https://www.academia.edu/98602460/Zamane_%C4%B0lahiyat%C3%A7%C4%B1lar%C4%B1ndaki_Savrulmalar_Fethullah_G%C3%BClen_F%C4%B1kh%C4%B1_%C3%96rne%C4%9Fi
ZAMANE İLAHİYATÇILARINDAKİ
SAVRULMALAR:
FETHULLAH GÜLEN FIKHI ÖRNEĞİ
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM: İTİKADÎ SAVRULMALAR
BİLGİ, İMAN, AMEL
VE GÜNAH 6
FARUK BEŞER’İN “MUCİZE”Sİ 11
KABİR
AZABI VE MANEVÎ TEVATÜR 15
BİR YAZIDAKİ ÜÇ HATA 22
HZ. MUSA ALEYHİSSELAM BİLGİSİYLE GURURA
MI KAPILDI? 26
KÜFÜR SÖZLER VE TEKFİR 28
İKİNCİ
BÖLÜM: FIKHÎ SAVRULMALAR
ŞERİAT VE
AHLÂK (BAYATLAYIP BOZULAN HOŞGÖRÜ VE SEVGİDEN VAZGEÇEN TAZE ‘AHLÂK’ VE 'İRFAN'
PAZARLAMACILIĞI) 37
HİKMET YOKLUĞU: EŞEĞİN
AKLINA KARPUZ KABUĞU DÜŞÜRMEK 47
DEĞİŞEN HÜKÜM
DEĞİL, SİYASÎ VAZİYET VE ŞARTLAR 56
FARUK BEŞER’İN “DİNİ ANLA(YA)MAMA” ÖLÇÜLERİ 61
MEZHEPLER DİN
DEĞİL DE, SENİN RESMÎ İDEOLOJİYLE ÇATIŞMAMAK İÇİN KIVRAK DANSLAR YAPAN
DEĞERLENDİRMELERİN Mİ DİN? 68
FETVA İSTEYENE BÖYLE Mİ CEVAP VERİLİR?! 77
FARUK BEŞER’İN TABİ OLDUĞU MÜÇTEHİTLER: ÖNCE
FETHULLAH, ŞİMDİ ERDOĞAN.. YARIN KİM BİLİR KİM? 86
ÖMER NASUHİ BİLMEN HOCA,
FARUK BEŞER VE HAYRETTİN BEY 90
İKTİDAR SAHİPLERİNİ AKLAMAK İÇİN DİNÎ HAKİKATLERİ SULANDIRMAK
94
İHLASIN
TEMELİ 107
FARUK BEŞER’E RÜ’YET-İ HİLAL MESELESİNİ
ANLATAMADIK GİTTİ 110
UÇAK ZAMANDA YOLCULUK YAPIP NASIL GEÇMİŞE
GİTTİ? (RAMAZANIN BAŞLANGICI, TAKVİM VE HİLALİ GÖRMEK) 113
AKLA ZİYAN BAYRAM BİRLİĞİ (TAKVİM BİRLİĞİ) HURAFESİ 121
AYNI GÜN BAYRAM İŞGÜZARLIĞI
YA DA TAKINTISI 130
BAYRAM GÜNÜ KONUSUNDA TOPU TACA ATMA! 147
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SİYASÎ
SAVRULMALAR
ALDANMAYANLAR DA VARDI! 152
“LAİK (SİYASAL DİNSİZ) DEVLETİN SARAYLARINA DELİ
GÖNLÜMÜ.. BAĞLAMIŞLAR ÇÖZÜLMÜYOR MİHRİBAN!” 158
DEVLETİ YIKMAK 181
GÜZEL AHLÂKI VE İRFANI KENDİSİNDEN MENKUL 192
FARUK BEŞER’İN AKREDİTE ŞEHİTLİK YORUMU 200
FARUK BEŞER “FETHULLAH GÜLEN FIKHI”NDAN KURTULMUŞ
GÖRÜNÜYOR, BAKALIM “RECEP TAYYİP ERDOĞAN FIKHI”NDAN NE ZAMAN KURTULACAK 223
FARUK BEŞER VE İSLAMCILIK 228
MEVCUT
MİLLETVEKİLİ YEMİNİ ANAYASA’YA AYKIRIDIR, DEĞİŞTİRİLMELİDİR!
242
FARUK BEŞER, BEŞER ŞAŞAR 255
İLAHİYATÇILARIN “SAVAŞ”I 259
DOĞRUYU EKSİK VE YANLIŞ ANLAŞILMAYA AÇIK
BİÇİMDE SÖYLEMEK 267
FARUK BEŞER’İN HAYALİNDEKİ CİHATSIZ HİLAFET 272
15 TEMMUZ’U
SORGULAMAK 274
ÜMMET, CEMAAT, FIRKA,
İSLAM BİRLİĞİ VE LAİK (SİYASAL DİNSİZ) DEVLET 280
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM: BEŞERÎ SAVRULMALAR
İBLİS’İN HİLELERİ, FARUK BEŞER VE ERDOĞAN 286
YALAN 293
GEÇMİŞİ KURCALAMAK 295
“FETHULLAH GÜLEN FIKHI”NIN PEŞİNİ BIRAKTI, “FARUK
BEŞER FIKHI”NI İNŞA YOLUNDA 301
FARUK BEŞERGİLLER, HİKMET VE İRFAN 308
DERİN DEVLETİN ( DERİN İHANETİN) SURET-İ HAKTAN
GELME OYUNLARI 312
DÜŞENE VURAN ÇOK OLUR 317
BİRİNCİ BÖLÜM:
İTİKADÎ SAVRULMALAR
BİLGİ, İMAN, AMEL
VE GÜNAH
Prof. Dr. Faruk Beşer Yeni Şafak’ta yayınlanan
bir yazısında şöyle diyordu:
Sokrat’ın
muhteşem bir sözü vardır: ‘Kimse bile
bile bir kötülüğü yapmaz’ der. Bilgi felsefesi açısından bunun anlamı
şudur. Zorunlu düzeydeki bir bilgi imana dönüşür. İnsan onun aksine hareket
edemez. Ateşin yaktığını bilmemiz zorunlu bir bilgidir. Bu sebeple kimse elini
ateşe sokmaz. Sigara içmek zararlıdır diyerek sigaraya devam eden birisi onun
zararını zorunlu bilgi düzeyinde anlamış değildir. O sadece duyup ihtimal
verdiği bir şeyi söylüyor, hepsi o kadar.
Bu
açıdan bendeniz Allah Rasulü’nün bir hadisi şerifini çok anlamlı bulurum:
‘Zina
eden, zina ederken mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan yaparken mümin
olarak hırsızlık yapmaz, içki içen içerken mümin olarak içmez’. Sanırım bunlar
sadece birer örnektir. Aslında bütün günahlar böyledir. Bir günahın günah ve
kötü bir şey olduğunu zorunlu bilgi, yani iman düzeyinde bilen birisi onu
yapamaz. En azından yaptığı anda başka duyguların etkisiyle bu bilgi,
dolayısıyla iman çıkıp gitmiştir ve günahı mümin olarak yapmamıştır. Sonra
Abdullah bin Abbas’ın ifadesiyle, aklı başına geldiğinde kararını verirse iman
tekrar avdet edebilir.
Hadisi
şerifi, ‘İmanı hiç yoktur değil de, böyle bir iman kâmil bir iman değildir’
diye anlasanız da netice değişmez.
Buna
göre ameli imandan bir cüz sayan Eş’arîlerin bu görüşü de çok anlamdır.
İmanımız kadar amelimiz var demektir.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/zorunlu-bilgi-acisindan-gunahlar/39003
Hanefî-Matüridî anlayış, imanı, “dil ile
ikrar ve kalp ile tasdik” olarak tanımlar. Bu ifade Fıkh-ı Ekber’de ve Tahavî Akaidi’nde yer almaktadır.
İmam Matüridî bu düşünce çizgisini sürdürmüştür.
Buna karşılık, günah işleyenleri tekfir
eden Haricîler, Beşer’in naklettiği hadîs-i şerîfi delil olarak
ortaya koymuş ve ameli iman için şart kabul etmişlerdir.
Hanefî-Matüridî anlayışa göre ise,
amel, imanın şartı değil, kemâlidir, tekemmülüdür.
Konuyla ilgili olarak, es-Sâbûnî şöyle
demektedir:
“Ameller imandan değildir. Zira Cenab-ı Hak, ‘İman
edenler ve salih ameller işleyenler…’ Bakara, 2/277 ayet-i kerimesinde amelleri
iman üzerine atfetmiştir. Oysa ki ma’tuf, ma’tufunaleyhin gayri olur. Yine
‘Mümin olmak şartıyla iyi amel işleyenler…’ Taha, 20/112 mealindeki ayet-i
kerimede görüldüğü üzere iman, amellerin şartı kılınmıştı, şart ise meşrutun
gayrı olur.”
(Nureddin
es-Sabunî, Maturidiyye Akaidi,
çev. B. Topaloğlu, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı, s. 180.)
Beşer’in ifadesinin aksine, Eş’arîler de benzer bir anlayışa
sahiptir. Nitekim İmamü’l-Haremeyn el-Cüveynî şöyle demektedir:
“Namaz ve benzeri ibadetlerden önce imanın
bulunması gerektiğine dair alimlerin icması da, söylediklerimize delildir. Eğer
bunlar (ibadetler), imanın cüzleri olsalardı, bunun (imanın) mutlak şekilde
zikredilmesi mümkün olmazdı.”
(İmamü’l-Haremeyn
el-Cüveynî, Kitabu’l-İrşad,
çev. B. Baloğlu ve diğerleri, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2013, s. 322.).
Ancak, ameli imandan bir cüz sayan bütün
yaklaşımların, günah işleyenleri tekfir ettiklerini düşünmemek gerekir. Günah
işleyenleri tekfir edenler özellikle Haricîlerdir.
*
Beşer’in naklettiği hadîs-i şerîfin Kur’an ve diğer hadîsler
dikkate alınarak yorumlanması gerekmektedir. Hucurat Suresi’nin 9. ve 10.
ayetleri, büyük günah işlemenin küfür sebebi olmadığına delil kabul
edilmiştir:
“Eğer müminlerden iki grup birbirleri ile
çarpışırlarsa…. Eğer onlardan biri diğerine karşı tecavüz ediyorsa, ...”
Mütecaviz grubun zulmettiği ve büyük günah
işlediği sabit olmakla birlikte, mümin olduğu belirtilmiştir. (Bkz. Pratik Akâid Dersleri, çev. B.
Eryarsoy, İstanbul: Ümmülkura, 2008, s. 192.)
İmamü’l-Haremeyn şöyle demektedir:
“… Bu fasıldaki diğer bir amaç, fasıkların
mümin olarak nitelendirilmelerinin, Ehl-i Hakk’ın görüşlerinden biri olduğunu
ifade etmektir…. delili ise, müminlere hitapla sınırlı olan şer’î hükümlerin,
icma ile hem fasıklara hem de muttakilere yönelik olmasıdır.” (Kitabu’l-İrşad, s. 322)
*
Öte yandan, Sokrat’a atfedilen söz tamamen yanlıştır: “Kimse bile bile bir
kötülüğü yapmaz.”
Belki de bu söz, sadece peygamberler için
geçerli olabilir. İnsandaki salah alametlerinin derecesine ve kötülüğün
büyüklük ya da küçüklüğüne göre, diğer bazı insanlar için de, belki, “Böyle bir
kötülüğü bilerek yapması ihtimali düşük” denilebilir.
İnsanın bilgisi “akl”ına, duyguları
ise “nefs”ine dayanır. İnsan, salt bilgiyle hareket eden bir varlık
değildir. Bu yüzden, bile bile kötülük yapabilir, yapar, yapmaktadır.
O nedenle ulema, “cehalete dayanan küfür”
ile “inkâra ve inada dayanan küfrü” ayırmışlardır.
İlki bilgisizlikle ilişkili olsa da,
ikincisi değildir.
*
Zorunlu düzeydeki bilgi (yakîn),
her zaman amel sonucunu da vermez. Ateşe elimizi sokmamamızı sağlayan şey,
ateşin yakıcılığına dair bilgimiz değil, onun verdiği
dayanılmaz acı ve ızdıraptır.
Eğer Allahu Teala insanı bazı şeylerden
acı duyacak şekilde yaratmamış olsaydı, çocukluktan itibaren hiç kimse
kendisini koruyamazdı ve sağlam ve düzgün yapılı insana asla rastlayamazdık.
En sevmediğimiz şey, acı, bizi en çok
korumaktadır. İnsanın kendisini tahrip etmesine karşı verilen peşin bir
ceza olduğu için, böyledir.
Buna karşılık, ateş, bize dayanılmaz
bir acı yerine çok büyük bir zevk veriyor
olsaydı, insanlar şu veya bu ölçüde mutlaka bunu denerlerdi. Sigara,
alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin kullanımını böyle değerlendirmek gerekir.
Mesele, salt bir bilgi meselesi değildir.
Aynı şekilde, insana gıdalarla ve
evlilikle peşin bir zevk verilmemiş olsaydı, istisnalar
dışında hiç kimse doğru dürüst beslenmezdi ve nesil devam etmezdi. Canlı kanlı,
besili insana neredeyse hiç rastlayamazdık, herkes bir deri bir kemik “canlı
cenaze” olurdu.
İnsanları beslenmeye teşvik eden şey, bu
konudaki bilgisi değildir, yemekten aldığı tat ve açlığın verdiği ızdıraptan
kurtulma arayışıdır.
İnsanda nefis (şehvet/iştah
ve gazap gibi özellikler) bulunduğu için, iyi ve kötü amellerinin ardındaki tek
etken bilgi ya da bilgisizlik değildir
İnsanlar, bilmeden kötülük yaptıkları için
değil, bile bile kötülük yaptıkları için cezalandırılırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder