Prof. Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesi yazarlarından..
Bu gazetede yazıyor olması tesadüf değil, Akparti'de siyaset yapıyor.
Yapsın, fakat dinî konularda Akparti meşrebine uygun fetvalar
vermeyi de unutmuyor.
Bugün (12 Temmuz 2023) yayınlanan yazısının başlığı şöyle: "Ehl-i
Sünnet adına bir tuhaf tekfircilik".
Yazısına Cemalettin Efgani ve Fazlur Rahman güzellemesi
yaparak başlamış.
Birilerini eleştiriyor fakat tenkit ettiği kişilerde gördüğü hataları,
yaptığı eleştiriler sırasında kendisi çok daha fazla sergiliyor.
*
Mesela birileri için şöyle diyor:
… birçok İslam âlimini başı-sonu belli olmayan,
aslıyla hiçbir alakası olmayan bir Ehl-i Sünnetçilik adına “sapık”, “mezhepsiz”,
“doğru yolun sapık kolu”, “Ehl-i Sünnet-dışı” diye mahkûm eden, garip bir tekfirci
dil.
Belki son zamanlarda aşina olduğumuz tekfirci jargonu
kullanmıyor ama tekfircilerden daha da dışlayıcı, daha yargılayıcı ve mahkûm
edici bir dildi bu. ...
Suçladığı
kişiler, kendileri gibi düşünmeyenleri sapıklık, mezhepsizlik ve Ehl-i Sünnet
dışı olmakla itham ediyorlarmış.
Tamam
da, sen de, "başı sonu belli olmayan, aslıyla hiçbir alâkası olmayan bir
Ehl-i Sünnetçilik adına" diyerek aynı şeyi yapıyorsun.
Aynı
şekilde karşındakini Ehl-i Sünnet'ten olmamakla suçluyor, onu, aslıyla hiçbir
alâkası olmayan sahte ve yalan bir Ehl-i Sünnetçiliğe nisbet ediyor, (senin
tekelinde olan hakiki) Ehl-i Sünnet'in dışına atıyorsun.
“Belki
aynı jargonu kullanmıyorsun ama onlarınkinden daha dışlayıcı, daha yargılayıcı ve
mahkûm edici” bir dilin var.
Zehirli
bir dil.
*
Yazar
sözlerini şöyle sürdürüyor:
Ehl-i Sünnet’ten anladıkları tek şey ne Kur’an’dan ne Sünnet’ten temeli olmayan
asırların köhne, bidat ve hurafeleriyle kutsanan, otoritesi kendilerinden
menkul bir sözcüğe indirgenmiş. Hani Kur’an-ı Kerim diyor ya “kendi isimlendirdiğiniz isimlere
tapınıyorsunuz”.
Çok
kibar ya, "mezhepsiz" ya da "sapık" demiyor, adamların
inancını "köhne, bidat ve
hurafeleriyle kutsanan" ilan ediyor.
Ey
zahid, sen adamları “mezhepsiz” bile değil, Kitapsız (Kur’an’sız) ilan
ediyorsun.
Bu,
“mezhep”sizlikle değil, “dinsiz”likle suçlamaktır. (Mesela merhum Zahidü’l-Kevserî “Mezhepsizlik
dinsizliğe köprüdür” demiş de, “Mezhepsizlik, dinsizliktir” dememiş.)
Orada
da durmuyor, müşrikleri (kâfirleri) anlatan
bir ayetin mealini onlar için aktarıyorsun: "Kendi isimlendirdiğiniz (aslı
olmayan) isimlere tapıyorsunuz".
Böylece,
zannına göre, "bir tuhaf
tekfircilik" yapmamış oluyorsun.
*
Kibar
Yasin'in iltifatları bitti mi?
Hayır!
Şöyle
diyor:
“Ehl-i Sünnet ismine kutsallık atfediyorlar ama
Rasul-i Ekrem’in ne sünnetiyle ne ahlakıyla ne velayeti ve düşmanlıklarıyla uzaktan yakından alakaları yok.”
Yani
Sünnet'in ehli değiller..
Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'le hiçbir
alâkaları yok..
Yasin
efendi muhataplarını bu şekilde aforoz ettikten ve onları paklayacak tek yer
olan Cehennem'e doğru törenle yolcu ettikten sonra dönüp şöyle diyor:
"İşin daha trajikomik tarafı aforozlarıyla Ehl-i Sünnet’in dışına çıkardıkları büyük zatların
hepsi de bütün İslam âleminde Ehl-i Sünnet’in en bariz, en canlı isimleri
sayılmaları."
Hepsi mi?
Yazısında
geçen isimlere bakılırsa bu büyük zatların önde gelenlerinin Cemalettin ile Fazlur Rahman olması
gerekiyor.
Öyle
olduğu, yazısının devamından da anlaşılıyor.
Çünkü,
birilerini aforoz edip Ehl-i Sünnet'in (hatta İslam'ın) dışına attıktan sonra,
Ankara Ekolü mensubu Fazlur Rahmancı dostlarından
aferin almasını sağlayacak şu lafları sıralıyor:
Telefon eden şahsa “Fazlurrahman’ı eleştirmiş, hatta
çok sıkı eleştirmiş olabilirim ama aynı zamanda onu sevdiğimi, çok da takdir ettiğimi ve düşüncelerini tartışmaya
değer bulduğumu ve olması gerekenin de bu olduğunu” anlatmaya çalışıyorum.
*
Yasin
kardeşimiz lafı bu minvalde uzattıktan sonra, aşırı uyanık ve kurnaz olduğunu
düşünmemize yol açacak şekilde şunu diyor:
"Fazlurrahman’ın bana göre yanlış fikirleri olabilir,
ki elbette var, kimin yok ki? Ama bu,
onun bütün çabasında Allah için atan bir kalbi hissetmemi engellemiyor."
Böylece,
Fazlur Rahman'ın yanlışlarını masum ve mazur gösterecek şekilde herkesi ona, yanlış fikirlilikte ortak ediyor.
Hz.
Ali k. v. sağ olsaydı “Bu şahıs, hak bir sözle
batılı kastediyor” der miydi, bilmiyorum.
Tamam, güzel kardeşim, herkesin yanlış fikirleri olabilir de, mesela Tanrı'nın tek mi yoksa üç mü olduğu konusunda yanlış fikirleri olan ile, tarım ve hayvancılık alanlarında izlenecek politikalar konusunda yanlış fikirleri olan bir midir?
*
Sonra
sen, "onun bütün çabasında Allah için atan bir kalbi" hissetmeni
sağlayan keşf ü kerametini niye
böyle bonkörce izhar ediyorsun ki?
Değerli
kardeşim, tamam sen insanların kalbini okumaya başlamış olan keramet ehli bir
zat olabilirsin, fakat böyle uluorta
keramet pazarlamacılığı yapmak, insanların
kalbinden haber vermek ayıp olmuyor mu?
Ayrıca,
lutfedip, Ehl-i Sünnet'e göre keşf ü kerametin dinî konularda
delil olmadığını, senin "hissettiklerinin" sadece seni bağlayacağını
hatırlatmamıza izin veriniz.
*
Yasin
kardeşimizin yazısı Sünnet Ehli olmakla ilgili olduğu için, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in “sünnet”ini hatırlatmamızı da hoşgörüyle
karşılayacaktır diye umuyorum:
İmam
Nevevî'nin Riyazü's-Salihîn'e aldığı sahih bir hadîsde, hiç kimseyi
övmememiz, illa da öveceksek "Ben onu şöyle şöyle zannediyorum, fakat Allah'a karşı hiç kimseyi temize çıkarmam"
dememiz emrediliyor.
İmdi,
zatıalilerinin yüksek müsaadeleriyle, Fazlur Rahman'ın "bütün
çabasında Allah için atan bir kalbi"nin bulunmadığını, tam aksine "çoğu çabasında Batılı efendilerine
yaranmak için çarpan bir kalp" bulunduğu kanaatini taşıdığımı, onun, “Allahu
Teala'nın Kur'an'da ahlâkî idealden taviz vermiş olduğu" herzesini
dile getirmiş olmasından hareketle söylemek durumundayım.
Adamın
ahlâkî ideali, çağdaş Batılı
efendilerinin ahlâk anlayışından alınma..
Ahlâkî
ideali Allahu Teala'dan daha iyi bildiğini iddia eden, "Kur'an'da
meseleyi iyi anlatamamışsın" dercesine Zât-ı Zülcelâl'e ahlâk
dersi vermeye kalkışan bir ahlâksız densize şahsen sapık değil, "sapığın
önde gideni" derim.
Evet,
bazı Müslümanlar çıkıp Cemalettin ve Fazlur Rahman gibi gâvur yalakası
şahsiyetsizler için “Bunlar ahlâkî ideali geçtik, böylesi zırvalarıyla itikadî
ideali bile ayaklar altına alıyorlar” deyince hop oturup hop kalkan, Yeni
Şafak gibi üslerden milletin tepesine tahrip gücü yüksek son model
aforoz füzeleri yağdıran ince kalpliler, Allahu Teala’ya dil uzatılması
karşısında niçin lâl ü ebkemler?
Hayır, yanlış oldu, lâl ü ebkem değiller, susmak yerine, onların “bütün çabasında
Allah için atan bir kalb” hissettiklerini hançerelerinin bütün kuvvetiyle
haykırıyorlar.
Bu sütten çıkmış ak kaşık kral zatların üzerlerindeki mahir
terziler elinden çıkmış muhteşem kostümleri onlar görüyor, biz ise zekâmız
yetersiz olduğu için, divane gibi ortalıkta dolaşan bu dermansız Don Kişot’ların
eski püskü don-kilotlarına niçin böyle hayran hayran bakmakta olduklarını
çözemiyor olmanın ıstırabını yaşıyoruz.
*
Evet,
ince kalpli yazarımız Fazlur Rahman için şöyle diyor:
O sempozyumda “Modernist Yorumun Tekno-Lojik Çıkarları”
başlığı altında sunduğum tebliğde tabiri caizse yerden yere vurmuştum, ama
asla tekfir etmeyi veya onun
üzerinde kendimde daha mutlak bir
hakikat iddiası yüklenmeyi düşünmedim.
Güzel
kardeşim, sen bunları gerçekten ayık kafayla mı yazıyorsun?
Madem
"daha mutlak bir hakikat iddiası
yüklenme"ye bu kadar uzaksın, o halde hangi hakikat adına (yukarıya aldığımız ifadelerinde geçtiği
şekilde) birilerini Ehl-i Sünnet'ten (hatta İslam'dan) aforoz edebiliyorsun?
Hangi
hakikat adına?
Yazdığın
yazının altı kaval üstü şeşhane..
Hani
farklı yazılarda ayrı telden çalsan anlayacağız, bunu unutkanlık gibi etkenlere
bağlayacağız da, aynı yazıda sergilediğin bu çifte standart "Yeni
Şafak okurlarına ne versem yerler" demek gibi olmuyor mu?
*
Yasin
beyin Ehl-i Sünnet'ten ne anladığına gelince..
Lafı
getirip İmam Gazalî'ye bağlamış..
Şöyle
diyor:
Aslında tarihte Ehl-i Sünnet’i ortaya çıkaran ve
kristalleştiren en önemli tutum tam da ümmeti, bütün çeşitliliğiyle kucaklayan
genişliği, toleransı, genişliği, İmam Gazzali’nin “Ehl-i Kıble tekfir edilemez” tutumu.
Değerli
kardeşim, "Ehl-i Kıble birbirini bilmemek insâf değil".
Senin
bu cümleni okuyunca, "Bu kardeşimiz galiba bir koleksiyoner gibi İmam
Gazalî'nin kitaplarını sadece satın alıp raflara dizmiş, bir tanesini bile (atlamadan başından sonuna kadar) okumamış” diye düşünmeden edemedim.
Son
söz, yeri geldiğinde birilerini (Kıble ehli olmasına bakmadan) tekfir etmekten de, sapık/fasık ilan etmekten de kaçınmayan İmam Gazalî'nin olsun:
“Bid’atçi
(mübtedi’) eğer bu bid’ati sebebiyle kâfir olmamışsa, [ve kendisi müçtehit konumundaysa] muhalefet ettiği takdirde
icmâ kurulmaz. Tam tersine bu kişi “fasık müctehid” hükmündedir.
“…
Ancak bid’ati sebebiyle kâfir olmuşsa, kıbleye yönelerek namaz
kılsa ve kendisinin müslüman olduğunu zannetse bile artık bu durumda
onun muhalefetine itibar edilmez. Çünkü ümmet, kıbleye yönelerek namaz
kılanlardan değil müminlerden ibarettir. Bu ise, kendisinin kâfir olduğunu
bilmese bile kâfirdir.”
(Gazzâlî, Mustasfâ, C. 1, çev. Yunus Apaydın, İstanbul: Klasik, s. 301-302.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder