“Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet
döneminden beri özgür bir kurum değil, siyasetin emrindedir. Bu yüzden de ciddi konulara el atamaz hale geldi.”
Bunu diyen kişi, birçok eser yazmış bir
emekli Diyanet görevlisi..
Ali Rıza Demircan.
Habertürk’ten Kübra Par’a bunları söylemiş. (https://www.haberturk.com/ilahiyatci-ali-riza-demircan-dan-tarikat-cikisi-1795683)
Kübra Par’ın ona yönelttiği bir soru şöyle:
İstanbul Müftüsü bu hafta, “Tarikatları
denetleyecek bir yapının kurulması lazım” dedi. Tarikatları denetleyecek bir
yapı kurulmalı mı sizce?
Demircan’ın cevabı şöyle:
“İstanbul Müftüsü çok
değerli bir kardeşimizdir ama olaylar göründüğü gibi değildir. Benim
kanaatime göre, Türkiye’deki bütün tarikatlar MİT’in denetimindedir. MİT’in onay
vermediği bir yapılanma olmaz.”
Burada denetimden kasıt, “kontrol”.
MİT, tarikatlara
ve cemaatlere yerleştirdiği elemanları (ya da birtakım vaatler yahut tehdit ve
şantajla angaje ettiği kişiler) ile onları kontrol altına alır, yönlendirir.
Söz konusu
cemaat ve gruplarda dönen dolaplar, yapılan uçuk kaçık yenilikler, benimsenen akla ziyan yeni söylemler, o topluluklara mensup birtakım sivri
zekâların icatları gibi görünür, gerçekteyse icatların asıl mucidi MİT’tir.
Bazen MİT, eğer
cemaat lideri bu tür icatları veto ediyorsa, doğrudan ona yönelir.
Vefatından önce
merhum Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hoca’yı ziyaret edip işbirliği teklifinde
bulunmaları gibi.
*
Demircan’a
yöneltilen bir başka soru şöyle:
Son dönemde “FETÖ’den boşalan yerlere belli başlı tarikatlar yerleşmeye
çalışıyor” iddiası gündeme geliyor. Siz buna dair bir şey gözlemliyor musunuz?
Demircan, cevabında şöyle diyor:
Tarikatların yüzde 80’i İslam’a zararlıdır. “İslam’a zarar veren devlete de zarar verir mi?” tartışması
benim alanımın dışında. …
Evet, Demircan’a göre, İslam’a zararlı
bu tarikatlar aynı zamanda MİT’in denetiminde.
Dolayısıyla devlete (devletin
laikliğine, “siyasal dinsizliğine”) zarar verecek durumda değiller.
Yüzde 20’lik kısım da zaten kendi
canının derdinde.
*
Demircan, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ben devleti de, Diyanet’i de samimi
bulmuyorum. Özel sektöre ait büyük
kanalların dışında, en az 500 tane de mahalli kanal var. Bu kanalların bir
tanesinde sağlam bir din anlatılmıyor. Peki, bu millete dinini kim öğretecek?
…”
Devlet, aslında samimi.. Açıkça “Ben dinsizim” diyor.
Ayrıca “Atatürkçüyüm, Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlıyım, sen ister buna şirk
de, ister putperestlik, umurumda
değil” mesajını veriyor.
“Kıblem Anıtkabir’dir” demeyi de unutmuyor.
Samimi olmayan, daha doğrusu devletin
samimi olma hürriyeti tanımadığı, samimi olamayan kurum, Diyanet.
Öyle ki, bu Diyanet, laik (siyasal dinsiz) devleti için savaşıp ölen ateist ile Ataistin bile sanki Allah yolunda cihad etmiş gibi şehit olduğunu ilan etmek zorunda.
*
Demircan, Kübra Par’ın “Neden sizi konuşturmuyorlar?” şeklindeki
sorusuna ise şöyle cevap veriyor:
“Beni radikal buluyorlar. Türk toplumunun ya
da devletin istediği sınırlar içinde
bu dini anlatmıyorum. …”
Evet, bu devletin laikliğinin (siyasal
dinsizliğinin) din için koyduğu sınırlar
vardır.
Nasıl Siyasal İslam, siyasal dinsizliğe, kendisinin devletinde (İslam devletinde) izin vermezse, küfür
devletlerinin siyasal dinsizliği de, Siyasal İslam’a (İslam’ın siyasetine), kendi devletinde izin vermez.
Yasaklar.. Yasaklıyor.
İslam, “Biz dinsiz (laik) devlet olamayız” der, dinsizlik için sınırlar koyar, laik (siyasal dinsiz)
devlet de “Biz din devleti olamayız”
diye konuşur, din için sınırlar koyar, aklınca Allahu Teala'ya sınırlar getirir, küfrünü ilan eder.
Ancak, İslam ile (siyasal dinsizlik)
arasında samimiyet ve dürüstlük farkı vardır.
Bu fark, uçurum kadar büyüktür.
*
Siyasal İslam, olduğu gibi görünür. Sahte özgürlükçülük yapmaz. Dinsize,
“Sen benim devletimde benimle aynı haklara sahipsin” diyerek yalan söylemez.
Laik demokrasi ise sular seller gibi
yalan söyler.. "Düzen"i yalan üzerine kuruludur. Hem İslam’ı siyasal alanda yasaklar, hem de din ve vicdan hürriyeti masalları anlatır.
İnsanların çoğu da aptal olduğu, bu
basit gerçeği anlamalarını sağlayacak kadarcık bir zekâdan bile mahrum bulundukları
için, bu yalana kolayca inanırlar.
Aptal numarasına yatan dünyaperest
kurnazlar ise, bu yalana inanmış görünmeyi kişisel veya zümrevî ayrıcalıkları, kazanımları, istikballeri ve bekaları için
gerekli görürler.
*
Evet, sizi radikal bulduklarında, dini “devletin
istediği sınırlar” içinde anlatmadığınızda, sizi konuşturmazlar.
MİT’in gönüllü olarak denetimi altına
girmezseniz, ya da denetimine gönülsüzce de olsa rıza gösterip eylem ve
söylemlerinizi onun standartlarına uygun hale getirmezseniz, sizin sesinizi
keserler.
Tabiî sizi hapse bile atsalar tümden susturmaları mümkün değildir (Tümden susturma ölümle olur), fakat kendi kendinize konuşur, kendiniz söyleyip kendiniz dinlersiniz. Bir de takip için MİT'çiler dinlerler.
Kitlelere ulaşamazsınız.
Çünkü MİT, denetim altındaki gönüllü ya da gönülsüz taşeronları
ile sizin etrafınızı boşalttırır, yalnız kalırsınız.
*
Demircan, “İmam
hatiplerde verilen din eğitimini nasıl buluyorsunuz?” şeklindeki soruya ise
şöyle cevap veriyor:
“Türkiye’de
imam hatipler, ilahiyat fakülteleri ciddi İslam âlimi yetiştirmez ama demokratik,
laik insan tipini yetiştirir…..”
İşte dobra
dobra, dürüstçe konuşmak böyle oluyor.
Ciddi İslam
âlimi olduğunuz zaman Şeriatçı olursunuz, MİT’in denetimine girmezsiniz,
ve size “Siyasal İslamcı, İslamcı, radikal” vs. derler.
("Derin"ler,
Şeriatçılığı itibarsızlaştırmak için, gecekondu tipi prefabrik Aczmendi
tarikatının şeyhtanı Müslüm Gündüz gibi rezil kepaze olmuş zır cahil soytarılara Şeriatçılık
yapma görevi ve izni de verebilirler, o ayrı konu.)
Şu
ilahiyatçılar camiasına bir bakın bakalım, kaç kişi demokrasiyi
(yani insanların çoğunluğuna tabi olmayı Allahu Teala’nın indirdiği hükümlere tabi
olmaya tercih etmeyi) ve laikliği (siyasal dinsizliği) tenkid ediyor,
bunları reddediyor?
*
Demircan şunu da
söylüyor:
“… Kuran-ı Kerim’in mealinin bile baştan sona okunmadığı
bir fakültede din eğitimi olur mu? … Bir
yığın laf ü güzaf. Devlet böylesini istiyor. Devlet,
düzeni sorgulayacak adam istemiyor.”
Evet, devlet, düzeni sorgulayacak adam
istemiyor.
Devlet kim? Düzen ne?
Devlet, itibarî bir kavramdır, fiilen var olan, siyasetçiler ve bürokratlardır, senin benim gibi vatandaşlar.
Anayasa hukukçusu Prof. İbrahim
Kaboğlu’nun ifadesiyle “Kendi
başına 'devlet' kavramı olsa olsa devleti yönetenleri ifade eder”. (https://artigercek.com/politika/prof-dr-kaboglu-yargi-devletin-degil-hukukun-emrinde-olabilir-76285h)
Bunların devlet olarak görünmelerini sağlayan mekanizma ya da manivela ise örgütlü oluşlarıdır.
Kurumsallaşmadır.
Bu örgütlülük ya da kurumsallaşma, onlar
arasındaki dayanışmanın (İbn
Haldun’un tabiriyle asabiyetin)
çimentosudur.
Söz konusu örgütlülük ve
kurumsallaşmanın esasını dünyevî
menfaatler (ayrıcalıklar da dahil her tür kazanımını koruyarak güven içinde
yaşama, istikbalini sağlama alma) oluşturduğu halde, buna manevî, hatta mukaddes kılıflar uydurulur,
menfaat dayanışması yüce değerlere bağlılık gibi sunulur.
*
Nitekim, Allahu Teala, kitabında, Hz.
İbrahim a.s.’ın, mensubu olduğu devletin yöneticilerine ve milletine şöyle
seslendiğini bildirmektedir:
Ve (İbrâhîm onlara) dedi ki: “(Siz) ancak dünya hayâtında aranızdaki
meveddetten dolayı, Allah'tan başka birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet
günü bazılarınız bazınızı inkâr edecek ve birbirinizi lânetleyeceksiniz.
Varacağınız yer ise ateştir; (o gün) sizin için hiçbir yardımcı da yoktur!”
(Ankebut, 29/25)
Putlar, yüceltilmiş şahıslar da olabilir, (haç,
bayrak, totem, boz kurt kafası, nevruz ateşi, heykel, anıt mezar gibi) birtakım semboller de olabilir.
Hatta bazen, (Hz. İsa a.s. örneğinde
olduğu gibi) bir peygamber bile, puta dönüştürülebilir.
Onları puta dönüştüren, maddî varlıkları
değil, onlara Allahu Teala’ya şirk koşulmasına neden olacak şekilde yüklenen gerçek dışı abartılı manevî anlamdır.
*
Evet, Demircan’ın belirttiği gibi, “Devlet, düzeni sorgulayacak adam
istemiyor”.
“Düzen”, işte bu “meveddet” (dostane menfaat dayanışması) olgusundan
ibarettir.
Düzenin meveddeti ile pekçok ayrıcalığa, heva ve heveslerine göre yaşama
imkânına kavuşmuş olanlar, Allahu Teala’nın hükümlerinin hâkim olmasını ayrıcalıkları, kazanımları, istikballeri
ve bekaları için tehlikeli görürler.
Bu yüzden de putlaştırılmış şahıslar ve semboller etrafında toplanarak
sahte bir maneviyat ve mukaddeslik davası ile Şeriat’in adaletine savaş açarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder