ANKARA SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ
NANELERE YAKINDAN BAKIŞ - 7
Önceki yazılarda, Ankara Sünnetsizler
Ekolü’nün, “devlet yönetimi ve siyaset”le
ilgili hadîslerin o dönemdeki siyasî şartlara bağlı olarak uydurulmuş olduğu
şeklindeki ezberlerini, “manevî dölü”
olmayı şeref bildikleri Goldziher
adlı İslam düşmanı sinsi çıfıttan almış olduklarına dikkat çekmiştik.
Evet Ankara Ekolü adlı manen ölü ilahiyat eşkıyası (şakîler,
bedbahtlar taifesi), İmam Buharî ve İmam Müslim gibi salih selefin halefi olmayı
kendilerine yakıştıramıyorlar.
Hadlerini bilmelerinden, tevazularından
kaynaklanmıyor bu..
Başı bulutlarda Himalaya heybetindeki o
büyük âlimleri beğenmeyen vadi sürüngenleri olmalarından ileri geliyor.
Onların gözü, Goldziher adlı yahudinin Çıfitiye
tarikatının müritliğinde, çıfıt çorbasında.
Goldziher’in ilk delik olarak Samirî’nin
buzağısı gibi böğürdüğü zurnada bunlar da yerli milli son delik olma
telaşındalar.
*
Hadîslere “senet”leri (rivayet
silsileleri) üzerinden bir şey diyemeyince hemen “metin tenkidi” adlı modern kepçe makinasına (ekskavatöre) kuruluyor,
başlıyorlar Goldziher’in işkembesinin ürünü olan “ezber” pislikleri merhum hadîs imamlarımızın kabirlerinin üstüne
kova kova dökmeye..
Kendilerine ait bir tanecik olsun özgün
ve orijinal fikirleri var mı?..
Yok!
Evet, bir tanecik bile yok..
Söylediklerinin hepsi temcit pilavı
kabilinden “ithal” ezberler..
Hayır, zekâdan mahrumlar demiyorum,
sütçü beygirleri ve Anadolu’daki çerçi eşekleriyle birlikte zekâ testine tabi
tutulsalar onları kesinlikle geçerler.
*
“Metin
tenkidi” adı altında üretilen zırvalar ise bir yığın basmakalıp/klişe faraziyeden ibaret..
“Böyle olduğunu düşünüyoruz, şöyle
olduğu anlaşılıyor” türünden acemi falcı
diskuru “bilimsel” çalışma diye yutturulmaya çalışılıyor.
Yıldız falcılarının, astroloji gurularının, tarotçuların vs. kehanetlerinin bile, bunların “düşünce”lerinden daha fazla olgusal karşılığının bulunduğu
görülüyor.
Çünkü yıldız falcısı “Elimdeki yıldız
haritasına göre böyle”, tarotçusu “Tarot kartları böyle söylüyor” filan diyor,
bu “metin tenkitçisi” ukala taifenin dağarcığında ise Nasrettin Hoca’nın
hindisi gibi sadece “düşünme” meziyeti var.
Onlar “düşünüyor”, ve “düşünce gücü” ile, hadîs imamlarının (“Bu
hadisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den falan sahabî, ondan filan
salih zat, ondan da benim gayet iyi tanıdığım filanca değerli kişi rivayet
etti, ondan duyduğum gibi yazıyorum” şeklindeki “yaşanmışlık”lara, zahmetli
araştırmalara, emek sarfına dayanan) şahitliklerini geçersiz hale getiriyorlar.
Çünkü bunlar “düşünüyor”..
Dahası bunlar geçmişin hadîs imamlarının
sahip olmadığı başka meziyetlere de sahipler, bunlar “üniversite” cemaatinden.. Bunların “doktora”sı var.
Böylece, “düşünce gücü” ile, hadîslerin uydurma olduğunu Goldziher’ce zehir
gibi ispatlıyorlar.
*
Gel gör ki, bilgi ve bilim felsefelerinden biraz anlayanlar, bu akademik
soytarılık ve şaklabanlık, üniversite tipi don kilotlu gulu gulu dansı karşısında
ağlamaları mı gerekir, gülmeleri mi, karar veremiyorlar.
“Düşünüyorum”lu
üfürmelerin ispata değil iddiaya karşılık geldiğini ve iddianın
tek başına bir değer taşımadığını bile anlayamamış böylesi akademik angutlara bir
şey anlatmanın mümkün olmadığını bildikleri için yürekleri yanıyor.
Popper’ın jargonuyla konuşmak gerekirse, bir iddianın, bilimsel değerinin olması için “yanlışlanabilir” (yani sınanabilir,
yanlışsa yanlışlığı gösterilebilir) nitelikte olması gerektiğini bile bilmeyen
bu sözde üniversiteli özde ilkokullu “içindeki çocuğu öldürmemiş” sabi sübyana
kim ne anlatabilir!.
Bin 200 – bin 300 sene önce yaşayıp
vefat etmiş, hiç görmediğimiz insanları geçtik, şu anda aramızda yaşamakta olan
insanların bile bir söz rivayet ettiklerinde
bunu hangi niyetlerle yaptıkları
konusunda kesin konuşmak mümkün
olmaz.
Çünkü bu “niyet okuyuculuğu”dur ve sübjektif/öznel bir değerlendirme olması
itibariyle “bilimsel”lik taşımaz.
Söylediklerimiz, karşımızdakinin niyetini değil, bizim zihniyetimizi,
algılayış biçimimizi ve anlayış düzeyimizi gösteren bir belge olur.
*
“Niyet okuyuculuğu” yapan kişinin
sözleri “yanlışlanabilir” olmaktan
uzaktır. Dolayısıyla icat, buluş ve keşifleri bilimin değil (Popper’ın işaret
ettiği gibi) falcılığın alanına girer.
Eğer böylesi kişilerin “niyet okuma” faaliyeti isabetli
olabiliyorsa, şunu söylemek mümkün olur: İnsanların kalbini okuyan, düşünce akışını bilgisayar ekranı gibi seyreden bu
“gaybe vakıf” kişilerden iyi kumarbaz çıkar, kumar masasında karşılarındakinin
zihnini okuyarak herkesi soyup soğana çevirirler.
Ne var ki, kumarbazlar âlemi böylesi sıradışı zekâlardan mahrum, onların hepsi
ilahiyat fakültelerine yönelmişler, ayrıca hepsi de Ankara Ölü Goldziher Dölü Ekolü üyesi olmuşlar.
İlahiyat Fakültesi’ni İlahiyat Falcılığı Meslek Yüksek Okulu
haline getirmiş olan bu tipler, bin yıldan daha uzun zaman önce yaşamış
insanların zihinlerini ve niyetlerini
okuyarak İslamî ilimler alanında acayip keşifler yapmakla meşguller..
Bu sanatı öğrendikleri pîrleri, şıhları
ise Goldziher çıfıtı.
Gaybın anahtarlarını ellerine geçirmişler, insanların
akıllarından, kalplerinden geçeni
okuyabiliyor, niyetlere vakıf
oluyorlar, kumar masalarına çökseler dünyayı yalayıp yutacaklar, fakat kul
hakkı ve haramlar konusunda son derece hassas oldukları için bu üstün
yeteneklerini kötüye kullanmaktan özenle kaçınıyorlar..
Çok takvalılar canım!..
Sıradışı kabiliyetlerini sadece hadîs
imamlarımızın mezarları başında höykürmek ve vahşi çığlıklar atmak için
kullanıyorlar.
*
Goldziher’in sözünü ettiği “dinî metin (ayet, hadîs) uydurmacılığı”
Yahudi milletinin karakteristik özelliği durumunda.
Kitaplarını ve peygamberlerinin
sözlerini güncelleyip çağa uydura uydura
bugünlere gelmişler.
Yaptıklarını savunabilecek halleri yok,
o yüzden Müslümanların karşısına “Siz de bizim gibisiniz, siz de hadîs
uydurmuşsunuz” diyerek çıkmak için efsun okuyor, masal anlatıyorlar.
İçimizdeki (aşağılık kompleksli gâvur
hayranı) ciğeri beş para etmez soytarıları peşlerine takmayı da başarıyorlar.
Evet, bu (zekâ bakımından sütçü
beygirlerinden daha iyi durumda olmak gibi inkâr edemeyeceğimiz bir meziyete
sahip bulunan) kişilik özürlü soytarılar, Goldziher
gibi çıfıtların işkembesinin ürünü olan ezberleri
tekrarlıyor, onlardan ithal ettikleri “şablon”
ret ve inkâr tekerlemelerini hıfzedip “akademik tez” ve makale görünümlü
türrehatlarına kelimesi kelimesine aktarıyorlar.
Bu hususta birbirleriyle yarış
halindeler, izdiham yaşanıyor. Aralarında “Yok
ben daha fazla Goldziher oldum, yok sen daha fazla oldun” diye rekabet
yaşanıyor.
Bu sayede kendilerini Ortaçağ’ın
karanlığından kurtulmuş aydın bilim adamı gibi görmeye başlıyor, acayip bir ruh
haline giriyorlar.
İşin kötü tarafı, bu ruh haline bir girdiklerinde
bir daha çıkamıyorlar.
Esrarkeşleri, eroinmanları, bilumum
uyuşturucu bağımlılarını tedavi etmek belki mümkün, fakat bunlardaki Hasan Sabbahvari haşhaşîyan cezbe
iptilasının çaresini şimdiye kadar bulabilmiş biri yok.
*
Müslüman toplumlar içinden de hadîs
uydurmacılığına yeltenen deccallar ve münafıklar çıkmamış değil, çıkmışlar.
Fakat hadîs imamlarımız o uydurmaları
ayıklamış, “mevzu/uydurma” damgasını
vurup bir kenara atmışlar.
Kimi hadîsler için de “zayıf” notunu vermişler.
Eğer o müstesna imamların değeri
ölçülemez hizmetleri olmasaydı, hadîs kitaplarında at izi it izine karışır,
Ehl-i Kitab’ın, müşriklerin ve münafıkların uydurmalarını hadîs diye okuyor
olurduk.
İşte, Goldziher gibi sinsi çıfıtlar bundan dertliler.
Uydurmalara geçit vermeyen ciddiyet
abidesi imamlarımızı uydurmacılığa alet olmakla suçlayarak akıllarınca yüreklerini
soğutmaya çalışıyorlar.
*
İmamlarımızın mücadele ettiği hadîs uydurmacılığı
ne yazık ki günümüzde de farklı şekillerde devam ediyor.
Sorun şurada ki, eskinin siyasî
otoriteye gerektiğinde kafa tutan uleması şimdi yok.
İmam Buharî’ye laf atan tarihselci-modernist (laik
düzenin “derin” güçlerinin yalakası)
soytarılar, onun nasıl vefat ettiğine, yaşadığı beldenin hükümdarına yüz
vermediği için başına nelerin geldiğine bir baksınlar.
İmam-ı Azam’ın,
İmam Malik’in, İmam Şafiî’nin ve
İmam Ahmed bin Hanbel’in,
hapsedilme, kırbaçlanma ve sürgün edilme pahasına doğru bildiklerini eğip
bükmeden söyledikleri biliniyor.
Salih selef, günümüzün kel-fodul ekol
soytarıları gibi “düzen”in adamı
değildiler, düzen-bazlık umurlarında
olmayan adam gibi adamdılar.
Her devrin adamı değildiler, her devirde
adamdılar.
Evet, onlar sayesinde, hadîslerin kayda
geçirildiği ve İslam fıkhının tedvin edildiği o ilk asırlarda, uydurmacılar,
uydurmalarıyla başbaşa kaldılar.
İslamî bilgi birikimine nüfuz edemediler.
Marjinal gruplar haline geldiler.
Günümüzde ise tam tersi yaşanıyor.
Ülkedeki hakim siyasal eğilimleri, resmî
ideolojiyi, laik (siyasal dinsiz) siyaseti umursamadan İslamî gerçekleri dile
getirenler marjinal kalıyor.
*
Evet, uydurmacılık günümüzde de olanca hızıyla devam ediyor.
İki şekilde:
Birincisi, eski uydurmalardan günümüzün
laik (siyasal dinsiz) siyasetinin işine yarayacak olanlar (ulema bunların
uydurma olduklarını açıklamış oldukları halde) yeniden tedavüle konuluyor.
(Mesela, 1990’lı yıllarda AKRA FM’de yorumları yayınlanan Agâh Oktay Güner şöyle bir hadîs
rivayet etmişti: “Zaman sana uymazsa sen zamana uy!”)
Ancak, yeni hadîs uydurmak (daha doğrusu
onlar için “kaynak” bulmak) artık mümkün değil..
Burada uydurmacılığın ikinci şekli
devreye giriyor.
Bu ikinci şekil, uydurmacılık çarkının ters yönde döndürülmesi esasına dayanıyor.
Halihazırda hâkim olan siyasî anlayışa (laik
yani siyasal dinsiz ulus-devletin
resmî ideolojisine) aykırı hadîsler uydurma ilan ediliyor.
Beğenilmeyen hadîsler için birer
“uydurma olma hikâyesi” uyduruluyor.
O hadîsler uydurma ilan edilip ıskartaya
çıkartıldığında heva ve heves düzenlerinin
ayaklarındaki hakikat prangaları çözülmüş olacak.
Çağdaşlaşıp güncelleşmenin, çağdaş yaşamın bütün güncel zevklerinden nasiplenmenin
önündeki engeller kalkacak.
*
Evet, uydurmacılık günümüzde bu iki şekilde devam ediyor.
İlkine (eski uydurmaların bit pazarından
toplanıp antika diye yeniden tedavüle konulmasna) örnek olarak, “Vatan sevgisi imandandır” şeklindeki
sözü gösterebiliriz.
Geçmişte ulema, yöneticilerin
(devletlerin) hoşuna gidip gitmemesini umursamadan bunun uydurma olduğunu
söylemiş, eserlerine yazmışlar.
Batı’da vatan kavramı son yüzyıllarda
laik-seküler “ulus-devlet”çilik ideolojisi çerçevesinde kutsal bir iman esası
haline getirildiği ve bizimki gibi ülkelerde batılılaşma saplantısı “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi
edilemez” politika haline geldiği için, Ankara İlahiyat Eşkıyalığı Ekolü
gibi Goldziherci şakiler “Vatan sevgisi imandandır” türünden uydurmaları sorun
olarak görmüyorlar.
Onlar ancak, hadîs uydurmacılığının
ikinci şekli söz konusu olduğunda devreye giriyorlar.
Çarkı tersine döndürüyor, “tersinden uydurmacılık” yapıyor, sahih
hadîslerin uydurma olduğu uydurmasından oluşan bir balonu deccalâne bir
ustalıkla şişiriyorlar.
*
Uydurma diye kesip biçmeye çalıştıkları
hadîsler ise “tesadüfen” hep küresel küfür düzeninin ve onun (İslam
dünyasındaki) yerli-milli ve de laik (siyasal dinsiz) acentalarının keyfini
bozan hususlarla ilgili..
Hadîslerin devletin düzeni ve devlet
başkanlığı (hilafet) konularında
gündeme getirdiği ilkeler, onların başta gelen karın ağrısı..
İşte, şişirilmiş boş beleş balonlar demetinden
ibaret oldukları halde “ekol” afra tafrası ile ahkâm kesen Goldziher “manevî döl”lerinin hilafet konulu hadîslere olan alerjilerinin
altında yatan etken bu..
Atatürk ilke ve inkılaplarının en
okkalısı olan (İngiliz-yahudi konsorsiyumu destekli) hilafetin ilgası politik
manevrasına karınca kararınca destek olup omuz vermek, fiilen yok edilmiş olan
hilafeti zihniyet düzeyinde de bitirmek için, kendilerini rezil kepaze ve
madara etme pahasına akla ziyan saçmalıkları yazıyorlar, ve serapa mantık
sefaleti olan hezeyanlarını akademik eser diye, bilimsel çalışma diye ortaya
sürüyorlar.
Hilafet öldü, çıfıtlık ise kıtalar
dolaşıyor, çıfıt yabanlar bayram yapıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder