay
zekâ” gibi hazırlamış olduğu “İki Halife Hadisinin Geliş Yollarının
Şematik Olarak Gösterilmesi (Şema:3)” başlıklı şema da gösteriyor. (s.
151)
*
Şemadan şunu
anlıyoruz:
İlgili
hadîsi tam dokuz (rakamla 9) âlim, senediyle (rivayet zinciriyle, hadisin
kendilerine hangi aktarıcılar vasıtasıyla geldiğini söyleyerek) eserlerine
almışlar: Müslim, Ebu Davud, Beyhakî, Heysemî, Taberanî, Ebu Yusuf,
Kudâî, Neysaburî ve Ebu Avane.
Ancak,
ravîleri (rivayetçileri, aktaranları) ortak değil.
Hadisi
Peygamber Efendimiz s.a.s.’den dört ayrı sahabî rivayet
etmiş: Ebu Said el-Hudrî, Abdullah bin Amr, Ebu Hureyre ve Abdullah ibni Ömer.
İmdi, “yapay
zekâ” İlyas’ın hadis hakkında şüphe uyandırmak için diline doladığı Ebu
Nadra’nın adı, sadece Ebu Said el-Hudrî r. a.’e ulaşan senette geçiyor.
Üstelik
hadisi Ebu Said el-Hudrî’den sadece Ebu Nadra değil, Muttalib
bin Abdullah bin Handab da rivayet etmiş.
*
Gelelim
“yapay zekâ” İlyas’ın diline doladığı ikinci isme, Ebu Hilal’e..
Ebu Hilal’in
ismi de sadece Ebu Hureyre kanalıyla gelen senette (rivayet silsilesinde) yer
alıyor.
Şemaya
bakıldığında ortaya çıkan sonuç şu: Bu hadis kesinlikle sahih.. İmam Müslim’in
“Sahih”ine almış olması sebepsiz değil.
*
İlyas gibi
“yapay zekâ”ların bu kadarına aklı yetmeyebilir (sonuçta yapay); bir de bunlar
“güncellik” ve “çağdaşlık” meraklısı oldukları için çağımızdan
örnek getirerek anlatılmadığında zihinleri patinaj yapabiliyor.
Dolayısıyla
bunların biraz özel ilgiye, sabırlı bir hoşgörüye ve merhamete ihtiyacı var.
Mesela bir
ilkokul çocuğuna birşeyi öğretirken biraz sabırlı olmanız, meseleyi onun
anlayacağı şekilde basitleştirerek anlatmanız gerekir.
Assolist
İlyas’a da (ilkokul birinci sınıf değilse de ikinci sınıf çocuğuna anlatır
gibi) şunları söylemekte fayda var:
Bak İlyas,
kulağını iyi aç, şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dört tane önde
gelen adamına (Bakan Ali Yerlikaya, Bakan Fahrettin Koca, Bakan Hakan Fidan,
MİT Başkanı İbrahim Kalın) bir talimat verdiğini düşünelim..
Bunlar,
talimatı birer yardımcılarına söylemiş olsunlar.
Bu yardımcılar
da birer genel müdüre söylemiş olsunlar.
Genel
müdürler de birer daire başkanına “Böyle bir talimat var” demiş
olsunlar.
O daire
başkanları da kendilerine bağlı birer şube müdürünü haberdar etmiş bulunsunlar.
Diyelim
ki Ali Yerlikaya’nın meseleyi söylediği bakan yardımcısının
adı (veya lakabı) Ebu Nadra.. Fakat, meseleyi diğer yardımcısı Mehmet
Aktaş’a da söylemiş.
Sağlık
Bakanlığı’nda mesele kendisine iletilen şube müdürünün adı ise Ebu
Hilal..
İlk ödevin
bu, İlyas.. Kafana iyice yaz..
*
Anladıysan
devam edelim..
İmdi, bir
gazetecinin Erdoğan’ın talimatından haberdar olduğunu, sonra da bunu haber
yaptığını varsayalım..
Diyor ki:
“Haberi önce Ali Yerlikaya’nın yardımcısı Mehmet Aktaş’tan
duydum, sonra da başka pekçok kanaldan teyit ettim.”
Buna karşı bir şaklaban çıkıp şöyle diyor:
“Tamam Mehmet
Aktaş böyle söylemiş olabilir, ama diğer Bakan Yardımcısı Ebu Nadra’nın sözüne
itibar edenler de, etmeyenler de var. Biz etmeyenleri dikkate alıyoruz. Ayrıca,
Sağlık Bakanlığı’ndaki şube müdürü için de kimileri 'Sözüne itibar edilir' kimileri
de 'Edilmez' diyor. Bizce de edilmez. Dolayısıyla bu haber inandırıcı
değil."
Buna karşı söz konusu gazeteci haberini şöyle savunuyor:
"Benim meselem Ebu Nadra ile
Ebu Hilal'in güvenilirliği değil, bu haberin doğruluğu.. Haber bana sadece
bu iki isim kanalıyla ulaşmış değil.. Hakan
Fidan ile İbrahim Kalın'ın ekibi
bu haberi doğruluyor. Ayrıca Ali
Yerlikaya'nın bildirimi bana Mehmet
Aktaş vasıtasıyla da ulaştı. Ebu Nadra ile Ebu Hilal'in teyitini yok
saymanıza razıyım, benim diğer haber kaynaklarıma güvenim tam."
Buna karşı söz konusu şaklaban şöyle bir çıkıntılık yapıyor:
"Bana ne, bana ne, ben
kabul etmiyorum, bana ne!.. Ben 'metin tenkidi' yapacağım.. Benim cumhurbaşkanım böyle
bir talimat vermiş olamaz, vermemiş olmalıdır, bir 'metin tenkidi' yapacağım ve
ona göre bu haberin doğruluğu konusunda hüküm vereceğim."
*
Şu rezil ve laubali, çivisi çıkmış Türk medyasında bile böyle bir dangalak şaklabanla karşılaşmanız mümkün
değildir.
Çünkü,
medyanın (hayatın soğuk ve acımasız kurallarının hüküm sürdüğü) işleyişi içinde
hiç kimse, böyle bir angutu karşısına alıp gazetecilik dersi vermeye, onu eğitmeye çalışmaz..
Ona doğrudan
kapıyı gösterir, hiç konuşmadan kovarlar.
Çünkü böyle
bir akılsız dangalağa bir şey anlatmaya çalışmanın zaman kaybı olduğunu
bilirler.
Çünkü
böylesi dangalaklara laf anlatmak isteseniz de başaramazsınız.
Cehaletin
ilacı var da, ahmaklığın yok.
*
Ne yazık ki
böylesi dangalaklar ilahiyat fakültelerinde sözde tez hazırlıyor, dinî konularda
ahkâm kesiyor.
İlahiyat fakülteleri laçkalık ve seviyesizlikte Türk medyasına nal toplatır hale gelmiş olduğu için "ilahiyatçı dangalaklar"ın tekerine taş değmiyor.
İşleri tıkırında.. Atış serbest.. Andavallar cennetinde yaşıyor olmanın keyfini çıkarıyorlar.
Doç., prof. vs. oluyor, İslam'ın Paul'ü (Pavlos'u), Augustinus'u, Martin Luther'i, Calvin'i olmak için canlarını dişlerine takıyorlar.
Luther filan olamasalar da rezil ve kepaze olmayı hakkıyla başarıyorlar.
İlahiyat gazinosu assolisti İlyas ile hocası Hayri'nin durumu da böyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder